avcılar ve yaban hayatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
avcılar ve yaban hayatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YABAN TV : KATLİAM TV Mİ ?







Aykırı yazılarıyla tanınan gazeteci Ersin Tokgöz, Türkiye'nin ilk yaban hayatı ve avcılık kanalı olarak yayına geçen Yaban TV'ye yüklendi. Ersin Tokgöz'ün analizi, Ufuk Güldemir'i biraz kızdıracak!

İŞTE ERSİN TOKGÖZ'ÜN YAZISI


İlk Katliam Kanalı Yaban TV'nin Öğrettikleri

Yıllar önceydi...
Bir dervişle ilgili kıssada okuduğum bir cümle zihnimden hiç silinmedi:
-Yolunun nasıl bir yol olduğunu anlatırken öğrencisine "Bu yola giren yalan demez. Haram yemez. Bu yol, karıncayı bile incitmekten çekinenlerin yoludur..." diyordu. Yolun dini tarafını dışarıda bıraksanız bile, ister Konfüçyüs öğretilerinin din dışı olan ama dini buyruklarla birebir örtüşen yapısı, ister Kant'ın tamamen seküler ahlak anlayışı isterse dini öğretilerin ilahi buyruklar olsun... Buluştukları payda aynıydı; hani olması gereken insani duyarlılığa ve ahlaki duruşa direkt inen bir bakış.
Dolayısıyla dar anlamından sıyrılsam da bu söz taşıdığı değer açısından, silinmedi...
Onun için, hiçbir zaman anlayamadım bu duruşu ters çeviren ve en nihayetinde kibre denk düşen yönelişleri. Onun için, Türkiye'nin ilk katliam kanalı olan Yaban TV'yi izlerken, katledilenlerden çok, ellerine aldıkları silahla sırf zevk için sonlandırdıkları her yaşamdan sonra attıkları zafer naralarını anlamakta zorluk çekiyorum.

Nasıl bir güdü, hangi tatminsizlik, hangi kompleks, hangi bastırılmış şiddet eğilimi adına avcılık diyerek mantığa bürüdükleri bu şiddet eğilimini anlaşılır kılardı? İnsanların Kabil'den kalma yanlarının kan dökmeye meyilli olduğu ve sürekli bastırdıkları bu duyguyu bir şekilde ortaya çıkaracakları/çıkardıkları söylenir. Ama Kabil'in bir amacı vardı en azından. Kötü de olsa, bir davaydı onun için. Hiç olmazsa zevk için öldürmemişti.
İyi de, avcılık adıyla yapılan katliam ne menem bir istekti? Anlamak için günlerce izledim avcıları Yaban'da. Gözlerinde okuyabildiğim, yalnızca katıksız bir kibirdi. Hani şeytanın "Benim en sevdiğim günahtır" dediği o marazileştiren haslet.

Öldürüyor, seviniyorlardı... Öldürmek için bekliyor, öldürmenin vahşetini beklemenin sabır kısmına atıfta bulunarak derviş edasında "Av, çok gezene değil sabredene gelir" diye manifestoya dönüştürüyorlardı. Bir örnek duruşlar, gözlerde aynı bakış ki tek anlama sabit; kibir... Ne hastalıklı bir duruş...
Aslında doğanın insanları ehlileştirdiği, dinginliğe giden yolu açtığı, insanın yabana açıldıkça insani özüne döndüğü söylenir. Ama işte yabana kibirlerinden açılan bu öldürme meraklıları, yabandan dönünce de aynı marazi duruşu sergilemekten geri duramıyorlar. Çünkü yabandan aranan; insanı, insani bağlarından koparan yapaylıklardan kurtulma hevesi değil burada. Genlerin Kabil'e çalan tarafını açık etmek ancak...
"Öldürebilecek kadar büyüğüm. Hem de zevk için. Selam olsun sana Mefistofeles!" Tamam, bu hastalıklı varoluşları yabanda kalsa, kibirlerini sadece yabandaki canlıları katlederek gösterseler, kabul etmesek de "tamam" diyeceğiz. Ama bir de "yabandan dönüş" var? Bu sefer ne yapmalı? Öldüren ben, öldürebilen ben, yabanı dize getiren o muhteşem avcı, dokunulmazlığına halel geldiği zaman ne yapar?

