KURAKLIK VE SU SORUNU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KURAKLIK VE SU SORUNU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Geleceğimiz erimesin


Bütün dünya giderek kötüleşen çevre koşullarını frenlemeye, dizginlemeye, düzeltmeye çalışıyor. Lider ülkeler, bilim dünyası, sivil toplum kuruluşları buna kafa yoruyor. Ne yapmalı, ne etmeli ki bu tehlikeli gidişin önü kesilsin.

Türkiye de, bu ortak çabalara paralel çalışmalar yapıyor. Bir yandan devlet, diğer taraftan sivil toplum örgütleri hem milleti uyandırmak ve hem de olumsuz gelişmeleri azaltmak için projeler üretiyor, çareler geliştiriyorlar. Böylelikle ülkenin dikkatini çevre felaketlerine, doğal afetlere ve yakın geleceğin geliyorum diyen büyük tehlikesine çekiyorlar.

Bu hafta, iki lider ve önemli kuruluşumuzun yaptığı ortak bir kampanyadan söz etmek istiyorum. Karadaki en büyük ve etkili sivil toplum örgütümüz TEMA ile denizdeki en büyük ve etkili örgütümüz TURMEPA elele vererek, Türkiye’yi uyandırmak konusunda çok önemli ve yararlı bir çalışma yaptılar. Aylarca süren ve “Geleceğimiz erimesin” adı verilen bu kampanyayla TEMA ve TURMEPA, yurt genelinde yüzbinlerce insanımızı ve çocuğumuzu eğittiler. TEMA karadan tırla, TURMEPA ise denizden kendi gemileriyle Türkiye’yi dolaşarak inanılmaz bir eğitim seferberliği başlattılar. Tehlikeyi bir yandan halka, diğer yandan okullarda verdikleri konferanslar ve dağıttıkları eğitici broşürlerle öğrencilere anlattılar. Çok başarılı sonuçlar aldıklarını söylemeliyim.

Sizlere bu kampanyadaki en çarpıcı önlem ve geleceğimizin erimemesi için önerilen tavsiyeleri nakletmek istiyorum. Böylece çorbada bizim de bir tutam tuzumuz olur.

TURMEPA ve TEMA konuyu şöyle özetliyor ve dünyamızı kurtarmaya yardımcı olacak tavsiyeleri şu şekilde sıralıyorlar...

“Gezegenimiz kriz içinde. Dünyanın nüfusu hızla artıyor. Dolayısıyla kirlilik de inanılmaz boyutlara tırmanıyor. İçme suları azalıyor, denizler ve okyanuslar tehdit altında, ormanlar tahrip ediliyor. Doğal ortamı yok olan canlı türleri de yok olmaya başlıyor. Üstelik bir daha dönmemek üzere..

İnsanoğlunun doğal kaynakları yok etmesi yüzünden iklimler, hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde ısınıyor. Bütün bu çevresel sorunlar, bugünün çocuklarına yani yarının dünya vatandaşlarına miras kalacak. Günlük hayatta uygulayabileceğimiz birkaç basit tavsiyeyle tek evimiz dünyamızı kurtarabiliriz.

Dünya çapında ısı giderek artıyor. Bunun başlıca nedeni, atmosferdeki sera gazı seviyesinin çok olması. Bu gazlar insanlar tarafından üretiliyor ve güneşten gelen ısıyı çekiyor. Kutuplardaki buzullar hali hazırda hiç olmadığı kadar hızla eriyor. İklim değişikliğinin etkileri hepimizi etkileyecek.

Buna karşı hızlı ve kararlı bir şekilde harekete geçmeliyiz.

Bunun için ne yapabiliriz?

Odadan çıkarken ışıkları kapayın. Klasik ampulleri enerji tasarruflu ampullerle değiştirin. Daha az araba kullanıp, toplu taşıma araçlarını tercih edin. Kağıt, plastik, cam gibi kullandığımız herşeyi geri dönüştürmeye çalışın. İnsanları da bu konuda uyarın. Oynamadığınız eski oyuncaklarınızı başkalarına verin.

İnsanların ürettiği çöpler en sonunda denizlere gidiyor. Rüzgar, dalgalar ve denizde meydana gelen doğal olaylarla birlikte bu çöpler, dünyanın ücra köşelerine bile taşınabilir. Deniz kirliliği doğaya hasar verirken, insan sağlığını ve bir o kadar da denizde yaşayan canlı türlerini ciddi bir şekilde tehdit ediyor. Ne yapabiliriz?

Çöplerinizi sokağa atmayın. Çünkü en ufak bir yağmur bile onları denize götürmeye neden olabilir. Tekneyle yolculuk yaparken çöpünüzü güvertede bırakmayın. Rüzgar onu denize atabilir. Plajlarda çöpünüzü ortada bırakmayın, çöp kutularına atın. Plastik torba kullanmayın. Plastik torbalar deniz canlılarının ölümüne de neden oluyor. Yasadışı balıkçılık yapanlardan deniz mahsulu almayın. Gönüllü olarak kıyı temizliği aktivitelerine katılın ve çevrenizdekileri yönlendirin.

Günümüzde gezegenimizdeki 2,5 milyardan fazla insan, içme suyuna ve temel sağlık koşullarına erişemiyor. Gelişmiş ülkelerde bir insan, günde 120 litreden fazla su kullanabilir. Fakat bazı Afrika ve Asya ülkelerinde 8 kişilik bir aile, günde 20 litreden az bir suyla yaşamaktadır. Muslukları kapatalım ve kabul edelim ki, dünyanın değişik yerlerinde her gün 4 milyon çocuk hayatta kalma savaşı veriyor. Ne yapabiliriz?

Dişlerinizi fırçalarken musluğu açık bırakmayın. Küveti suyla doldurmak yerine, banyonuzu hızlı bir şekilde duşta yapın. Tuvaletten ve musluktan akan su miktarını azaltmanın yollarını arayın. Çamaşır ve bulaşık makinalarını tam dolu iken çalıştırın. Arabanızı hortumla yıkamak yerine, kova kullanarak yıkayın. Kendi evinizdeki veya çevrenizdeki herhangi bir su sızıntısını hemen bildirin ve derhal onarılmasını isteyin. Çiçeklerin havanın çok sıcak olmadığı saatlerde sulandığından emin olun.

İnsanın tahtaya ve tarımsal alana ihtiyacından dolayı, her geçen gün daha çok orman tahrip ediliyor. Geride çöl kalıyor ve birçok canlı türünün nesli tükeniyor. Bugün her 4 memeliden 1’i, her 8 kuş türünden 1’i ve her 3 sürüngenden 1’i neslinin tükenmesi tehdidiyle karşı karşıya. Ne yapabiliriz?

Ormanlara ve onların biyolojik çeşitliliğine saygı duyalım, etrafımızdakileri de uyaralım. Daha az ağaç harcamak için, kağıtların her iki yüzünü de kullanalım. Kağıtları geri dönüşüme aktaralım. Çünkü bir ton geri döndürülmüş kağıt, 17 tane büyük ağaç demektir. Okulla veya ailenizle ağaç dikim aktivitelerine katılın. Her ne kadar apartmanlarda yaşıyorsanız da, evinizde yeşil köşe oluşturun. Gübre yapın, örneğin yemek artıklarını değerlendirin. Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan hayvanların ürünlerini almayın.’’

TEMA ve TURMEPA daha iyi bir dünya için çalışıyor.(...) Gelin siz de destek olun.

Geleceğimiz erimesin.
can pulak


GÖZLEMGAZETESİNDEN ALINTI


Devamı İçin Tıklayınız...>>

2070 yılından mektup var ...




Önce , yukarıdaki videoyu dikkatlice izleyin... Bizi bekleyen ama henüz ayırdında olmadığımız ve geliyorum diyen akibetimizi görün..

Birey olarak ben neler yapabilirim diye düşünün ve harekete geçin ..

Atık yağların sularımızı nasıl kullanılamaz hale dönüştürdüğünü , ve neler yapabileceğimize bir örneği konu alan aşağıdaki habere de bir göz atın ....


Hepimiz yemek yapmak ve kızartma yapmak için evimizde çeşit çeşit yağ kullanıyoruz. Ayçiçek yağı, zeytinyağı, mısırözü yağı, margarin vs...

Peki bu yağları kullandıktan sonra ne yapıyoruz? Lavaboya döküyoruz değil mi...

TAM BİR KATLİAM

İşte doğa katliamı da tam bu noktada başlıyor.


Lavabodan döktüğümüz her bir damla yağ ile Türkiye'nin geleceğini çalıyoruz ve zaten sınırlı olan su kaynaklarımızı katlediyoruz... Hem de ne katliam....

Lavabodan döktüğümüz bir litre yağ tam 1 milyon litre suyu mahvediyor.

Evet evet, 1 litreye 1 milyon litre...

Fritözlerde kirlenen yağlar, kızartma yapıldıktan sonra tavalardan dökülen yağlar denizlerimizde, göllerimizde, akarsularımızda ve içme suyu kaynaklarımızda geri dönülmesi imkansız hasarlar yaratıyor.

Bu yağlar suların üzerinde birikerek güneş ışıklarının aşağıya geçmesini önlüyor ve oksijeni keserek sudaki tüm dengeyi bozuyor.

Hem sudaki canlı yaşamı bitiyor hem de sular hızla kirlenerek tüm işlevini yitimeye başlıyor. Uzmanların söylediğine göre bu kirlenme böyle devam ederse 30-40 yıl sonra Türkiye büyük bir su sorunu ile karşı karşıya kalacak.

VİDEOYU İZLEYİN, KARARINIZI SONRA VERİN

Bu atık yağ kabusunun ev tarafı bir yana bir de işyerleri tarafı var. Türkiye'deki binlerce gıda işletmesi, oteller, moteller, kamu kurumları , askeriye, dev yemek şirketleri, fast-food'çular, tatlıcılar...

Maalesef bunların çok büyük bir bölümü de yağlarını oluk oluk lavabolardan aşağı döküyor. O yağlar lavabolardan döküldükçe Türkiye'nin geleceği ellerinden gidiyor, her taraf pisleniyor, kararıyor.

Ve maalesef belki de çocuklarımızın içecek bir damla su için birbirine gireceği bir geleceğe gidiyoruz...

Çok fazla korkutmak istemeyiz ama yukarıdaki videoyu mutlaka izlemeniz gerek. İTÜ tarafından hazırlanan videoda 2070 yılından gelen bir mektubu dinleyeceksiniz. Dinleyin, sonra karar verin...

BU NUMARAYI BUZDOLABINIZIN ÜZERİNE YAPIŞTIRIN: 444 28 45

Mevcut durum bu kadar kötü maalesef.

Peki değiştirmek için bişeyler yapabilir miyiz? Evet yapabiliriz. Her bir hane halkı, her bir küçük dükkan, her bir işletme bu gidişatı değiştirebilir.

Yağları lavabodan dökmek yerine ufak bidonlarda biriktirebilirsek bütün işi çözebiliriz.

Çünkü bu bidonları sizden ücretsiz olarak alacak kurumlar var Türkiye'de. Evinizde 5 litre biriktirin, açın bir telefon, gelip alsınlar. Bu kadar basit.

İşyerleri için de ufak bir hatirlatma yapalım. Atık yağını vermek için sözleşme yapmamanın, yağları lavabodan dökmenin aslında büyük bir cezası var. Tam 73 bin lira.

Bu ceza şimdiye kadar kesilmemiş ama sorunun ne kadar ciddi olduğunun farkına varan belediyeler yakında cezayı kesmeye başlayacaklar. Bizden uyarması, sürpriz bir ceza ile karşılaşmamak için elinizi çabuk tutun.

Yağ meselesi memleket meselesi. Buradan biz de çağrıda bulunuyoruz:

"Başta gıda işletmeleri, sonra kurumlar, okullar, oteller, dernekler ve haneler...

Gelin bu yağları biriktirin ve yetkili şirketlere verin. Yapacağınız iş basit, evlerde 5 litre atık yağ biriktiren herkes atık yağ hattı olan 444 28 45'i arasın ve şirket gelip kapınızdan alsın.

Gıda işletmeleri de sözleşmelerini yapıp bidonlarda biriktirmeye başlasın. Sularımızı zehirlemeyelim, geleceği kurtaralım..."

BU YOLDA TRİLYONLAR KAYBETTİ

/_np/3883/9493883.jpg

Bu sayfalarda atık yağ işine hayatını adamış ve bu yolda trilyonlar yitirmiş bir işadamının hikayesini okuyacaksınız. Eskiden yağ tüccarı iken artık Türkiye'nin yağlarının peşinde koşan bir işadamı.

Bu yağlardan elektirik üretecek her türlü altyapısı hazır ama tahmin ettiğiniz gibi hiçbir destek gelmiyor. Halbuki Avrupa ülkelerindeki gibi devlet biraz teşvik verse veya özel sektör ufak bir destek çıksa tüm çarklar dönecek, hem sularımız kurtulacak hem de sıfır atıkla elektriğe kavuşacağız.

Bu işadamının adı Mustafa Ezici. Ezici Yağ'ın sahibi Mustafa Ezici, başbakandan bakanlara, bürokratlardan medyaya kadar bağırıyor,

-"suya karışan 1 litre atık bitkisel yağ, 1 milyon litre suyu zehirliyor. 30-40 yıl sonra çocuklarımıza içecek su kalmayacaaaaakkkkk... Lütfen bu yağları dökmeyiiiiiinnn. Getirin bize hepsini alalım..."


eguler@hurriyet.com.tr

HÜRRİYET

..............................................

Yukarıdaki videoda izlediğiniz mektubun metni :

SU - 2070 yılında yazılmış bir mektup

YIL 2070


50 yaşına henüz bastım ama görüntüm 85 yaşındaki bir insanınki gibi
Yeterince su içemediğim için böbrek sorunları yaşıyorum
Korkarım ki yaşamak için çok vaktim yok
Ben bu topluluktaki en yaşlı insanım...
5 yaşında bir çocuk olduğum günleri hatırlıyorum
O zamanlar her şey çok farklıydı
Parklarda pek çok ağaçlar evlerde güzel bahçeler vardı.
Ve ben yarım saat boyunca büyük bir zevkle duş alırdım
Bugünlerde ise cildimizi temizlemek için mineral yağlı havluları kullanıyoruz.
Eskiden kadınların güzel saçları vardı
Şimdi ise başımızı su kullanmadan temiz tutmamız gerektiği için traş etmek zorundayız....
Eskiden benim babam arabasını hortumdan akan su ile yıkardı
Şimdi ise
Benim oğlum suyun bu şekilde ziyan edilebileceğine bir türlü inanamıyor...
Sokaklarda posterlerde radyoda ve televizyonda SUYU DUYARLI KULLAN uyarıları olduğunu hatırlıyorum
Ama hiç kimse bu uyarıları önemsemedi
Suyun sonsuza dek var olacağını sandık...
Şimdi ise
Tüm nehirler,göller,barajlar ve yeraltındaki su yatakları ya kurudu ya da kirlendi...
Sanayi hemen hemen durma noktasına geldi ve işsizlik büyük oranlara ulaştı
Yegane iş alanı deniz suyunun tuzunu çıkarıp kullana bilinir hale getiren fabrikalar.
Ve işçiler maaşlarının bir bölümünü içme suyu olarak alıyorlar.
Sokaklarda eli silahlı haydutların bir bidon su için insanlara saldırmaları çok yaygınlaştı...
Yiyeceklerin 80% i sentetik
Eskiden yetişkin bir insanın günde 8 bardak su içmesi tavsiye edilirdi
Şimdi ise
Benim sadece yarım bardak su içmeme müsaade ediliyor.
Biz şimdi bir kere giyilip atılan giysileri giymek zorundayız ve bu da çöp miktarını arttırıyor....
Biz şimdi kanalizasyon sistemi susuzluktan çalışmadığı için fosseptik kullanıyoruz...
Nüfusun dış görünümü korkunç:Susuzluk nedeniyle kırışık sıska ultraviyole ışınları nedeniyle yaralarla dolu vücutlar...
Şimdi ozon tabakası kalmadığı için ışınlar çok daha kuvvetli...
Cilt kanseri mide bağırsak enfeksiyonları ve idrar sistemi sorunları ölümlerin ana sebepleri...
Cildin aşırı kuruması nedeniyle 20 yaşındaki bir genç 40 yaşında gibi bilim adamları araştırdılar
Ancak bu soruna bir çare bulamadılar görünüyor.
Su üretilemiyor ağaç ve sebze olmadığı için oksijen de azaldı ve bu yüzden yeni neslin zeka kapasitesi ciddi bir şekilde zarar görüyor...
Pek çok erkekte sperm oluşum morfolojisi değişti
Bunun sonucunda da bebekler kusurlu, mutasyonla ve fiziksel sakatlıklarla doğuyorlar
Devlet soluduğumuz hava için bize para ödetiyor
Erişkin başına günde 137m küp soluyoruz...
Bu parayı ödeyemeyen insanlar güneş enerjisiyle çalışan büyük mekanik akciğerlerle havalandırılan bölgelerden kovuluyorlar.
Soluduğumuz hava kaliteli değil ama en azından nefes alabiliyoruz...
Ortalama insan ömrü 35 yıl...
Hala biraz yeşil alanı olan ,nehirleri akan, bölgeler silahlı askerler tarafından korunuyor...
Su, altın ve elmastan çok daha değerli bir hazine haline geldi...
Yaşadığım yere nadiren yağmur yağdığı için hiç ağaç yok.
Bazen yağış beklerken asit yağmurları yağıyor.
Mevsimler ciddi bir şekilde 20.yüzyılın çevreye zarar veren sanayisi ,atomik deneyler ve çevreye yaydıkları kirlerden etkilendiler
O zamanlar çevreyle ilgilenmemiz konusunda uyarıldık ama hiç kimse dikkate almadı
Oğlum benden gençliğimden söz etmemi istediği zaman ona yeşil tarlaların ,çiçeklerin güzelliğini, yağmuru ,nehirlerde yüzmenin ,balık avlamanın , içebildiğimiz kadar su içebilmenin ne büyük bir zevk olduğunu ve insanların ne kadar sağlıklı olduklarını anlatıyorum...
O bana babacığım şimdi neden su yok? diye soruyor...
İşte o zaman boğazım düğümleniyor....
Kendimi suçlu hissetmekten bir türlü kurtaramıyorum çünkü ben de o yaşadığı çevreyi kirleterek tahrip olmasına sebep olan, tüm uyarılara kulağını tıkayan nesle aidim...
Şimdi ise
Bizim çocuklarımız bunun bedelini ödüyorlar!...
Yeryüzünde, şimdi doğanın tikle inanıyorum...
Ne kadar çok isterdim geriye dönüp insanoğluna bunları anlatmayı...
... Henüz daha Dünya gezegenimizi kurtarmaya zamanımız varken...

Hazırlayan: Ria

Not: 2002 yılının Nisan ayında "Cronicas de los Tiempos" dergisinde yayınlanan "2070 Yılından Mektup Var" adlı makale

Türkçe'ye çeviren: TEMA

Kaynak: Cronicas de los Tiempos - Tema
30-01-2006


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Dünyanın suyu azalıyor


On yıllar önce ,bilimsel bir toplantıda Bilim adamlarının dünyanın su sorununa dikkat çekmek için söylediği şu sözler , alarm saatinin çalma zamanının gittikçe yaklaştığını gösteriyordu :
-İki bardak suyunuz varsa , ne olur bir bardağını saklayın .. Çünkü önümüzdeki on yıllar içinde , o bir bardak suya muhtaç olacağınız günler gelecek ..

A.A dan alınan aşağıdaki haber de ayni tehlikeye dikkat çekiyor ...
********************************
Dünyanın suyu azalıyor
Günümüzde yaklaşık 1,3 milyar kişi su sıkıntısı çekerken, gelecek 25 yılda bu sayının 2 katına çıkacağı tahmin ediliyor.

Doğal Hayatı Koruma Derneği (WWF) Türkiye temsilciliğinin verilerine göre, Türkiye, sanıldığı gibi su zengini değil.


Karamsar tablonun ardından su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı alınabilecek önlemler şöyle sıralanıyor:

Hortumla araba yıkamayın.

Bozuk muslukları tamir ettirin.


Diş fırçalarken, traş olurken ya da bulaşık yıkarken muslukları açık bırakmayın.

Su kirliliğini azaltmak için çamaşır suyu ve diğer temizlik malzemelerini mümkün olduğunca az kullanın.

Doğal Hayatı Koruma Derneği (WWF) Türkiye temsilciliğinin verilerine göre, yeryüzündeki tüm canlılar için yaşamın temel kaynağı olan su giderek tükeniyor.

Dünyanın yüzde 70’i sularla kaplı olmasına rağmen, tatlı su kaynakları bunun yalnızca yüzde 2,5’luk oranını tutuyor.

Yeryüzü nüfusunun beşte biri su kaynaklarının yanlış kullanımı, kirlilik, alan kaybı gibi nedenlerden dolayı sağlıklı, temiz ve içilebilir su kaynaklarından mahrum bulunuyor.

Günümüzde yaklaşık 1,3 milyar kişi su sıkıntısı çekerken, gelecek 25 yıl sonunda bu sayının 2 katına çıkması tahmin ediliyor.
Su talebinin de son 25 yıl içinde yüzde 60 arttığı belirtiliyor.
Veriler, Türkiye için de karamsar bir tablo ortaya koyarken, Türkiye’nin bilinenin aksine su zengini olmadığı ifade ediliyor.
Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 10 bin metreküp olması gerektiği bildirilirken, bu miktar Türkiye’de yalnızca bin 430 metreküp.

SU KULLANIMINI AZALTMA ÖNERİLERİ

Su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı için gündelik hayatta kolaylıkla alınabilecek önlemler ise şöyle sıralanıyor:
-Araba yıkarken kova ve sünger kullanarak, hortumla araba yıkama işlemi en aza indirilebilir. Hortumla yıkama yılda yaklaşık 550 litre su kullanımına eşittir.
-Bozuk musluklardan ve tuvaletlerden sızan su, evde kullanılan toplam su miktarının yüzde 5’ini tutmaktadır. Su tüketimini azaltmak için bozuk olan musluklar ve tuvalet tesisatını tamir ettirerek bu oran azaltılabilir.

-Diş fırçalarken, traş olurken ya da bulaşık yıkarken açık bırakılan musluk dakikada, yaklaşık 15-20 litre suyu boşa harcanmasına neden olur.

-Evde en fazla su tüketilen yerlerden biri tuvalettir.

Bir kişi yılda ortalama 49 bin 140 litre suyu tuvaletlerde tüketir.


Yeni teknolojiler sayesinde standart modellere kıyasla yüzde 60 daha az su tüketen klozetler bulunmaktadır.

Çamaşır suyu, atık maddelerin ayrılıp çözülmesini sağlayan yararlı bakterileri öldürür.

Su kirliliğini azaltmak için çamaşır suyu mümkün olduğunca az kullanılmalıdır.

Evlerde kullanılan temizlik malzemeleri atık sularla birlikte nehirlere karışır.

İçinde fosfat bulunmayan ve suda ayrışabilen temizlik malzemeleri kullanılarak su kirliliğinin azaltılmasına katkıda bulunulabilir.


Evde su tasarrufu yapmanın bir başka yolu da musluklara ve duş başlıklarına takılan ve su akışını azaltan, ancak su basıncını artıran yeni sistemlerdir


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Avrupa'nın kurak 10 kentinden 6'sı Türkiye'de


Bugünlerde , Dünyayı ve ülkemizi bekleyen susuzluk tehlikesine sıkça değinmeye başladık.
Tükenmekte olan ve artan dünya nüfusuna yetmez hale gelen su kaynaklarımızın bilinçli , tasarruflu kullanılması ile susuzluk sorunu belki biraz daha ötelenebilecektir.
Boşa akıttığımız her damla suyun , çocuklarımızın susuzluk felaketi ile karşı karşıya gelmesi anlamına geleceğini anlamak ve buna göre davranmak zorundayız..

İşte gelmekte olan tehlikenin ayak sesleri :
........................................................................................

AB istatistik kurumu Eurostat, Avrupa kentlerinin en kurak 10 kentinden 6'sının Türkiye'de olduğunu açıkladı.

Avrupa kentlerindeki yaşam kalitesini incelerken kentleri iklim yönünden de ele alan Eurostat, en az yağmur alan 10 kent arasında İzmir, Manisa, Adana, Antalya, Konya ve Gaziantep'i sıraladı.

Portekiz'in Faro kenti sıralamada en kurak kent olarak ortaya çıkarken, Faro'yu sırasıyla İzmir, Portekiz'in Setubal, Yunanistan'ın başkenti Atina, Manisa, Adana, Antalya, Lefkoşa, Konya ve Gaziantep takip etti.

En çok yağmur alan 10 kent sıralamasında İngiliz ve İrlanda kentleri ilk onda çoğunlukta yer aldı, ancak ilk iki sırayı Alman kentleri Halle a. d. Saale ve Köln öne çıktı.

NÜFUS ARTIŞI

Avrupa kentlerinin nüfus artışı bakımından da istatistiklerini yayımlayan Eurostat, nüfus artışının en hızlı olduğu 10 kent içinde 5 Türk kentini sıralandı.

Hollanda'nın Almere kentinin bu konuda başı çektiği listede, Van 2'inci, Antalya 4'üncü, İstanbul 8'inci, Erzurum 9'uncu ve Bursa 10'uncu sırada yer aldı.

Nüfus artışının en az olduğu 10 ülkenin 3'ünü ise Rumen kentleri oluştururken, bu listede başı Slovenya'nın Maribor kenti başı çekti.

YAŞ GRUPLARINA GÖRE NÜFUS

Kentlerin yaş gruplarına göre nüfusu göz önüne alındığında ise en yaşlı nüfusun İtalya'da olduğu, bu sıralamada 10 kentten 9'unu İtalyan kentlerinin oluşturduğu belirtildi.