İşte burada kibirden beslenen korku giriyor devreye... Bakın... Yaban'ın babası Ufuk Güldemir adeta peygamber havasında kerameti kendinden dokunulmazlığını ilan etmiş... Her ne kadar insanlar içine dönse de Alaska'daki o elindeki silahıyla avlarına karşı kazandığı dokunulmazlığı burada da sürdürme sevdasında. Herkesi eleştiriyor, en üst perdeden ahkam kesiyor ama kendisi eleştirilmeye görsün, eleştiriyi geri çektirmek için yaptığı baskılar, avcıdan kaçan avın gösterdiği hırçınlıklar, olmadı susturmak için peşpeşe açtığı davalar... Gırla. Çünkü, belki gören gözü bilgeliğe götürecek yaban gerçeği, kibrin bir son durumu olarak ortaya çıktığı için ters tepki yapmıştır. Her kötü, bir iyiye işaret eder derler. Onun için biz de yabandan öğrenmek için yabana çıkmayız. Sadece aramızda yaşayan yabanlara bakıp ufak ufak ermeye başlarız. Az şey mi?

kaynak: Haberola.com

medyafaresi




Devamı İçin Tıklayınız...>>

Spor müsabakası sonucu -- ( Avcılık üzerine )



Yeni Asır ' da Öncel ÖZBİÇER 'in yazısı ...
Hani " altına imzamı atarım" denilen bazı yazılar vardır ya ..
İşte bu da onlardan biri ..
Evet , bir canlıyı , sırf spor olsun diye öldürmeyi bir marifetmiş gibi "Yaban TV" lerde ballandıra ballandıra anlatıp bununla övünen tiplere doğrusu oldum olası iğrenme ile bakmışımdır hep .
İşte yazı .. Buyrun birlikte okuyalım:

Av denen rezilliğin spor sayılmasına ve adının avcılık sporu olarak geçmesine deli oluyorum.
Boks gibi..
Bir insanın canının yakılmasına hatta ölümüne ve doğal hayatta kimseye bir zararları dokunmadan yaşam mücadelesi veren canlıların bir grup hasta ruh olduğunu düşündüğüm insan evlatları tarafından zevk için katledilmelerine nasıl spor denir, nasıl eğlenceden sayılır anlamak mümkün değil..
Eski Roma'daki gladyatör barbarlığından ne farkı bunların söyler misiniz?
Yazarken bile aklım almıyor: Sadece zevk olsun diye, keyif için, savunmasız bir hayvanı öldürmek..
*
Ufuk Türkyılmaz'ı da bu yüzden hiç sevmezdim.
Avcılığa methiyeler dizdiği, öldürdüğü hayvanların yok penis bilmemnesinden, yok dişinden yaptığı objeleri falan ballandıra ballandıra anlattığı için..
Allah biliyor ya ardından rahmet de dileyemedim.
Ama yine de inancım gereği böyle düşünmemem gerektiğini biliyorum.
Bu yüzden de umarım öte tarafta kestiği o ayı penisleri kendisini kovalamayı bırakmıştır da Allah günahlarını affetmiştir diyorum..
Gerçi şimdi bayrağı bıraktığı yerden kızı ve eşi gururla(!) taşıyor.
Onlar da usta birer avcı..
Bildiğin katil yani..
Neyse..
İşte bu fotoğraftaki tilkiyi de o av sporuyla(!) ilgilenen birileri öldürmüş.
Üstelik bebeklerinin yanında..
Bir nevi spor müsabakasının sonucunu görüyorsunuz yani..
Skor tabelası: Her türlü ateşli silahla donatılmış insanoğlu 5(dört yavru bir anne tilki)- Tilki ailesi 0
*
Şimdi bebekler annelerinin artık süt gelmeyen memelerini emmeye çalışmakta..
Birkaç iyi kalpli köylümüz, yavruların durumunu veterinere bildirmişler ve bebek tilkiler böylece korumaya alınmış.
Ben hayvan öldürenin çok rahat insan da öldürebileceğine inanıyorum.
Ve bu yüzdende avla ilgilenen insanlardan korkup uzak durmaya çalışıyorum.
Bir hayvanın boğazını kesebiliyorsan, silahla delik deşik edebiliyorsan, sonra gidip bir de derisi yüzüyor veya fışkıran kanlar eşliğinde yavaş yavaş can çekiştiğini zevk alarak izliyorsan, aynı şekilde bir insanı da rahatlıkla katledebilirsin herhalde..
Kan aynı, gözler aynı, kalp aynı.. Ama en önemlisi Yaradan aynı!
Utanın be kardeşim.. İnsanlığınızdan utanın!