0-14 yaş grubunun nüfusa oranı göz önüne alındığında en genç nüfusun da Hollanda'nın Almere kentinde olduğu, iki İngiliz kentinin bunu takip ettiği ifade edilirken, çoğu kentlerde nüfusun büyük bölümünü 0-14 yaşın oluşturduğu Türkiye'nin bu listenin dışında bırakıldığı kaydedildi.

Eurostat'ın raporunda, "Türkiye 0-14 yaş listesine dahil edilseydi liste sadece Türk kentlerinden oluşurdu" ifadesi kullanıldı. A.A.
Hürriyet -Dünya


Devamı İçin Tıklayınız...>>

SU DEĞERLİDİR

Son iki yazımızın kaynağı , İzmir Büyükşehir Belediyesinin web sitesi.....
Alttaki diğer başlıkta , Azmak Deresi düzenlemelerini konu alan bir yazı yer alıyor..

Bugünkü konumuz dünyanın tatlısu kaynaklarına ne olduğu , ve bunun ülkemizdeki yansımaları.Ayrıca , İzmir Anakent Belediyesince , su kaynaklarının tasarruflu kullanılması çağrılarını öne çıkaran afiş ve diğer uyarılara da değineceğiz.





Bildiğiniz gibi , Dünyada büyük bir hızla artan insan nüfusunun karşılanması gereken tatlısu ihtiyacı nedeniyle , tatlı su rezevlerinin tükenmesinin ülkemizdeki yansıması ile , susuzluk tehlikesi ile yüzyüzeyiz.. Daha çok su temini için alınan tedbirler , tatlı su rezervlerinin azalmasını engelleyemiyor. Tam tersine , su kaynaklarının daha da hızlı tükenmesine yol açan geçici çözümler diyebileceğimiz bir rahatlamanın sonunda, dünyayı diğer doğal felaketlerle birlikte , korkunç bir susuzluk felaketi bekliyor.
On yıllar önce , bilim adamlarının bir sözü , özdeyişe dönüşmüş halde kulaklarımda çınlıyor:
"-İki bardak suyunuz varsa , lütfen birini içmeyin..Saklayın..Çünkü bir bardak suya muhtaç olacağımız günler geliyor"nnn
Barajlardaki tutulan su rezervleri bitiyor , göller ırmaklar kuruyor. Yer altından yüzlerce metre derinlikten çıkan sular artık çıkmıyor.. Daha derine , her seferinde daha derine inmek zorunda kalınıyor.
Yanlış bir inanış var halk arasında .. Hatta yetkili kişiler de de ayni yanlışı görüyoruz. Yağacak bir yağmurun tatlısu rezevlerini tekrar eski düzeye getireceği sanılıyor. Yağmur , haftalarca yağsa da su rezervlerinin eski haline gelmesi mümkün değil.
Niye mi ?
Yer altında yüzyıllarca , belki de binyıllarca zamandan beri ,tıpkı petrol yatakları gibi depo halde bulunan çok büyük tatlısu gölleri ya da denizleri vardır. Bunlar tüketiliyor ya da tüketildi şu ana kadar.
Bu rezervler , yağışla tekrar eski halini alabilecek kaynaklardan değil.
Geçenlerde , tam olarak nerede okuduğumu hatırlayamıyorum , bir Amerikan kuruluşunun internet sitesinde , yer altında keşfedilen tatlısu denizinden bahsediliyor ve bu tatlısu rezervinin üzerinde bulunan , hatırlayamadığım o büyük kent ve çevresindeki yerleşim , tarım ve sanayi alanlarına yıllarca yeteceğini anlatıyordu..
Tatlısuyu da hazır rezervlerden tükettiğimizin farkında değildik galiba....
Mexico City gibi Pekin gibi kentlerinde yaşayan , onmiyonlarca insan nüfusuna tatlısu su yetiştirebilmek için çevrede mevcut bütün su kaynaklarının kullanılıp tüketildiğini , yer altında yüzlerce metre derinlikteki derin kuyulardan su çekilerek ihtiyacın karşılanmasına çalışıldığı , bu kaynakların da tükenmeye başladığı , her iki kentin de , derin kuyu pompalarıyla çekilen sular nedeniyle 1,5-2 metre aşağıya battığını ve çökmenin devam etmekte olduğunu , artık , kenar semtlere tankerlerle su taşındığını , insanların bir iki bidon su alabilmek için birbirini çiğnediğini biliyor muydunuz ?

İşte , dünyada bu gelişmeler olurken , kentlerimizde bir yandan sularımızın zehirli atıklarla kirlenmesi , en son olarak İzmir'in suyunda çıkan arsenik sorunu , diğer yandan su kaynaklarının gittikçe tükenmesi, su kaynaklarının tasarruflu kullanılmasını , bir damla suyun bile israf edilmemesini zorunlu hale getiriyor.

İşte ,İzmir 'de de Tahtalı barajının dibi göründü..Yer altı kuyularında su tükendi. Arsenikli suyu bile bulamayacağız gibi görünüyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi , çeşitli afiş ve sloganlar geliştirmiş ,otobüs duraklarında ,bilboardlarda , otobüslerde bu yönde uyarılar yapıyor İzmir halkına ...

Biz de
bu uyarıları buradan duyuralım istedik :

................................................................

Suyu Tasarruflu Kullanalım

Su Değerlidir...

Yeryüzünün büyük bir kısmının sularla kaplı olmasına rağmen bunun çok küçük bir bölümü tatlı ve kullanılabilir su niteliğindedir.
Dünya da 6 insandan 1’i güvenilir içme suyuna sahip değildir.
BM 43 ülkede 700 milyon kişinin su kıtlığı çektiğini, önlem alınmazsa 2025 yılında bu rakamın 3 milyarı geçebileceğini bildirmektedir.

Hayatın kaynağı olan su, sadece küresel ısınmanın değil, bilinçsiz tüketimin de etkisi hızla azalmaktadır. Türkiye sanılanın aksine su zengini değil, su azlığı yaşayan bir ülkedir.
Türkiye’nin gelecek kuşaklara sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynaklarını çok iyi koruyup akılcı kullanması gerekmektedir.

Suyumuza Sahip Çıkalım!


SU TASARRUFU EVDE BAŞLAR

• Evimizde gizli su kaçağı olabilir. Anlamak için muslukları kapatalım ve su sayacındaki rakamı okuyalım. Su kullanmadan geçen iki saatin sonunda sayacı tekrar okuyalım. İki rakam arasında fark varsa önlem almalıyız.

• Musluk, rezervuar arızalarını ihmal etmeyelim. Damlatan bir tek musluktan, bir günde 7 kova su kaybolur.

• Banyo ve tuvalette kullanılan su, evin toplam su tüketiminin % 70 i kadardır. Tuvalet rezervuarı 16 litrelikse, su dolu 2 adet plastik şişe koyarak su tüketimini % 20 azaltabiliriz.

• Rezervuarları yenilediğimizde daha düşük kapasiteli olanları tercih edelim.

• Ellerinizi yıkarken, dişlerinizi fırçalarken, traş olurken, bulaşıkları durularken bir dakika boşa akan su yaklaşık 15-20 litredir.

• Banyo yerine duşu tercih edelim. Bir duşta ortalama 50 litre, bir banyoda ise 150 litre su tüketilir.

• Çamaşır ve bulaşık makinaları bir defada ortalama 40 litre su tüketmektedir. Makinelerinizi tam doldurmadan çalıştırmayalım ve kısa programları tercih edelim.

• Bahçe sulamak için buharlaşmanın az olduğu sabah ya da akşam üstü saatlerini tercih edelim.

• Sebze ve meyve yıkadığımız suyla çiçek sulayabilir, temizlik yapabiliriz.

• Otomobilimizi hortumla yıkamak yerine silerek ya da kova ve sünger kullanarak temizleyebiliriz.


Devamı İçin Tıklayınız...>>

su kaynakları tükeniyor.....su savaşları başlıyor





Bilim Adamlarının , dünyanın kullanma ve içme suyu yönünden bir felakete doğru sürüklenmekte olduğunu işaret eden “ İki bardak suyunuz varsa , ne olur bir bardağını saklayın. Çünkü bir bardak suya muhtaç olacağınız günler yaklaşıyor “sözlerinden yola çıkarak , bu yazıya bir giriş olarak koymuştum geçenhaftaki anketi…
Anket sona erdi.


Ankette , bir insanın susuz-sıvısız yaklaşık ne kadar süre hayatta kalabileceğini sormuştum .

Şıklar ve şu ana kadar verilen cevaplar :

a- ) 2 Gün --- % 43

b- ) 7 Gün ---- % 30

c- ) 21 Gün--- % 10

d- ) 70 Gün --- % 3

e- ) 4 Ay ---- %14

Anket sorusunun cevabını verelim :

-Bir insan , su ve sıvı madde almadan ortalama olarak , en fazla 7 gün hayatta kalabilmektedir.

Peki ,zaten şu anda bile susuzluk çekilmeye başlamış olan dünyamızda , su kaynakları bir kaç on yıl sonra gerçekten tükenecek midir , su insan için neden bu kadar önemlidir ?


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Kuraklık : Akdeniz afeti

Akdeniz, Akdenizlilerindir.

Akdeniz, bir deniz bile değildir; o bir denizler bütünüdür.

Ve bu denizler adalarla dolu, yarım adalarla kesilmiş ve dallı budaklı kıyılarla çerçevelenmiştir.

Akdeniz, bir deniz olmayıp aralarındaki az veya çok geniş kapılar aracılığıyla bağlantı kuran sıvı ovaların birleşimidir.

Akdeniz; ırkların , dinlerin, adetlerin, uygarlıkların olağan üstü harmanında hiç de yok edilemeyen bir özgürlüktür. (Fernand BRAUDEL )

Bu iklimin insanların hayatı açısından eksikliği, yağmurların yıllık dağılımından kaynaklanmaktadır. Yağmur çok yağmaktadır.hatta bazı noktalarda ölçüsüz bir şekilde yağmaktadır.Fakat yağmurlar ilkbaharda ve sonbaharda gelmektedir. Bu kabaca , muson iklimlerinin tersidir. Muson iklimleri sıcaklık ve suyun verimli buluşmalarını örgütlemektedir. Akdeniz ikliminin ise bu önemli hayat faktörlerini, tahmin edilecek sonuçlarıyla birlikte ayırmaktadır.Yaz döneminin ‘’ şanlı gökleri ‘’ ağır bedeller ödetmektedir.Kuraklık her yerde akan suların duraklamalarına veya kurumalarına hükmederek, doğal sulamayı etkilemektedir.

Kuraklık bütün otçul bitkilerin duraklamasına hükmetmektedir; bunun sonucu olarak tarım için olduğu kadar bitkiler için de kuraklığa uyum sağlama, değerli su dağılımını en çabuk ve en iyi şekilde kullanma zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.

Kış bitkisi buğday olgunlaşmak ve faal hayat devresini tamamlamak için mayıs – haziran ayından itibaren acele etmeye başlamaktadır.

Mısır ve Andaluçya da ise nisan ayından itibaren, Tunus’taki zeytin ağaçları meyvelerini olgunlaştırmak için belirleyici sonbahar yağmurlarından yararlanmaktadır.

Öyle gözükmektedir ki, dry farming çok erkenden ampirik ( yalnız görgüye dayalı usul ) olarak her tarafta uygulanmıştır. Ve bu sadece Fenikelilerin yaptıkları deneylerden sonra değildir.

Doğudan gelen sulama, çeşitli yöntemleriyle birlikte çok erkenden Akdeniz alanına nüfuz etmiştir.

Bu sulama tekniklerinin Akdeniz’e geldikleri yollardan uzun zamandan beri kurak ülkelere uyum sağlamış olan bir çok bitki de (otçul ve ağaççıl ) gelmiştir.

İsa’dan önceki birinci binde bağ ve zeytin yetiştiriciliğinin denizin doğusundan batısına doğru geniş ölçekte yayılmasını gerçekleştirmiştir.. Akdeniz’in iklimi nedeniyle ,ağaççıl kültürlere yönelmesi alnına yazılmıştır.Bir bahçe olduğu kadar besleyici ve tanrısal ağaçların da ülkesidir.

Buna karşılık ,Akdeniz iklimi sıradan ağaçları ve orman oluşumunu teşvik etmemiştir.Veya en azından onların oluşumunu garanti etmemiştir.

Akdeniz’in iklimsel oluşumu orman , çok erkenden insanların saldırısına uğramış ve geniş ölçüde –çok geniş ölçüde – yok edilmiştir.

Yerine yenisi ya yetersiz veya hiç konulmamıştır.Bunun sonucu olarak ormanın yozlaşmış biçimi olan çalılıklar ve makilikler yer almıştır.Avrupa’nın kuzeyine nazaran Akdeniz çok erken etsiz bir ülke haline gelmiştir.