YENİ ASIR

İLGİLİ KONULAR İÇİN TIKLAYIN :
Hayvan-İnsan Sözleşmesi
Koruma Altındaki Dağ Keçileri İhale İle Avlanıyorlar
Hiltonda beslenip Ormanda seslendiler



Devamı İçin Tıklayınız...>>

KORUMA ALTINDAKİ DAĞ KEÇİLERİ İHALE İLE AVLANIYOR



Ağustos ayında , basında ilginç bir haber vardı . Fazla dikkat çekmeden gazetelerin sayfaları arasında unutuldu gitti.

Bazı gazete ve internet sitelerinin manşetlerinde de , aşağıdakine benzer başlıklar yer alıyordu :

KORUMA ALTINDAKİ AV HAYVANLARI, AV TURİZMİ KAPSAMINDA İHALE EDİLİYOR. (haberler.com)

Haber dikkat çekiciydi ama basında yeterli ilgiyi görmemişti.

Çevre İl Müdürlüklerince yapılan envanterler sonucunda , popülasyon taşıma kapasitesi üzerindeki 7 yaş üstü erkek hayvanların sınırlı sayıda avlanmasına Çevre ve Orman Bakanlığının izin verdiği ve böylece , koruma altındaki , yani diğer bir deyişle nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan yaban hayvanlarının populasyonunun envanterlerle bulunan limitin üzerine çıkmamasının sağlandığı anlaşılıyor.
Belli bir yaşın üzerindeki erkek yaban keçileri de bu kapsamda yer alıyor.

4915 sayılı avcılık kanunu ve "Yerli ve yabancı avcıların av turizmi kapsamında avlanmalarına ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmelik" kapsamında yaban keçisi ve çengel boynuzlu dağ keçisi avlarına izin verildiğini açıklayan Erzincan Çevre ve Orman İl Müdürü Zakir Karartı, " 2008 yılı için Erzincan'da 10 adet yaban keçisi, 2 adet çengel boynuz dağ keçisi avına izin verilmiştir. Bu kotalardan 8 adet yaban keçisi ve 2 adet çengel boynuzlu dağ keçisinin avlatılması turizm firmaları aracılığıyla yabancı uyruklu avcılara ayrılmıştır. 2 adet yaban keçisinden 1 adedi yerli, 1 adeti ise yerel avcılara ayrılmıştır" dediği naklediliyor haberler.com sitesindeki yazıda.


Bu şekilde , hem belirlenen sayının üzerindeki Yaban keçisi ve Çengel boynuzlu Dağ Keçisi sayısının , yaşama ortamında aşırı bir miktara ulaşmaması , diğer yandan da yabancı, yerli ve yerel avcılara yönelik yapılan satışla bakanlığın gelir elde etmesi amaçlanıyor.


Koruma altında olduğu söylenen türlerin bu şekildeki avlanma yöntemlerinin bir çok çevre il müdürlüklerince de benimsenmekte olduğu görülmektedir.

Cihan Haber Ajansında haber şöyle devam ediyor.

"İki adet çengel boynuzlu dağ keçisi avı için 18 Haziran 2008 tarihinde Çevre İl Müdürlüğü'nde ihale yapıldı. İhaleyi AY-Fİ Turizm Seyahat Acentesi firması 3 bin 100 YTL karşılığında kazandı. Diğer 8 av için ise herhangi bir müracaat olmadı. 2 adet yaban keçisi avı için yerli avcılar bin 200, yerel avcılar ise 600 YTL karşılığında ihaleye girebilecekler.

İhale sonunda avcılar, 1 Ağustos 2008 ile 31 Mart 2009 tarihleri arasında ihale ile aldıkları avları yapabilecekler. Yabancı avcılar, bu tarihler arasında belirlenen 10 günlük süre içerisinde yerli ve yerel avcılarda 5 gün içerisinde avlarını gerçekleştirmek zorundalar."

Adı geçen kamu kuruluşunun yaptığı işlemler tamamen yasal ..

Milli park ya da koruma alanındaki hayvanları mı ,yoksa sözü geçen yaban hayvanlarının genel yaşam alanlarındaki yaban hayvanlarını mı saymışlar ve hangi yöntemlerle yapmışlarsa envanterlerini yapmışlar , nesli tehlikede olan ve Anadolu'ya özgü olan bu yaban hayvanlarının , doğada olması gereken limitin üzerine çıktığını belirleyerek , gerek belli bir yaşın üzerindekilerin avlanması , gerekse fazla çoğalmalarını önlemek üzere , yine yasal yöntemlerle , açık arttırmalı ihale ile , belirledikleri sayıda yaban hayvanı avı için ihale açmışlardır.


Yabancı ve yerli turistler gelip ihaleye girecek , bu arada av turizmi yoluyla devlete gelir sağlanacak .
Av turizmi , safari gibi isimlerle , para karşılığı avlanma , Güney Amerika'da ve Afrika'da da uygulanmış .
Bilmiyoruz , benzer bilimsel envanter yöntemleri oralarda da uygulanmış mıdır ?

Ancak , dünyanın pek çok yerinde , yaban hayvanlarının neslinin tükenmesinin önüne de geçilememiştir.
Bugün Afrika ,Asya ve Amerika'da neredeyse bir çok yaban hayvan türünü , artık doğada görmek mümkün değildir.
Yıllardır kırsal ve dağlık arazide görev yapmış bir kimse olarak , günlerce bir canlıya bile rastlamadan ormanlarda gezdiğim çok olmuştur.
Ülkemizde , dünyada olduğu gibi yaban hayatının yetişme ortamı hızla yokolmaktadır.
Vaktiyle , YSE , DSİ gibi devlet kuruluşları eliyle sulak , sazlık ve bataklık alanların tarım arazisi kazanmak ya da sıtma ile savaş kapsamında tamamen kurutularak sulak alan ekosistemlerinin ve buralara özgü canlıların yokedildiği bir gerçektir.

Bir canlı türünün koruma altına alınacak duruma düşmüş olması ile , belli sayının üzerine çıktığı gerekçesi ile avlanma iznine konu edilmesi , birbiri ile çelişkili gibi görünüyor

Kamu kuruluşları , sadece belirli alanlardaki yanıltıcı olabilecek envanterler ve şablonlara hapsolmuş sayısal verilere dayanarak değil ,yaban hayatının doğal yaşam alanlarını izleyerek , doğayı okuyarak , yaban hayvanlarını nasıl bir gelecek beklediğini iyi irdelemeli ve yaban hayatı , doğal dengenin sürmesi için çok sıkı bir koruma altına alınmalı , avlanmaya mahsus araç gereçlerle av hayvanlarının bulunduğu alanlara girilmesinin önlenmesi gibi köklü önlemler değerlendirilmelidir.