Bütün hesaplar yapıldıktan sonra odun bize tencerenin içindeki yemek kadar pahalıya mal olmaktadır

Akdeniz de gerçek , otlakların azlığıdır.

Bu durum yağmur tarafından yıkanan toprakların üretken unsurlarını kaybetmeleriyle – otlaklar aslında Akdeniz kuraklığının en iyi muhafızıdır – gübre kullanımının zorunlu olduğu kuzey ülkeleri gibi yerlerin zengin tarımları için gerekli olan büyükbaşların ,burada az sayıda olmalarına neden olmaktadır.Keçiler ve koyunlar, etlerinden çok yünleri için yetiştirildikleri için et iaşesinin açığını kapatmaya yetmemektedir.

Akdeniz hakkında dalga geçerek yazan bir coğrafyacı ‘’ yeteri kadar et yok, fakat çok fazla kemik var ‘’ diyordu. Kuzeyli insanlar için daha XVI yy. da bile Akdeniz hayvan varlığı açık verir olarak; sığırlar sıska ve koyunlar düşük ağırlıklı gözükmektedir.

Aynı şey atlar için de söylenebilir.Akdeniz’de çok güzel atlar vardır. Türk atları, Napoli’nin küçük atları, Anduluç’ya yük beygirleri, Kuzey Afrika’nın Berber atları. Bu atlar hızlı, canlı binek hayvanlarıdır. Ve gelecek yüzyılda kuzeyin büyük at, eşek ve katırları karşısında modası geçecektir. Yulaf , Akdeniz dünyasıyla yeni tanışmaktadır, arpayı insan hayvanlara vermekten çok kendileri yemektedir.

Her şeyi bununla açıklamayı arzu etmeksizin kaydedelim ki, eğer toprağı ancak çizen saban Akdeniz tarlalarında tutunabildiyse, bunun nedeni sadece ekili toprağın niteliği ve narinliği olmayıp, aynı zamanda sürüm hayvanları olan öküz ve katırların yeterli güce sahip olmamalarıdır da.

Gerçekte Akdeniz bu koşullar tarafından ağırlaşan temelli bir fakirlikle mücadele etmektedir.

Gerçek ve zahiri kolaylıklara rağmen hayat burada narindir .Herkes Akdeniz’in tatlılığına,

o kadar övülen güzelliğine kendini kaptırmaktadır.Güneşten, renklerden, ılık havadan,

kış güllerinden, turfanda meyvelerden herkes büyülenmektedir. (Tıpkı, Vicenze’deki halkın sokak yaşamı, geniş bir şekilde önleri açık dükkanlar karşısında şaşkına dönen ve parlak güney ışığından evine biraz götürmeyi düşleyen GOETHE gibi.)

Gerçekte Akdeniz insanı bütün çabasını sarf ederek gündelik ekmeğini zorlukla kazanmaktadır. Muazzam alanlar işlenmeden kalmakta ve çok az yarar sağlamaktadır. Besleyici toprak hemen her yerde iki yılda bir nadasa tabidir ve bu büyük verimlilikleri önleyen yöntemdir.

Bu fakirliğin aşikar işareti bulunmaktadır ; AZLA YETİNME.

Anadolu’da bulunan Flaman Busbec 1555’de şöyle yazıyor; ‘’ Öyle sanıyorum ki, gerçeği yaralamaksızın bir Flamanın bir günlük masrafını karşılamak için gerekenin, bir Türkü 12 gün yaşatmak için yeterli olduğunu ifade edebilirim. ... Türkler mutfağın ve ona bağlı olan her şeyin cahilidirler ; azla yetinme konusunda aşırıdırlar ve yemek seçme konusunda pek hassas değildirler; eğer tuz, ekmek ,sarımsak veya bir tane soğanları varsa ve biraz da ayranları bulunuyorsa başka bir şey istememektedirler, bunlarla bir türlü yapmaktadırlar ... Çoğu zaman iyice soğuk suyla sütü karıştırmakla yetinmektedirler, bununla iştahlarını bastırmakta ve büyük sıcakların onlarda meydana getirdiği harareti söndürmektedirler. ‘’

Bu azla yetinme; biraz pirinç, biraz güneşte kurutulmuş et ve közde kaba bir şekilde pişirilmiş ekmeğin yettiği, seferdeki Türk Askerlerinin en büyük güçlerinden biri olarak sıklıkla kaydedilmiştir.

Fakat acaba Rum, İtalyan, İspanyol köylüsü hatta kentlisi bu konuda Türklerden daha mı zordurlar? Théopline Gautier de daha bir yüzyıl önce, ağır kürekçilerin mesleğinden ötürü kaslanmış yakışıklı kayıkçıların, kayıkları üzerinde sadece çiğ hıyarla beslenerek,

günlerce yaşamalarına şaşırarak, bunların çok az olan gıdalarını kaydediyordu.(1853)

Akdeniz edebiyatında sofra zevkine ilişkin küçük bir yer acaba fark edilmiş midir ?

Yemek tasvirleri – tabi söz konusu hükümdarların sofrası değilse – asla bolluktan söz etmemektedir.

Bandello’nun öykülerinde iyi bir yemek ; biraz sebze, biraz Bologna sucuğu, işkembe ve bir kadeh şaraptır. Don Kişot ‘un yemek listelerini veya şu atasözünü hatırlatmak gerekir mi?

‘’ Eğer bir tarla kuşu Anduluçya’dan geçmek isterse, yanında yemini de getirmelidir ‘’

Bahçe, meyvelik veya deniz ürünleri ne kadar cezbeder olursa olsun, bugün bile iyi donatılmamış bir sofra ‘’ örneklerin çoğu itibarıyla yetersiz beslenme sınırında ‘’ bir gıda rejimi söz konusudur.

Bu azla yetinme bir erdem veya ‘’ zevk eksikliği ‘’ değildir, - Busbec gibi konuşursak- bir zorunluluktur.

Akdeniz toprağının halklarına dayattığı fakirlikten, buranın verimsiz kalkerli toprakları,

tuz felaketine maruz kalan geniş alanlar yumuşak toprakların nadirliği,

işlenebilir toprakların narinliği de sorunludurlar.

Yalnızca kötü tahta sabanın ancak tırmalayabildiği ince toprak tabakaları rüzgar ve afet sularının insafına kalmışlardır.

Bunlar ancak insan çabasıyla yerlerinde tutunabilmektedirler.Ve köylünün sürekli dikkat ve özenini boşa çıkartan uzun süren belalar döneminde yalnızca köylülük değil, besleyici toprağın kendi de yok olmaktadır.

Akdeniz’de eğer ekilerek korunmazsa ölmektedir. Çöl ekilebilir alanı pusuda gözlemekte ve eline geçirince de asla bırakmamaktadır. Toprağın köylü çabasıyla korunması veya yeniden inşa edilmesi bir mucizedir.

Orman, otlak ve özel olarak verimsiz olan alanlar dışında işlenen alan ;

1900’lerde İtalya’da toprakların %46’sını, İspanya’da %39.1’ini, Portekiz’de %34.1’ini ve Yunanistan’da sadece %18.6’sını meydana getirmektedir.

1936 ‘da Rodos’ta 144.000 hektardan 84.000’i işlenmemektedir. Denizin güney kıyılarında rakamlar daha da felakettir.

İşlenen topraklar acaba ne vermektedir?

İstisnai –sulama hariç – çok az bir şey; bundan da iklim sorumludur.

Akdeniz’de hasat hiçbir yerde olmadığı kadar dengesiz unsurların insafına kalmamıştır.

Eğer hasattan önce güney rüzgar eserse, buğday tam anlamıyla olgunlaşmadan ve olağan büyüklüğe erişmeden önce kurumaktadır.Veya olgunlaşmışsa taneleri dökülmektedir.

Eğer su baskınları kışın alçak toprakları istila ederse, tohumlar tehlikededir.

Eğer, ilkbaharda gökyüzü çok erken açılırsa olgunlaşması epeyi ilerlemiş olan üzüm bazen telafisi mümkün olmayan bir şekilde donmaktadır. Hasattan son ana kadar emin olmak, asla mümkün değildir.

Akdeniz tarlalarını tehdit eden bu felaketler listesine çekirge belasını da ekleyelim.

Bir hasadın, onu pusuda bekleyen bütün tehlikelerden birbiri ardına kurtulması nadir olaydır.Verimler düşüktür ve buğday ekim alanlarının sınırlı yüzeyleri de hesaba katılınca,

Akdeniz daima açlık sınırındadır.

Birkaç kere ısı sıçramasının olması, yağmur yağmaması, insanların hayatlarının tehlikeye girmesi için yeterlidir. Ekmek fiyatları yağmura göre artmakta veya düşmektedir.

Bu durumda her şey -hatta - siyaset bile değişmektedir.

Bu kıtlık durumunda hem köylü eşkiyalığı ile deniz korsanlığı, şiddetlerini iki katına çıkartacaklardır.(1558)

Bütün bunlar XVI. Yüzyılda Akdeniz’deki gıda durumu hakkında açıklayıcıdırlar.

Sadece basit bir ‘’ ekonomik ‘’ sorun değil , aynı zamanda ‘’ hayati ‘’ bir sorun.

Bunun anlamı ; açlığın, insanları sokakta öldüren - hakiki - bir gerçek olmasıdır.

Venedikli NAVAGERO 1521’de ‘’ Anduluçya’da öylesine bir açlık oldu ki,sayılamayacak kadar hayvan öldü ve ülke çöl olarak kaldı.Çok sayıda insan öldü. Öylesine kuraklık oldu ki, buğdaylar yok oldular ve tarlalarda ot bile bulunmaz oldu. Bu yıl Anduluçya’nın cins atlarının büyük bir kısmı yok oldular ve bugüne kadar (1525) yerlerine yenileri konulamadı.’’ diye anlatmaktadır.

Bu uç bir örnektir.

Fakat yılların dizisi içinde, her hükümetin buğday avına çıkması ve insanların açlıktan ölmelerini önlemek için – her zaman başarılı olmasa da – kamusal dağıtımlar örgütlediği kaydedilmektedir.

Yüzyılın ikinci yarısında ( 1586 - 1591) ağır bunalım bütün Akdeniz’i etkilemiştir.

Bu bunalım Akdeniz’i kuzey teknelerine açmıştır. Normal yıllar içinde bile hayat asla kolay, asla bolluk içinde değildir. XVI yy. sonunda Guzman’ın anlatısı içindeki şu cümleyi tartınız ; ‘’ Kuraklık sonucu yıl kısırdı. Refah yıllarında bile çok çalışmak zorunda kalan Sevilla bundan çok ızdırap çekti.’’

Akdeniz tarihinin kalbinde şu zorlamalar rol oynamaktadırlar; fakirlik, yarının belirsizliği.

Belki de bilgeliğin ,azla yetinmenin , insanların çalışkanlıklarının nedenleri bunlardır.

Ve belki de , bazen gündelik ekmek ihtiyacından başka bir şey olmayan, içgüdüsele benzeyen bazı emperyalizmlerin de nedenleri bunlardır.

Akdeniz zayıflıklarını yenebilmek için ; davranmak, kendi evinin dışına çıkmak,

uzak ülkelerin katkıda bulunmalarını sağlamak, onların ekonomilerine ortak olmak zorunda kalmıştır. Ve bunu da yaparken tarihini önemli ölçüde büyütmüştür.

KAYNAK : Fernand BRAUDEL Akdeniz ve Akdeniz Dünyası

İmge Yayınevi Ağustos 1993 cilt 1 sayfa 287

DERLEYEN : Engin Özdemir Aralık 2003 , Alanya

Fernand BRAUDEL (1902-1985 ): ‘’ Akdeniz’i ihtirasla sevdim ‘’ diye sözlerine başlayan F. Braudel ilk kez 1946 da bir doktora tezi olarak sunduğu ve 1949 da yayınladığı ‘’ Akdeniz ‘’ daha sonraları yazar tarafından defalarca gözden geçirilmiş, değiştirilmiş ve genişletilerek zenginleştirilmiştir. Braudel’in bu eserinde yaptığı ‘’ bir başka tarihtir’. Çünkü tarihsel bir nesne olarak ele aldığı bir ‘’ Deniz’dir’’. Yirmi yıllık bir çalışmanın ürünü olan Akdeniz’i hazırlama aşamasında , Venedik, Parma, Modena, Florensa, Cenova, Napoli, Paris, Viyana, Simascas, Londra, Krakov,Varşova arşiv ve kütüphanelerinden yararlanılmış, Türk arşivlerinden , ‘’ zengin, muhteşem olarak bahsetmekle, buralara girişin zorluğundan dolayı Batılı kaynaklara baş vurularak Türk ülkelerinin ve Türk etkisi altındaki ülkelerin tarihi dışarıdan görülmüştür’’ denmektedir. 1550 – 1600 yılları arasındaki Akdeniz’i anlatan bu kalın, 3 ciltlik kitaplar dizisi Mehmet Ali KILIÇBAY tarafından çevrilmiştir.

BU DERLEME, Günümüz için ‘’ Ders olur, ibret alınır ‘’ düşüncesi ile, Akdeniz coğrafyasının ve ikliminin yansıttıklarından - sadece – ilgi alanımıza giren kuraklık - çok kısa- olarak özetlenmiştir. Engin ÖZDEMİR , Mevsimsiz



Devamı İçin Tıklayınız...>>

Su yasası çıkmalı'


Samsun--

Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) Samsun Şube Başkanı Müşfik Veysel Erdoğan, kalkınma ve gelişme planlarımıza uygun, ulusal ve toplumsal karakterli bir su yönetim anlayışının kurumsallaşması 'su yasası'nın çıkartılması gerektiğini belirterek, "Su mülkiyeti ve işletmeciliğinde kamu sistemi ve kamu yönetimi güçlendirilerek korunmalıdır" dedi.

"Dünya Su Günü" nedeniyle sendika olarak görüşlerini açıklayan Şube Başkanı Müşfik Veysel Erdoğan, dünyanın birçok ülkesindeki su kaynakları hızlı nüfus artışı ve kirlenme tehdidi altında olduğunu, kullanılabilir suyun yeryüzündeki en değerli doğal kaynak olması ve oldukça eşitsiz bir şekilde dağılması, özellikle suyun kıt olduğu bölgelerde su kaynaklarının en verimli bir şekilde yönetilmesinin zorunlu kıldığını vurguladı. Su hizmetlerinin yönetim anlayışında, son yıllarda kamu hizmeti anlayışından pazar ekonomisi anlayışına doğru bir yönelme görüldüğünü dile getiren Erdoğan, "Yaşamsal bir maddeye sahip olmak bir insanlık hakkı mıdır, yoksa sadece bir gereksinim midir? Örneğin hava bir insanlık hakkıdır ve ücretsizdir" diyerek suyun yaşamsal önemini nedeniyle ücretlendirilmemesi gerektiğini belirtti.

Ülkedeki su yönetiminin kurumsal yapısının yenilenmesinde, kalkınma ve gelişme planlarına uygun, ulusal ve toplumsal karakterli bir su yönetim anlayışının kurumsallaşması gerektiğine dikkat çeken Erdoğan, "Çerçeve bir su yasası çıkartılmalıdır. Su mülkiyeti ve işletmeciliğinde kamu sistemi ve kamu yönetimi güçlendirilerek korunmalıdır. Yeni çerçeve kanun için yapılacak çalışmalarda öncelikli olarak kabul edilmesi gereken ilke; Türkiye'de su kaynakları yönetiminin sürdürülebilir kalkınmanın kilit bileşeni olduğu ve her yurttaşın yeterli ve uygun kalitede su arzına ulaşmasının esas kabul edildiği olmalıdır. Su, ekonomik ve sosyal değeri olan sınırlı bir doğal kaynaktır. Su kaynakları yönetimi, enerji, tarım, sağlık ve çevre olmak üzere sosyoekonomik kalkınmanın başlıca sektörlerini itici güç olmayı devam edecektir. Hazırlanacak Çerçeve Su Yasasında bu gereksinim özellikle dikkate alınmalıdır" diye konuştu.

Erdoğan, yasayla kurumlar arasında yetki karmaşası oluşturan ve işleyişi yavaşlatılan çok başlı kurumsal yapının ortadan kaldırılması için önlemler alınması gerektiğini de kaydetti.

Yeni Şafak


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Ege Bölgesinde yağışlar bir önceki yıla göre yüzde 44 azaldı!.

Türkiye genelinde son bir yıl içinde yağışlardaki azalma, en fazla Ege
Bölgesini etkiledi. Yağışlar, Ege Bölgesinde bir önceki yıla göre yüzde 44
azalırken, Ege'yi yüzde 40 ile Marmara, yüzde 17 ile İç Anadolu bölgeleri
izledi.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünce, küresel ısınmanın etkileri
ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi konusunda kurulan Meclis
Araştırma Komisyonuna "İklim Değişikliği ve Kuraklık Analizi"ne
ilişkin bir rapor sunuldu.
Raporda, Türkiye'de 1 Ekim 2006-30 Eylül 2007 tarihleri arasındaki
yağışlara ilişkin bilgi verildi.
Buna göre sadece iki bölgede yağış artışı gözlenirken, Karadeniz
Bölgesinde artış yüzde 0,2 olurken, Doğu Anadolu Bölgesindeki artış ise
yüzde 2 olarak gerçekleşti.
Geçen yıla göre Ege Bölgesindeki azalma yüzde 44, Marmara Bölgesinde
yüzde 40, İç Anadolu'da yüzde 17, Karadeniz'de yüzde 5, Doğu Anadolu'da
yüzde 3 olarak gerçekleşti. Akdeniz'de artış bir önceki yıla göre yüzde
2 olurken, Güneydoğu Anadolu'daki oran ise aynı kaldı.
-2-3 DERECE SICAKLIK ARTIŞI-
Türkiye, 1970-1977, 1982-1986, 1989-1994 ve 1999-2006 yılları arasında
(2001-2003 yılları hariç) normallerin altında yağış alarak, meteorolojik
kuraklık yaşadı.
1940'tan 2006 yılına kadar ardışık 30 yıllık 5 iklim döneminde, 30
yıllık ortalama yağışlarda Marmara, İç Anadolu ve Doğu Anadolu'da
belirgin bir trend izlenmedi. Karadeniz Bölgesinde düzgün bir artış,
Akdeniz, Ege ve Güneydoğu Anadolu'da ise azalış görüldü.
2070-2100 döneminde, ülke genelinde ortalama 2-3 derece dolayında
sıcaklık artışı öngörülüyor.
Yazın, batıdaki sıcaklık artışı, doğuya göre 3-4 derece daha yüksek
olacağı tahmin ediliyor.
Raporda, Türkiye'de yağış rejiminin düzensiz olduğu, sahile yakın
kesimlere düşen yağışın, sahanın eğimli ve akış yolunun kısa olmasından
dolayı daha az yararlı olduğu belirtildi.
İç bölgelerdeki yağışın, akış yolunun uzunluğundan dolayı daha çok
yararlı olduğu, ancak miktarın azlığının önemli bir dezavantaj olduğu
kaydedildi.

tarimmerkezi.com


Devamı İçin Tıklayınız...>>

SU KAYNAKLARI BİTİYOR... SU SAVAŞLARI BAŞLIYOR



Gaziemir Orman' ı izleyenler görmüştür. Aşağıda bir anket vardı bir hafta süreli.….

Bilim Adamlarının , dünyanın kullanma ve içme suyu yönünden bir felakete doğru sürüklenmekte olduğunu işaret eden “ İki bardak suyunuz varsa , ne olur bir bardağını saklayın. Çünkü bir bardak suya muhtaç olacağınız günler yaklaşıyor “sözlerinden yola çıkarak , bu yazıya bir giriş olarak koymuştum o anketi…


Ankette , bir insanın susuz-sıvısız yaklaşık
ne kadar süre hayatta kalabileceğini sormuştum .

Şıklar ve şu ana kadar verilen cevaplar :

a- ) 2 Gün --- % 43

b- ) 7 Gün ---- % 30

c- ) 21 Gün--- % 10

d- ) 70 Gün --- % 3

e- ) 4 Ay ---- %14

Anket sorusunun cevabını verelim :

-Bir insan , su ve sıvı madde almadan ortalama olarak , en fazla 7 gün hayatta kalabilmektedir.

Dünyada artan nüfus ile kullanılabilir su kaynakları arasında gittikçe kritik bir hal alan ters yönde bir bağıntı vardır.

Yani nüfus artış hızı yükseldikçe ,su kaynaklarımızın azalması da o oranda hızlanmaktadır

Kullanılabilir su kaynaklarının tükenmesi , önümüzdeki yıllarda dünyamızı bekleyen en büyük felaket senaryolarının başında gelmektedir.

Aşağıda , suyun diğer yaşamsal kullanım alanlarına hiç girmeden , su metabolizmamız hakkında bazı kısa bilgiler verdikten sonra ,ardından , çeşitli kaynaklardan ,dünyada ve ülkemizde su kaynaklarının durumu ve geleceği ile ilgili görüş ve araştırmaları aktarmak istiyorum.

İNSAN VÜCUDUNUN SU METABOLİZMASI :

Bildiğiniz gibi , insan vücudunun % 65-70 i , beynin % 85 i , kemiklerin % 20 si sudur.

Bu suyun 2/3'ü hücreler içinde, geri kalanı dokular arası sıvıda ve kanda bulunur.

Genellikle su gereksinimi günlük 1800- 2500 kaloriye karşılık, her bir kalori için 1 mililitre hesabı ile 1.8- 2.5 litre olarak hesaplanır.

Vücut ağırlığının %2’si kadar su kaybında, verim ve performansdaki düşüş %20 oranındayken, %4 su kaybında ise verim ve performansda %40 kadar düşüş olur.

İnsan; fizyolojik gereksinimi olan suyu hergün muntazam olarak karşılamak zorundadır. Bunun yaklaşık %50’si içeceklerden, %35’i yiyeceklerden, %15’i ise oksidasyon suyu olarak vücuttaki gıdaların yakılmasından sağlanır. Metabolizmada bu işlem sırasında, besinin metabolik enerjisinin her 100 kalorisi için 10-14 gram su oluşur.

Susuzluğun derecesine göre organizmada çeşitli olaylar şekillenir.

Kandaki su, olması gereken miktarın %3’ünden fazla eksilirse ; böbrekler metabolizma atıklarını geçiremeyecek hale gelir.

İnsan organizmasında 2 litre su kaybı olması halinde halsizlik, 3 litre su kaybında belirli bir genel durum bozukluğu ortaya çıkar.

4 litre su kaybı ise; tehlikenin başlangıcı olarak kabul edilir.

Organizmadaki suyun %15-20’ sinin kaybı ise ölüme neden olmaktadır.

Susuzluktan ölüm , kan yoğunluğunun fazlalaşması (kanda 3- 4 litre su vardır) ile ince damarlarda dolaşımın durması ile gerçekleşir.

Organizma; bileşimindeki karbonhidrat ve yağın tamamını, proteinin %50’sini kaybetmesine rağmen yaşamaya devam ettiği halde, suyun %20’sini kaybettiğinde ölmektedir.

Suyun vücudumuzdaki fonksiyonlarını ise ; kısaca , kandaki maddelerin taşınmasını, besinlerin suda çözülerek alınmasını, terleme ve idrar yoluyla zararlı maddelerin atılmasını, vücut ısısının kontrolünü ve kanın asit- baz dengesini ayarlaması olarak sıralayabiliriz.

Isının vücuttan atılması ve vücut ısısının ayarlanması su ile sağlanır. Yoğun efor gerektiren işlemlerde kaybedilen su vücut ısısının dengelenmesi içindir. Çok yüksek yerlerde (2500m ve daha yüksek) oksijen azlığı nedeniyle, solunum sayısı arttıkça akciğerlerden fazla su atılmaktadır.

Su özellikle vücudun oynak yerlerinde ve iç organlarda yeterli kayganlığı sağlayarak sürtünme ve aşınmayı engeller.
Günlük alınması gereken toplam sıvı miktarı olarak , 1,5- 2,5 litre diyebiliriz. (Halil KARGULU)

Suyun diğer kullanım alanlarına hiç girmeden , sadece insanın biyolojisi ile su ilişkisini , yani insanın su metabolizmasına kısaca deyindikten sonra , vücudumuz için bu kadar yaşamsal olan suyun , önümüzdeki yıllarda da , musluğu açınca sürekli şırıl şırıl akacağını mı sanıyorsunuz ?

Madem ki buraya kadar okuyup geldiniz bu yazıyı , öyleyse , bundan sonraki başlıklarda anlatılanlar da sizi ilgilendirecektir muhakkak

DÜNYADA YAKLAŞAN TEHLİKE-----SUSUZLUK

Dünyada insan nüfusu gittikçe artmaktadır.Bu artan nüfus , iş ve sosyal nedenlerle genellikle mega kentlere göçetmekte , devasa megakentler oluşmaktadır.Önümüzdeki yıllarda dünya nüfusunun yarıdan fazlası mega kentlerde yaşıyor olacaktır.

Türkiye’de bunun en belirgin örneği Istanbul’dur.Dünyada ise Mexico City , yoksulluk nedeniyle , Meksika’da , iş bulmak ümidiyle kitlesel olarak göç alan ve nüfusu 20 milyonu aşan dünyanın en büyük mega kentlerinden biri haline gelniştir.

.

ABD'de mevcut Ogallala adlı yeraltı su kaynağı sekiz ABD eyaletinin altını kaplıyor ve ABD'nin toplam ekili arazisinin beşte birini suluyor. Bu su fosil suyu, yani kendini yenilemiyor ve çok büyük bir hızla da azalıyor. Bu nedenle de 1978 yılından bu yana desteklediği toplam ekili alan yüzde yirmi azalmış ve azalmaya devam ediyor, çünkü su çok büyük bir hızla yüzeye pompalanmakta.