Devamı İçin Tıklayınız...>>

HAYVAN-İNSAN SÖZLEŞMESİ


Ne zaman Yaban TV yi açsam bir tuhaf hissediyorum kendimi.
Bu kanalı , doğa belgesellerine de yer verdiği için zaman zaman izliyorum.
Ancak ,çoğunlukla , yurt içi ve yurt dışından çeşitli av turlarında çekilmiş görüntüler Yaban TV yayınında en önemli bölümü oluşturuyor.
Avcıların , doğada zaten örneğin onbinde bilmem kaç oranına kadar düşmüş olan yaban hayvanlarını , herhangi bir yaşamsal zorunluluktan değil , sadece sözde sportif zevkleri tatmin etme gayesiyle öldürmekten nasıl zevk ve haz aldıklarını şaşkınlıkla seyrediyorum ekranlarda..
Hele , ateş edildikten sonra ,koca dağ keçisinin sendeleyerek birkaç adım atması , ve biraz ötede ,kan revan içinde , boylu boyunca devrilip can çekişmesini gören avcıların birbirlerine sarılarak kazandıkları zaferi coşkuyla kutlamaları ,doğrusu tüylerimi diken diken ediyor
Tarih öncesindeki insanlarla , doğadaki diğer canlılar arasında , varolma ya da yokolma yolunda amansız mücadeleyi hayal etmeye çalışıyorum..Diğerini altedebilen ve gücünü gösterebilen canlıların varlığını sürdürebildiği eski zamanların doğasını.. Tarih öncesi insanı ile günümüzün avcılarını karşılaştırıyorum..O çağların insanının yaşayabilmek için doğadaki kurallara göre hareket ettiğini düşünüyorum..Peki ya çağımızın eli silahlı "av sporu" tutkunlarına ne diyeceksiniz?
Yazar Desmond MORRIS , İnkılap yayınevi'nce ülkemizde de yayınlanan “hayvan-insan sözleşmesi” adındaki eserinde , özetle şu görüşlere yer verir :
-Doğadaki yaşama savaşında , canlılar arasında bir kural vardı.Yemek için avlanıyorsanız ,ancak sizi besleyecek kadar öldürürsünüz.Daha fazlasını değil
-Diğer canlıların yaşama alanlarına ve yaşama haklarına dair doğada mevcut kural ve dengeleri bozmaya yönelik bir davranışa yer yoktur.
- doğada ,canlıların populasyonlarının aşırı artma ve azalmasını engelleyen bir düzen vardır. Bu düzen sürekli yinelenen bir çan eğrisi şeklinde sürer gider.