Tabii başka yer altı kaynakları farklı; yağmur ve akar sular ile yeniden besleniyor, ama bu beslenme yukarı pompalamadan az olduğu için su düzeyi alçalıyor.

Mexico City , yer altı su kaynaklarının 1 km yi geçen derinliklerden pompalanılarak alınması sonucu oluşan yer altı boşlukları nedeniyle yılda 30 cm , Pekin kenti ise aynı nedenle yılda on cm aşağıya çökmektedir.Mexico City de su istasyonlarında satılan sulardan alabilmek için insanlar kuyruklar oluşturmakta , yoksul insanlar bu suyu alamadığından daha uzak su kaynaklarından su temin etmeye çalışmaktadır.

Dünyadaki toplam suyun ancak % 2.5 i kullanılabilir sudur , ve kullanılabilir su kaynakları büyük bir hızla tükenmektedir.

Yakın gelecekte , su petrolden daha pahalı bir madde olacak ve petrolün yerini alacaktır.

BM"NİN ÜRKÜTEN RAPORU

Birleşmiş Milletler tarafından kaleme alınan "Gelecek İçin Tatlı Su 2003 Raporu"na göre 25 yıl su açısından oldukça sıkıntılı ve sarsıntılı geçecek.

- Önlem alınmadığı taktirde bu yüzyılın ortalarında dünya nüfusunun yarısı kronik su sıkıntısı çekecek. Halen 1 milyar kişi su sıkıntısı çekiyor. Bu rakam 2025 yılında 3.5 milyara, yani dünya nüfusunun yarısına çıkacak. Bu da suyun yakın gelecekteki en büyük tartışma konularından birisi olacağını gösteriyor. 2005, 2025 ve 2040 yıllarında büyük kuraklıklar bekleniyor.

- Su gerilimi dünyanın bir çok yerinde ülkelerin başını ağrıtıyor. Fas, Katar, Ürdün, Yemen, Umman, Libya, Kuveyt listenin ilk sırasında yer alırken Arjantin, Cezayir, Hollanda, Moğolistan, Özbekistan ve Türkmenistan "su gerilimini" hisseden ülkeler olarak sıralanıyorlar.

Her ne kadar toplamda listelerde yer almasa da Çin gelecekte su sıkıntısını ciddi anlamda ensesinde hissedecek. Çin"in en büyük nehirlerinden olan Sarı Irmak yanlış sulama nedeniyle yer yer kuruyor.

Nil, Ganj, Colorado gibi dev nehirler bile kurak yaz aylarında zaman zaman denizlere ulaşmakta güçlük çekiyor.

- Orta ve Batı Afrika"da 20 milyon insan su için Çad gölüne bağımlı. Ancak söz konusu göl son 38 yılda yüzde 95 kurudu.

- İran"da kırsal kesimde yaşayan halkın yüzde 60"ı su sıkıntısı nedeniyle büyükşehirlere taşınabilir.

- Dünyanın dördüncü büyük gölü olan Aral Denizi yarı yarıya küçüldü, su seviyesi 16 metre

- Mexico City kenti yer altı sularının yer yer 20 metre çekilmesi nedeniyle bazı bölgelerde çökme sorunu yaşıyor.

- Mısır, Nil nehri üzerinde herhangi bir tehlike belirmesi durumunda parlamentoya bile danışmadan savaş açma yetkisini orduya tanıdı.

SINIRLARI SU DEĞİŞTİREBİLİR

İsrail: Bölgede su sıkıntısını en çok hissetmesine rağmen suya yaptığı yatırımlar sayesinde gelecek kaygısı gütmüyor. Dünyanın en ileri sulama tekniklerine sahip ülke aynı zamanda Avrupa"nın sebze ihtiyacını karşılıyor. Fakat bunda Filistin bölgesinin su kaynaklarını gasp etmesinin de büyük payı var. Golan Tepeleri de bir başka su kaynağı.

Ürdün: Tam anlamıyla su fakiri bir ülke. Yıllık 870 milyon m3 lük suya karşılık 1.1 milyar metreküp su tüketiyor. Su açığını kapatmak için her türlü alternatifin peşinde olan ülke denizden su elde etme projelerine ağırlık veriyor, yer altı su kaynakları araştırıyor.

İran: İran"ın içilebilir su kaynağı 117..5 milyar m3 olarak gözüküyor ancak BM raporuna göre önümüzdeki 40 yıl içerisinde çok büyük risk altında. Kırsal kesim susuzluktan şehirlere taşınabilir.

Irak: Bölgedeki en rahat ülkelerden birisi. Kişi başına düşen su miktarı Türkiye ve Suriye"den yüksek. Ancak geleceği çok parlak değil. Çünkü ülkenin su kaynakları giderek kuruyor. Bu sebeble Dicle ve Fırat"tan daha fazla pay istiyorlar.

Suriye: Türkiye"nin gerçek anlamda su problemi yaşayacağı ülke. Fırat ülkenin can damarı. İçme suyunun yüzde 80"ini, elektirik enerjisinin yüzde 60"ını Fırat"tan sağlıyor
.




DÜNYA SU KRİZİNE DOĞRU GİDİYOR ,

03 Temmuz 2006

Dünya yer yüzündeki su sıkıntısını günlerdir tartışırken , Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü(GYTE) İşletme Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Cemal Zehir, çarpıcı açıklamalarda bulundu.

RÖPORTAJ: Murat DAĞDEVİREN

Suyla can buldu bu yer yüzü. Suyla nesiller büyüdü. Suyla ağaçlarımız büyüyüp, bitkilerimiz çiçek açtı. Tüm kirliliğimizi suyla temizledik. Tüm kötülüklerden suyun berraklığı ile adındık. Kimi zaman hayat olup damarlarımızda dolaştı su, kimi zaman sesiyle huzur verdi. Bazen huzuru suyun maviliğinde aradık. Bazen deniz suyunun çokluğu hayallerimizi geliştirdi. Ama su bize hiçbir zaman zarar vermedi. Taki biz onu kirletinceye kadar.

Biz suyun aktığı yatakları işgal ettik. O da bizim evlerimizi bastı. Biz suyu kirlettik o da bizi zehirledi. Ama her zaman bir anne gibi şefkatli olmaya devam eden su, tüm dünyaya renk katmaya, hayat vermeye devam ediyor.
Fakat üzülerek söylemek gerekirse, dünyadaki su kaynaklarının bilinçsiz kullanılışı ve doğal dengenin bozukluğu bizleri yeni bir dar boğaza götürüyor. Artık tüm dünyada bilim adamları su sıkıntısını tartışmaya açtı.

Bu konuda hem Türkiye’de hem de değişik ülkelerde su konferansları yapılıyor. Birde insanın aklına su yokluğundan ölen insanlar gelince daha çok gerçeklerin farkına varıyoruz.

Dünya’daki ve ülkemizdeki su sıkıntıları üzerine araştırmalarda bulunan GYTE İşletme Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Cemal Zehir, konu ile habercionline.com’un sorularını cevaplandırdı.

- Türkiye’deki su kaynakları hakkında bilgi verir misiniz? Bu kaynaklar sizce yeterli midir?

Türkiye’de teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yer altı ve yer üstü suyu miktarı 110 milyar metre küp, kişi başına 1692 metre küp su düştüğü belirlenmiştir.İhtiyaçların bölgesel ve yerel oluşu ayrıca meteorolojik şartlar ile nüfus hareketleri ve suyun nakli neticesinde Türkiye dahil birçok ülkede şehir suları ihtiyacı karşılayamamakta ve kifayetli miktarda su arz edilmemektedir.
El değmemiş kaynakların kullanıma açılmasının yanı sıra kullanılanların israftan kurtarılması da başlı başına ayrı bir potansiyel oluşturmaktadır. Ancak su kaynakları coğrafi ve demografik nedenlerle kısıtlı olan ülkeler israftan kaçınmaları yeterli bir tedbir değildir. Bu şartlar devam ettiği takdirde 2025 yılında 37 ülkede çok ciddi kuraklık yaşanacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle su ticari bir meta olarak kabul edilmeli, ortak ekonomik projeler (yani su boru hattı, tankerlerle su taşınması, naylon su torbaları ve buz dağlarının taşınması) ve yöntemlerle kurak bölgelere su ulaştırılması gerekmektedir.
Bu sınırlı tatlı su kaynakları da, ev, ve endüstriyel atıklar, yanlış tarım uygulamaları ve benzeri sebeplerle hoyratça kirletilmektedir. Ozon tabakasındaki tahribat ve hatta delinme sebebiyle, sera etkisiyle dünyamızın yakın bir gelecekte biraz daha ısınması, yağışsız kurak bir periyoda girilmesi, su tüketiminin de buna bağlı olarak artması söz konusudur.Bu sebeple bütün ülkeler, tatlı su kaynaklarını özel bir itinayla koruyacak tedbirleri almaktadırlar.

-Su kaynaklarının yetersizliği ile ilgili olarak Dünya genelinde karşılaşılan önemli problemler nelerdir?

Uluslar arası Su ve Çevre konferanslarında su kıtlığı ile ilgili dile getirilen konuşma ve tebliğlerde aşağıdaki durumlar dile getirilmiştir.

30 Milyonluk Meksika’da nüfusun %40’ına sağlıklı içme suyu verilememektedir. Hindistan’da aşırı çekme ve ormanların tahribi nedeni ile kuyulara kanalizasyon suyu ve endüstriyel artıklar karışmıştır.

Dünya kaynaklar Enstitüsü , 1996’daki 5.3 Milyarlık dünya nüfusunun sadece 3.4 milyarının ortalama; 50 lt/kişi/gün su alabildiği , geriye kalan 2 milyar kişinin temiz suyu olmaması nedeni ile epidemik hastalıklar, açlık ve ölümle karşı karşıya bulunduğu bildirilmektedir.

Unesco’nun hesaplarına göre her gün susuzluğa bağlı olarak 40.000 çocuk ishal, kolera gibi hastalıklardan ölmektedir.
Ürdün’de bazı kasabalarda insanlara haftada sadece iki gün içme ve kullanma suyu verilmektedir.

Çin’de yapılan bir çalışmada su kaynaklarının sadece 700 milyon kişiye yetişebileceği tespit edilmiştir. Susuzluktan bazı medeniyetlerin yok olduğu eski zamanlarda bilinen hakikatlerdir, son yüzyıl içinde de benzer hadiseler cereyan etmiştir.

1899’da Pnoenik şehri iki yıl susuzluk sonucu yok olmuştur. 1954-1958 kuraklığından bir milyonun üstünde kişi Rio de Jenerio ve San Paulo gibi güney şehirleri civarına göç etmişlerdir.
Tokyo’da 1964 yılında 41 günlük ciddi su krizi yaşanmıştır. 1976-1977’de İngiltere ve ABD’nin batısı kuraklıktan etkilenmiştir. İsrail’de Gazze akuferi seviyesi düşürüldüğü için alttan gelen deniz suları ve kanalizasyon suları ile kirlenme noktasına gelmiştir.
Polonya’da nehirlerin 1/3’ünün hiçbir amaçla kullanılamayacak kadar kirli olduğu ifade edilmiştir. Mexico City’de musluklardan devamlı su akmadığı, aktığı zaman ise sarı renkli ve kurtlu olduğu görülmüştür. ABD’de EPA ( Emerion Protetion Agency) tüm akarsu ve göllerin yaklaşık yarısının ve bazı yer altı sularının kirlilik sebebi ile kullanılamaz durumda olduğu tespit edilmiştir.

-21.Yüzyılda su sorunu ile ilgili olarak karşılaşılan problemler nelerdir.

Günümüzde karşılaşılan su sorunları beş başlık altında incelenebilir.

Dünya nüfus artışı:

Dünyamızda bu yüzyılın başı ve sonu arasında Dünya nüfus miktarı 10 kat artmıştır. Bu artış hala devam etmektedir. Mevcut su kaynakları bu oranda devam edecek nüfus artışını karşılamaktan uzaktır.

Su kaynaklarının etkin kullanımı için ihtiyaç duyulan finansman sorunları:

Mevcut su kaynaklarından endüstriyel ve tarımsal amaçlı optimum bir biçimde yararlanmak için yapılması gereken tesislerin ihtiyaç duyduğu finansal kaynakların Üçüncü Dünya Ülkelerinde karşılanamaması önemli bir sorun olmaya devam edecektir.

Çevre kirlenmesi :

Çevre kirlenmesinin en önemli boyutunu oluşturan Üçüncü Dünya Ülkelerinin sanayileşme çabaları oluşturmaktadır.

Bu ülkeler gelişmiş ülkelerin gelişirken geçtikleri yolları takip etme durumunda olduğundan yani çevreyi koruyucu tedbirleri alacak finansal kaynağa ve teknolojik bir güce sahip olmadıklarından çevre kirliliği su kirliliğini beraberinde getirmeye devam edecektir.

Bu sebeple gelişmiş ülkeler daha güzel yaşanılabilir bir dünya için gelişmekte olan ülkelere yardım etmedikçe ve kirlilik artarak devam edecektir.