Biyoloji derslerinde okumuşsunuzdur..Yılanlar azalınca fare populasyonu artmaya başlar.Zirveye ulaşınca ,bu defa fareye dadanan canlılar , örneğin yılanın populasyonu yükselmeye başlar.
Yılan populasyonu çan eğrisinin zirvesine yaklaşırken ,fare nüfusu çan eğrisinin dibine doğru inmeye başlar.
Bu diğer canlı türlerinde de böyle sürer giderdi.
Yazar Desmond MORRIS’e göre , insan , doğadaki bu SÖZLEŞMEYİ bozmuştur..
Meşhur Çan eğrisi , insanın populasyonunun büyük bir ivmeyle artışı , ve diğer yaban canlı türlerinin kaybolmakta olması ve sayılarının dibe doğru korkunç bir hızla inmesiyle , başdöndürücü ters orantılı doğrusal bir korelasyona dönüşmüştür.
İnsan ,diğer canlıların yaşama ortamlarını hızla ele geçirmekte , kendi kullanımına almakta ya da diğer canlıların yaşama ortamlarını tamamen yoketmektedir.
Doğadaki sözleşmenin aksine , insan nüfusu , son hızla artmakta , bunu kontrol altına alacak olan doğal etmenleri de , zekası ile ortadan kaldırmakta , insanın doğal düşmanları yok olurken ,öte yandan ,artan nüfusa gereken yaşamsal ihtiyaçlar için doğanın alabildiğine sömürülmesi ve yokoluşa doğru gidiş te aynı ivmeyle zirve noktasına doğru gitmektedir.
Bu korkunç gidişatın farkına varanlar ,bu konuda çalışma yapan bilim adamları , GERİ DÖNÜLEMEZ NOKTAYA GELİNMEDEN , gerekli her türlü tedbirin alınması konusunda hükümetlere uyarı üstüne uyarılar yapmakta ,ancak ,endüstri toplumlarının dev tüketim ihtiyaçlarının ,ve ekonomik güçlerin , bu konuya yeterince eğilinmesine pek te olumlu katkıda bulunmadığı da bir gerçektir.
-Endüstriyel sıvı ve ,katı ve gaz şeklindeki atıklar ile , havanın ,suyun ,toprağın kirlenmesi , gaz salınımlarının denetim altına alınamaması ,bu konuda iyimser düşünmeye engel olmaktadır.
-Artan nüfus için gerekli ihtiyaç maddelerinin üretilmesi için büyük ormanlar yokedilerek tarımsal alanlara dönüştürülmektedir.
-Tüm dünyada , özellikle de tropikal yağmur ormanlarında endüstriyel amaçlarla ,ya da tarım alanları elde etmek amacıyla ormanlar kesilmekte ,yakılmakta ya da diğer şekillerde yokedilmetedir.
Amazon ormanlarında yıllık yokedilen ormanlık alan , yılda yaklaşık 14.000 km²dir.
Doğadaki diğer tüm canlılar , uygarlığımızın tüketim çılgınlığının kurbanı olarak toptan yokoluşa doğru gitmektedir .Ancak doğa , insan denilen varlığın ihlal ettiği sözleşme hükümlerini yeniden yürürlüğe ergeç koyacaktır..İnsan bu yolda doğada büyük bir yıkıma neden olsa da ,doğadaki dengeler yeni baştan tekrar kurulacaktır.
Ancak kurulan bu yeni dünyada ,insan denilen yaratığa yer olacak mıdır? Yoksa dinozorlar gibi tarihin derinliklerinde kaybolup giden bir tür olarak mı anılacaktır gelecek çağlarda.. ?
Bunda da , doğal yaşamı kurtarmak için insanlarca yapılan mücadelelerin sonuca ulaşıp ulaşmaması belirleyici olacaktır

BENZER KONULAR

BENZER SAYFALAR


YABAN TV :Katliam TV mi ?
Avcılık Üzerine
Koruma Altındaki Dağ Keçileri İhale İle Avlanıyorlar
Hilton'da Beslenip Ormanda Seslendiler
Yavru kuşlar uçamadılar


Devamı İçin Tıklayınız...>>

YAVRU KUŞLAR UÇAMADILAR





Yavru kuşlar uçamadılar...Anne kuşlar, son birikinti suyu da kuruyan gölü terk etmek üzere havalandılar.
Yavrularının da kanatlanıp peşlerinden gelmesi için gölün üzerinde daireler çizmeye başladılar.
Ama küçük kuşların uçma zamanı gelmemişti.Yuvalarının otları arasından başlarını yana yatırıp, gözlerini kırpıştırarak gökyüzündeki annelerine baktılar.

Anneler orada kalsalar, susuzluktan öleceklerdi. Gitseler; yavruları orada kalacaktı.

Annelik içgüdüsü ile ölümden kaçma içgüdüleri çatıştı.

Gökyüzünde dönüp durdular.Allı turna sürüsü bir indi kuru göle, bir çıktı gökyüzüne.Çığlıklar ata ata yavrularını bu erken ve zorunlu göçe çağırdılar, küçük kuşlar ancak bir-iki adım atabildiler, henüz gelişmemiş kanatlarını çırptılar, cılız seslerle yanıt vermeye kalktılar, gökyüzüne doğru ağızlarını açıp kapattılar.Ama asla uçamadılar.*



Tuz Gölü’dür burası.Konya ile on dört il ve ilçenin kanalizasyonunu bu muhteşem göle akıtmak için devletin trilyonlar harcayıp 125 kilometre beton kanal yaptırdığı eşsiz göl...

İnsanoğlunun doğaya karşı ahlaksızlığının ve saygısızlığının en çarpıcı kanıtı olan ve bunu yok olarak ödeyen bir yeryüzü harikası...

Gelişigüzel sulama kanalları ile suyunu bir yandan çekip, öte yandan on dört yerleşimin sanayi atıklarını, fosseptiğini, kirini, pasını bağladıkları Tuz Gölü.*

Sonra ne oldu bilmiyoruz.Ortalık karardı, birkaç gün sonra gölün kurumuş kıyılarında çok sayıda yavru kuş buldular Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nin araştırmacıları.Anneler gitmiş, yavrular ölmüştü.

Bir köylü, muhabire "Yaşayan bir yavru bizim gölgemizi görünce annesi sandı ki, yiyecek geldi diye birkaç kez ağzını açtı, ama öldü" dedi.

Belki son yavru kuştu...


Ve siz hálá dünyayı kimin ısıttığını, kimin iklimleri bozduğunu, suların neden kesildiğini, bahçelerimizi ve bizi kimin susuz bıraktığını merak ediyorsunuz.
Öyle mi?..




Bekir COŞKUN ,Hürriyet..7 Ekim 2007


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Hilton'da beslenip ormanda seslendiler

Merkez Av Komisyonu toplanıp, hayvancıkların ölüm fermanını yazdı. Yerli hayvanların avını 3 günle sınırlarken, 20 senelik kuralı bozup, göçmen kuşların avcılığını 5 güne çıkardı!

Ülkemizde bulunan 34 tür kuşun 30 türünün göçmen olduğunu akıllarına getirmek istemediler. Uluslararası sözleşmelere de ne hikmetse itibar etmediler!

Bazı üst düzey ormancıların desteklediği Komisyon üyesi avcılar, hep 1 oy fazlası ile aldırdıkları kararlarla, toplantıdan mutlu ayrıldı. Böylece ormancılar çevreci olduktan sonra ilk gollerini yemiş oldular.

ALINAN KARARLARDA SAKATLIK VAR!

Alınan kararlara avcılar sevinmesin, işin içinde bazı sakatlıklar var. Yasal yetkisi olmayan kişilerin karar organına müdahale etmesi, Müsteşar beyin toplantıyı bir yardımcısına bırakıp gitmesi, yasaya uymayan kişilerin toplantıda görev alması gibi vahim usul hataları, kararları hükümsüz kılmıştır ve toplantıyı tekrarlatabilir.

Sivil çevreci toplum örgütlerinin tepkileri de mutlaka etkili olacaktır.

Ormancılar diyeceğim (Çevreci sıfatlarını artık kullanmayacağım) yolaçılan bu vahşete şimdi kılıf arıyor. Hafta arası avcılık için fazla ücret talebinde bulunacaklarmış. Böyle bir kararı almak için kendilerini yetkili görüp, caydırıcı olacaklarına inanıyorlar. Ancak kontrolü nasıl yapacaklarını kendileri de bilmiyorlar.

MERALAR KAN GÖLÜNE DÖNECEK!

Şayet alınan kararları yetkili organlar durduramayacak olursa haftada 5 günlük avcılık aldatmacasıyla; bol tüfek ve fişek satılacaktır.

Dolayısıyla geçtiğimiz yıl tüketilen 50 milyon fişek, bu yıl 3’e katlanacak, meralar kan gölüne dönecektir. Böyle bir olay Avrupa ülkelerinde olsa yer yerinden oynar, hükümetleri sıkıntıya sokardı!

Tüm İskandinav ülkeleri ile Avrupa’nın büyük bölümü, kurşun saçma kullanmayı bile, insan ve hayvan sağlığı açısından zararlı bulup yasakladı.