Suyun tarımsal amaçlı kullanımı:

Özellikle Ortadoğu’da yürütülen kendi kendine yetebilen tarımsal üretim gücüne ulaşma politikasından dolayı bazı ülkelerin aşırı su kullanma talepleri su meselelerinin artmasına katkıda bulunmaya devam edecektir.

Örneğin, İsrail, Suudi Arabistan, Suriye, Irak bu politikalarında ısrar etmeleri su meselelerinin çözümüne engel olmaya devam edecektir.

Suyun kalitesinin korunması:

Sanayileşen ve hızla kalkınan Dünyamızda evsel, tarımsal ve endüstriyel artıkların, gölleri ve akarsu havzalarını kirletmemesi için tedbirlerin alınmasını zorunlu hale gelmiştir. Bu tedbirler alınmadıkça suyun kalitesinin korunması gelecek zamanlarda da bir problem olarak devam edecektir.
Dünyanın artan nüfusuna mukabil kaynakların bilgisizlikten kirletilmesi ve egoistçe israfı, kaliteli ve arıtımlı suyun ihtiyaçları karşılamaktan giderek uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bu sebepten bazı ülkeler atık suları arıtıp tekrar kullanma yöntemine tevessül etmektedir.

- Su kaynaklarını koruyucu ne önlemler alınabilir. Açıklar mısınız?

Netice olarak; su kaynaklarının sonsuz olmadığı düşünülerek suların kirlenmemesi, kayıpların asgariye indirilmesi, arıtma sistemlerinin geliştirilmesi, israfın önlenmesi, sınıf farklılıkları arasındaki kullanım çarpıklığının makul düzeye indirilmesi, kullanım sistemlerinin hakikaten temizliği sağlayıcı ve lüzumsuz su israfını önleyici yeni yapılara kavuşturulması, insanlara israf ve kirletmenin kötülüklerinin anlatılması, başkalarına ait hakları hak sahiplerini yok ederek kullanma vahim hatasından insanların sakındırılması gereklidir.

-Ülkelerin su yoksulu sayılabilmesi için önemli olan kriterler nelerdir.Su kıtlığından ençok etkilenen ve etkilenmesi beklenen ülkeler hangileridir.

Dünya’nın herhangi bölgesinde yaşanan veya yaşanacak olan su kıtlığının yaşamı ne derecede tehdit ettiğini anlayabilmek için değişik su yoksulluk ölçütleri geliştirilmiştir.Kıtlık İndeksi dört değişkeni yansıtan dört ayrı indeksten oluşmaktadır. Bu indeksler sırasıyla;
Birinci indekse göre bir ülkede su talebi sonuncuda tüketilen su miktarı toplam yenilenebilir su kaynağının 1/3’ünden fazla ise o ülkede su kıtlığı vardır ya da su kıtlığı tehlikesi artmaktadır. Bu nedenle özellikle az yağış alan 12 Ortadoğu Ülkesi su kıtlığı içinde yaşamaktadır. Bu ülkeler Mısır, İran, Irak, Ürdün, Kuveyt, Libya, Suudi Arabistan, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen ve Bahreyn’dir. Bu ülkelerden özellikle Irak, Dicle ve Fırat sularıyla dışarıdan beslendiğinden su kıtlığını hissetmemektedir.

İkinci indekse göre kullanılan suyun nüfusa oranını ölçü almaktadır. Bu ölçüye göre bugün su sıkıntısını hissetmeye başlayan Ortadoğu Ülkeleri 2025 yılında nüfusunun iki kata çıkacağı düşünülürse büyük bir su kıtlığı tehlikesi ile karşı karşıyadır, demektir.

Üçüncü indekse göre kişi başına kullanılabilen 1000 m3’ten az su olan ülkeler su kıtlığı çekmekte olduğu kabul edilmektedir. Ortadoğu ülkeleri açısından bugün için Mısır, İran, Irak, Sudan, Türkiye dışındaki ülkeler su kıtlığı çekmektedir. Yapılan nüfus hesaplarına göre Mısır çok yakında su kıtlığı çeken ülkelerin arasına girecektir.

Dördüncü indekse göre; kullanılabilir sular içinde sınır aşan suların oranıdır. Ortadoğu ülkelerinde özellikle Irak, Suriye, Ürdün, İsrail, Sudan ve Mısır’ın kullandığı suyun 1/3’ünden fazlası sınırları dışından gelmektedir. Yani bu ülkelerin suları üzerinde sınır aşan suların memba ülkelerinin etkilerinin büyük olduğunu göstermektedir. Bu indekslerin hemen hemen hepsi Ortadoğu bölgesinde bulunan her ülkenin su kıtlığı sorunu ile karşı karşıya bulunduğunu göstermektedir.

-Bilim çevrelerinde ve medyada son zamanlarda yoğun olarak su problemlerinden bahsedilmektedir. Su problemin kaynağı nedir.Özellikle Ortadoğu açısından değerlendirir misiniz?

Bugün gündemi oluşturan su probleminin temel iki kaynağı vardır.Birincisi küresel ısınma nedeniyle oluşan buharlaşma ,İkincisi ise sınıraşan suların paylaşımıdır.

Küresel ısınma nedeniyle dünyada ortaya çıkan iklim değişiklikleri göze çarpmaktadır.Bu ise dünya için önemli bir problemdir.Yanı buz dağlarının erimesi , özellikle Antartika kıtasının erimesi dünya için tam bir felaket oluşturacaktır.

Dünya Kaynakları Enstitüsünden Muhammed El-Ashry dünyada kullanılan suyun %65-70 kadarının buharlaşma, sızıntı ve verimsiz kullanımla kaybedildiğini kaydetmektedir.

Sınıraşan sular düşünüldüğünde yine önemli bir problemle karşı karşıyayız.Yeryüzünde 214 tane su kaynağı vardır. Dünya’nın % 40 ‘nın su ihtiyacını karşılayan belli başlı nehirlerin 155 tanesi iki ülke tarafından paylaşılmakta, 59’u ise 3 veya daha çok ülke tarafından kullanılmaktadır.

Bu sınıraşan nehirlerle ilgili olarak Ortadoğu ciddi problemler yaşanmaktadır.Ortadoğu bölgesinin, su kaynakları bakımından zengin olmaması ve su kaynaklarının bazı ülkelerin elinde toplanması Ortadoğu’da bir su meselesini gündeme getirmiştir.

Ortadoğu’ya hayat veren beş su kaynağı vardır. Bunlar Mısır ve diğer komşu Kuzey Afrika devletleri olan Etopya, Sudan, Kenya, Uganda, Tanzanya, Burundi, Ruanda ve Zaire tarafından kullanılan Nil Nehrinin suları; İsrail, Ürdün ve Filistinliler tarafından kullanılan Şeria Nehrinin suları; Lübnan, Suriye ve Türkiye tarafından kullanılan Asi Nehrinin suları; Türkiye, Irak ve Suriye tarafından kullanılan Fırat ve Dicle Nehirlerinin suları. Türkiye su kaynakları bakımından dünyanın en problemli bölgelerinin birisinde yer almakta. Zira Asi, Fırat ve Dicle Nehirlerinin kullanımı Türkiye ile Irak ve Suriye arasında anlaşmazlığa yol açmaktadır.

Su paylaşımının adeta politik güç paylaşımı olarak görüldüğü Ortadoğu bölgesinde tarafların bir orta yol bulmaması durumunda önümüzdeki çeyrek asır içinde bölge şimdiye kadar görülmemiş bir çıkmaza ve kaosa sürükleneceği tahmin edilmektedir..

-Medeniyetler savaşının yerini su savaşları alabilir mi? Olası bir su savaşı ne zaman baş gösterir? Türkiye’nin bu savaştaki durumu ne olur ?

İnsanlığa hizmet olarak Osmanlı Devleti zamanında bir medeniyet kaynağı olarak kullanılan sular, insanlığa sebil, hamam, sulama kanalı ve içme suyu olarak Osmanlı coğrafyasının her yerinde vatandaşlarının hizmetine sunulmuştu. Bugün Osmanlı Devletinin yıkılması sonucu ortaya çıkan doğal sınırlar yerine suni olarak çizilen sınırlarla birbirlerinden ayrılarak oluşturulan devletler arasında Nil, Şeria, Ası, Dicle, Fırat, Aras, Meriç, Tuna ve birçok irili ufaklı nehirler yüzünden büyük anlaşmazlık vardır.
Yüzyıllardır insanoğluna ferahlık bahşeden su, son günlerde bir savaş sebebi olarak ısıtılmaktadır. Su savaşları kazanını ısıtan ateş, Ortadoğu'yu ısıtacağa benzemesine rağmen; kazanın saç ayakları: Türkiye, Irak ve Suriye'dir. İnsanın hayatı ile eşdeğer duruma gelen su, çoğalan nüfus ile de önemini artırarak korumaktadır. Bununla beraber Dünyada hızla artan nüfus, gelişen tarımsal ve endüstriyel amaçlı su kullanımı, Türkiye’nin de dahil olduğu Ortadoğu coğrafyasında suyun önemini arttırmıştır.
Su konusunda büyük problemlerin yaşanacağı yıllar gerekli tetbirler alınmadığı takdirde hızlı nufus artışı ve küresel ısınma dolayısı ile 2020’lı yıllar olacağı tahmin edilmektedir.
Türkiye ve Ortadoğu çevresindeki su kaynakları ihtiyaçları karşılamaktan uzak bulunmaktadır. Bölgede ciddi bir su sıkıntısı vardır. Bu durum gelecekte bölgede patlak vermesi muhtemel savaşların önemli potansiyel nedenlerinden biri olabilir.
Ortadoğu, artan nüfus ve azalan kaynaklar nedeniyle su kıtlığından zarar görecek tüm bölgelerin en duyarlılarından birisidir. Sıcak savaş ortamının eksik olmadığı Ortadoğu bölgesinde su savaşları tezlerini eleştirsek bile, geleceğin bütün çatışmalarında etkili olacak faktörlerin önemlilerinden birisi de su meselesi olacaktır. Su savaşları gibi, bölge dışı güçler tarafından elbirliği ile geliştirilen senaryoları, takip etmekle beraber, gerçeğin ta kendisi imiş gibi değerlendirmekten kaçınmalıyız. Çünkü bu tür senaryolar, olacağı vermekten çok, zihinleri şartlandırmaya yönelik komplo teorilerdir. Savaş provokasyonlarını engelleyecek tezler, Türkiye'nin elinden çıkmalıdır.

-Ortadoğu böyle bir su krizinden nasıl etkilenir? Mesela Türkiye-Suriye ilişkileri gerilir mi?

Türkiye ve Ortadoğu çevresindeki su kaynakları ihtiyaçları karşılamaktan uzak bulunmaktadır. Bölgede ciddi bir su sıkıntısı vardır. Bu durum gelecekte bölgede patlak vermesi muhtemel savaşların önemli potansiyel nedenlerinden biri olabilir
Ortadoğu bölgesinde su kaynakları hayati bir öneme sahiptir. Ortadoğu’da su yetersizliğinin artma nedenlerinin başında yılda ortalama 2.8’lik bir hızla artan ve 2002 yılında 430 milyon civarında tahmin edilen nüfus gelmektedir. Bu durum orta ve uzun vade de krizin çıkacağını göstermektedir.

Bölge ülkeleri arasında varolan milli çıkarlar, geleneksel çekişmeler, kentleşme ve sanayileşmeyle krizin daha önce olmasına neden olabilir. Bu genel değerlendirme Ortadoğu’da bir istikrarsızlığın olduğunu göstermektedir.

Su bakımından fakir olan ülkeler, kendilerine oranla su zengini saydıkları ülkelerin su kaynaklarına göz dikmektedirler. Sınır aşan nehirlerle ilgili ülkeler arasında da su kullanımı konusunda büyük ihtilaflar doğmaktadır. Bu sebeple sık sık “su savaşları” senaryoları üretilmektedir.
Bugüne kadar, ABD başta olmak üzere batılı ülkelerin Ortadoğu’ya olan ilgileri petrol ağırlıklıydı.

İkinci Dünya Savaşı döneminde, İngiltere’de Başbakan olan Mr.Churchill’in “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir.” Sözü Batılıların petrole bakış açılarını çok açık bir şekilde göstermektedir.

Bugün ise su, Ortadoğu’da petrol kadar Batılıların gündemindedir. ABD yönetimine hizmet veren bir “Stratejik Araştırmalar Merkezi”nin yayınında şu görüşler ifade edilmektedir.:

-“Ortadoğu’daki jeopolitik ilgilerimiz, bugüne kadar petrol ağırlıklıydı. Şimdi su da, bölgede en önemli bir politik silah haline gelmektedir. Batılıların Körfez petrollerine olan bağımlılığı sürekli bir şekilde artmakla beraber, emniyetle iddia edebiliriz ki, bu asrın sonuna kadar, bu bölgenin politik durumunu su şekillendirecektir. “Ortadoğu'daki su kaynaklarının geliştirilmesi, Amerika için en kritik dış politika konusudur.”
Ortadoğu ülkelerinde, büyük oranda su sıkıntısı çekilmektedir. Türkiye, Suriye, Irak ve Lübnan su bakımında diğer ülkelere kıyasla daha iyi durumdadırlar. Buna mukabil, Ürdün, İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri ise çok büyük bir su sıkıntısı çekmektedirler. Fırat ve Dicle Nehirleriyle, nispeten daha küçük bazı çaylar ve dereler bu bölgeden doğmaktadır. Su sıkıntısı çeken Ortadoğu ülkelerinin gözü bu yüzden Türkiye’nin su kaynaklarının üzerindedir.