Bakır kaplama ya da çelik saçma kullanılmaya başlandı. Bizde ise ormancılar, avcılarımıza nazar değmesin diye, dağa taşa, dereye göle kurşun döktürüyor. Hayvancıkların gözünün yaşına bakan hiç yok!... Türlerin sonu gelecekmiş, kimin umurunda!!!
Metin SERTOĞLU , Mevsimsiz


Devamı İçin Tıklayınız...>>

GERÇEK AVCILAR

Yaptığım araştırmalar sonucunda, avcıları. “Gerçek Avcılar”, “Etçiler”, “Eli Tüfekliler” ve “Eyyamcılar” olarak sınıflandırmam gerekiyor.

Gerçek Avcılık, bir tutkudur, dostluktur,dağcılıktır, doğacılıktır, atıcılıktır. Özetle insanın ruhunu dinlendiren, bedenini güçlendiren vazgeçilmez bir sosyal olgudur.

Etçilik, kendilerini koydukları kurallarının hayranı, avcılık için gerekli olan eforu sarf etmeyen, teyple, tuzakla, ağla, kapanla, deniz ve kara araçlarıyla, hayvanları teknolojiye kırdıran kişilerdir. Onlar için evlerine et girsin de nasıl girerse girsin, yenilsin yenilmesin, hiç önemli değildir.

Eli Tüfekliler, kanun nizam tanımayan, insanların, hayvanların haklarına saygı göstermeyen, ateş edip düşürdüğü canlının ne olduğunu dahi merak edip bakmayan, polisten jandarmadan hırsız gibi kaçan, vicdan yoksunu, avcı kelimesinin tek bir harfinden dahi nasibini alamamış kişilerdir.

Eyyamcıların daha fazla suçlanacak tarafları yoktur, hafta sonlarını dağlarda bayırlarda dolaşarak, çeşme başlarında, dere ve göl kenarlarında kurdukları sofralarında, içkiyle, muhabbetle günlerini geçiren kişilerdir. Yaptıkları gelişigüzel atış talimleri ile zaman zaman çevreye ve kendilerine zararlı olabilmektedirler.. Yaban hayatının tüketimine pek etkili olmazlar, üretimine de kulaklarını tıkalı tutarlar. Onları da bilinçlendirerek, kucak açıp aramıza almak temel görevimiz olmalıdır.

Avcı kelimesine yakıştırılan sıfatları yorumlamaya çalıştım.

Elinde kaç milyarlık süper pose tüfeğiyle “yerdeki köy güvercinlerini vurup, etiyle karnımızı doyuruyoruz” diyerek ekrandan yüzümüze sırıtanlara avcı demek mümkün mü? Teybi kurup, günde yüzlerce bıldırcını vurarak, torbasının içinde ölülerini kokutup, canlı kalmış kanat kırığı olanlarına ettikleri eziyet yetmiyormuş gibi bir de köpeklerinin eğitiminde kullananlara avcı denir mi?

Denemeyeceğine göre, şahsını ve başkalarını bilinçli avcı olduğuna lafta inandırmak isteyenlerin de, klüplerde oturup ahkam kesemeye devam etmeleri, hiçbir şikayet mercii olmayan yabanın asil yaratıklarına kalkan olmamaları, bugünkü çarpıklığın seyircisi olarak kendilerini kabullenmeleridir.

Altını çizerek, günün üslubuyla; Gerçek avcı olmayanlar, tükenip ya gidecek ya da doğaya, çevreye, kişilere verdikleri tahribatın vicdani baskısıyla, tüfeklerini duvara asıp evlerine kapanacaklardır. Kötü emsaller hiçbir zaman gerçeklerle bağdaşmayacaktır.


Metin SERTOĞLU

Mevsimsiz

BENZER SAYFALAR

Hayvan-İnsan Sözleşmesi
YABAN TV :Katliam TV mi ?
Avcılık Üzerine
Koruma Altındaki Dağ Keçileri İhale İle Avlanıyorlar
Hilton'da Beslenip Ormanda Seslendiler
Yavru kuşlar uçamadılar


Devamı İçin Tıklayınız...>>
 
Clicky Web Analytics