Türkiye’nin ciddi su meselesi olduğu ülkeler Suriye ve Irak’tır. Türkiye’nin Irak ile Dicle ve Fırat Nehri konusunda; Suriye ile Dicle, Fırat ve Asi Nehirleri konusunda anlaşmazlıkları vardır. Türkiye’nin Fırat ve Dicle Nehirleri üzerinde yapmış olduğu bütün tesislere Irak ve Suriye her dönem itiraz etmiştir. Bu ülkelerin itirazlarının kaynağını kullandıkları su miktarının azalacağı endişesi oluşturmaktadır.
Su konusunda ortaya çıkan herhangi bir çatışma orta doğuda tüm ülkelerin ilişkilerini zedeler.Hangi ülkenin hangi ülke ile işbirliği yapacağını şimdiden tespit etmek zordur.Garip ittifakların çıkması muhtemeldir.

-Türkiye'yi bu konuda ne bekliyor? Türkiye'nin hazırlıkları neler?

Türkiye Ortadoğuya yönelik olarak en ciddi tezleri ileri şürmüş olan ülkedir. Türkiye son yıllarda bir su politikası oluşturmaya çalışmaktadır. Türkiye, daha önceleri su kaynakları konusunda belirlenmiş stratejik bir su politikası olsaydı su kaynaklarından daha verimli yararlanma imkanına sahip olmuş olurdu. Türkiye’nin su politikası oluşturmaya çalışması,Türkiye’nin uluslararası alanda kendi tezlerini savunmada büyük faydası olacağı düşünülmelidir.

Günümüzde su meseleleri, bölgesel çatışmalar açısından daha sık dile getirmekteyken bölgesel bir su stratejisi geliştirme zarureti, belki de gerçekten ulusları bölgesel bir barışa doğru itebilir.

Bölgedeki çoğu hükümetler, atık tahliyesi, tuzlanma, su kaynağı kirlenmesi ve etkin olmayan işe yaramaz su dağıtım sistemleri de dahil , su meselelerine daha büyük ilgi gösterme gereği duymaktadırlar. Yerleşim yerlerine dönük su temini, diğer kullanımlar üzerinde önceliğe sahip bulunmaktadır. Bölge ülkeleri su meselelerini halletmek için bölgesel bir su stratejisine doğru bir politika gütmek zorundadırlar.

Ortadoğu’da su meselelerine çözüm ararken şu iki noktanın üzerinde çözüm üretmekten başka yol yoktur. Bir yandan su arzını artırmaya çalışırken diğer yandan su talebini sınırlamaya yönelik tedbirler almak gerekir. Su arzını artırma yolları incelendiğinde karşımıza şu altı seçenek çıkmaktadır. Bulutların tohumlanması yoluyla yağmuru artırmak,yer altı su kaynaklarından daha fazla yararlanmak,kullanılmış artık suları temizleyerek yeniden kullanıma sunmak,tuzlu deniz sularını arıtma tesislerinde işleyerek tatlaştırmaya çalışmak,kutuplardan buz dağları getirerek bölge su sistemlerine katmak,başka ülkelerden su ithal etmektir. Bunlardan en ekonomik olanı başka ülkelerden su ithal etmektir.
Su yetersizliği ile karşı karşıya kalan Ortadoğu ülkeleri için Türkiye’nin su meselesine çözümü için önerdiği Barış suyu ve Manavgat çayı projesi ,hem ekonomik hem de stratejik açıdan çok önemli projelerdir. Nüfusu hızla artan Ortadoğu ülkeleri, kaliteli, ucuz ve bol suya ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’nin önerdiği dışarıdan bölge ülkelerine su akıtma tekliflerinde, Türkiye’nin memba ülkesi olduğundan dolayı, yapılacak su ile ilgili anlaşmalarda kendi ekonomik ve siyasi menfaatini daha ağırlıklı hissettirmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin su akıtma projelerine alternatif olarak ileri sürülen proje ve teklifler de vardır. Bunlar Pakistan ve İran tarafından ileri sürülmüştür. Bu teklifler halen kısmen sekteye uğramış olsa bile ilgili ülkelerce değerlendirilmektedirler. Ayrıca İsrail, Nil sularının Gazze şeridine akıtılmasını istemektedir. Bu çalışmaların bir kısmının gelecek yıllarda uygulanması kaçınılmaz gibi görülmektedir.

Manavgat Çayı projesine daha çok İsrail ilgi duymakta ve projeyi hayata geçirmeye çalışmaktadır. Manavgat Çayı projesinin büyük oranda tamamlanmış olması ve ilk olarak KKTC’ne 1999’un sıcak yaz aylarında su taşınması ümit verici bir gelişmedir. Dışarıdan su taşıma projelerinin ilki olan bu projeye ek olarak barış suyu projelerinindi ileride uygulanabilecek olması beklentisi Türkiye’nin istikbaldeki stratejik amaçlarına hizmet edecektir.

-Irakla ilgili olarak gelecekte sınıraşan sular konusunda neler yaşana binilir.

Kuzey Irakta yürütülen politikaların altında petrol kadar su paylaşımı meselesinin de yattığı inancındayız. Hatta Ortadoğu’da yapılan II. Körfez Savaşı’nın petrol uğruna yapılan son savaş olduğunu iddia edilebilir. Bundan sonra Ortadoğu’nun şekillenmesinde su paylaşımının büyük rolü olacak.

Mesela Savaş sonrasında yeni Irak Hükümetinin Dicle ve Fırat nehirleri ilgili istekleri farklı olabilir. Bu Hükümetin ABD güdümünde kurulması durumunda Fırat nehri sularının Ürdün üzerinden borularla İsrail’e aktarılması gündeme gelebilir. Böyle bir gelişme Türkiye tarafından geliştirilen Ortadoğu’ya su akıtma ve bundan maddi kazanç sağlama yönündeki beklentilerini ortadan kaldırabilir.

-Türkiye’nin Ortadoğu’daki su sorununa bakış açısı nasıl olmalıdır.

“Ortadoğu Su İhtilafları” bizim de dış politikamızın en önemli konularından birisi olmak durumundadır. Türkiye’nin Ortadoğu su meselelerine ilgili bazı yaklaşım ölçütleri şunlar olmalıdır.
Türkiye su zengini bir ülke değildir. Türkiye’nin toplam yıllık ortalama su potansiyeli 186 Milyar metre küptür. Bütün nehirlerimizden, çaylarımızdan ve derelerimizden bir yılda ortalama olarak 186 Milyar m3 su akarken, sadece bir Tuna Nehri’nin yıllık ortalama su potansiyeli 206 Milyar m3’tür.

Güney sınırlarımızdan geçen “sınır aşan sular” olarak Fırat, Dicle ve Asi Nehirleri mevcuttur. Bu nehirlerle ilgili konular sadece ilgili ülkeler, Türkiye, Suriye ve Irak arasında konuşulmalıdır. ABD ve Batılı ülkelerin bu konulara olan aşırı ilgilerinin insani duygularla değil, menfaatleriyle ilgili olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye, nüfusu hızla artan bir ülkedir. Nüfus, tarım ve sanayideki gelişmeler arttıkça, su ihtiyacımız da artacaktır. Bu sebeple su ihtiyacımızın hesabı, bugüne göre değil, 50-60 yıl sonrasına göre yapılmalıdır.

Ortadoğu ülkelerinin büyük çoğunluğu su sıkıntısı çekmektedir. Bu ülkelerin su yetersizliği problemlerini aşmak için de kendi aralarında su işlerini deruhte edecek , su konusunda stratejik öneme sahip olan Türkiye’nin, başını çekeceği bir organizasyona ihtiyaçları vardır.

Bugün 1.5 milyar dünyalı temiz içme suyundan yoksun. Su hayatın kaynağı ama ona erişmek için önce paraya sahip olmak gerekiyor. Somut olarak 'susuzluk'la tanışan Türkiye de en pahalı doğal kaynak yüzünden köşeye sıkıştı. Çözüm olarak ortaya atılan suyun özelleştirilmesi, sıkıntıyı gerçekten giderebilir mi? Meseleye kafa yoran yerli ve yabancı uzmanlara fikirlerini sorduk

Milyonlar yeni çağın petrolü için ölüyor


Dünyanın yüzde 97'si suyla kaplı. Ancak bu miktarın büyük çoğunluğu kirli ve tuzlu olduğu için sadece yüzde 2.8'i kullanılabilir durumda.
Bu kısıtlı temiz suyun da yüzde 2'lik kısmı kutuplarda, 16 kilometre kalınlığında buz kütleleri halinde... Yani dörtte üçü sularla kaplı olan Dünya gezegeninde kullanılabilir su, ancak yüzde 0.8'lik oranda.
20. yüzyılda dünya nüfusu geçmişe oranla üç kat, su kullanımı ise yedi kat arttı. Bu artışın nedeni, sosyoekonomik kalkınmaya bağlı yaşam tarzındaki değişiklikler.

Sanayileşme, su kullanımını tüm insanlık tarihi boyunca daha önce hiç görülmemiş bir seviyeye çıkardı. Bu artışla birlikte su kullanımındaki alışkanlıklar, olması gerekenin aksine bir şekilde, verimli yönde gelişmedi.

Su, canlı yaşamı için en temel ihtiyaçlardan biri. Ancak su kaynaklarının artan nüfusla birlikte tükenmeye başlaması ve temiz suya erişimde yaşanan sorunlar, 'su yoksulluğu' olarak tarif edilen bir olguyu ortaya çıkardı.

Öte yandan neoliberal politikaların bir yansıması olarak su, bir 'meta' olarak görülmeye başlandı. Yani artık satılabilir bir mal haline geldi.
Öyle ki uluslararası arenada su meselesi, enerjinin paylaşımı kadar önemli bir soruna dönüştü. Suyu metalaştıran yaklaşım sonucunda da yepyeni bir kavramla tanıştık: 'Suyun özelleştirilmesi'.

'Yap-işlet-devret' modeli
Türkiye'de de susuzluk ve kuraklık tehlikesini yanı başında hisseden siyasiler şimdi soruna bir çözüm bulma yarışında. Önerilen çözümlerden biri de özelleştirme... Hükümet yetkilileri, bu su sıkıntısı sürecinde suyun özelleşebileceğinin sinyallerini vermeye başladı.
Geçtiğimiz ayın popüler tartışma konularından biri, yetkililer tarafından nehirlerin özelleştirileceğine dair yapılan çeşitli açıklamalardı. Enerji Bakanlığı'nın mücadelede seçtiği yöntemlerden biri buydu.
Hükümetin planı, kapıya dayanan su krizini çözmek için akarsu ve göletleri 'yap-işlet-devret' modeliyle özel sektöre açmak... Burada bahsedilen özelleştirme tipi, 'kamu-özel sektör ortaklığı' diye adlandırılan kısmi özelleştirme. Yani suyun kamusal mülkiyeti saklı kalmak koşuluyla hizmetin sağlanması ve dağıtılmasında özel sektörün rol alması önerilmekte.
Özelleştirmeyi savunanlara göre, su hizmetinin yaygınlaştırılması için hükümetlerin gerekli sermayeleri yetersiz kalıyor ve bu boşluğun şirketler tarafından doldurulması gerek.
Yani diğer kamu alanlarında olduğu gibi devlet, hantal yapılanma, kaynaksızlık ve yolsuzluk gibi nedenlerle su işini becerememekte...
İşte bu noktada şu soru akla geliyor: Özelleştirme, kalite ve verimlilik açısından su dağıtımında yarar sağlar mı?

İştah açan bir pasta
Bugün dünya nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 5'inin kullandığı suyun yönetimi, ulusötesi şirketler tarafından yapılmakta. Bu şirketlerin yıllık gelirleriyse, şimdiden dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış durumda. Dikkat edilmesi gereken nokta, suyun satışından elde edilen bu devasa gelirin dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5'inden elde ediliyor olması.
İşte bu durum, su özelleştirmesini, iştah kabartan bir pasta haline getiriyor.
Zaten kısıtlı olan su kaynaklarının yönetilmesinin özel şirketlerin eline bırakılması, politik aktivistler ve akademisyenler tarafından şüpheyle yaklaşılan bir konu.
Konu hakkında çalışan birçok uzmana göre, su hizmetlerinden elde edilecek gelirin kamu finansman mekanizması içinde kalması, böylece hizmetin sürekliliği ve genişletilmesi için kullanılabilir kılınması çok önemli.
Bunun için de su hizmetlerinin, özel şirketler değil, kamu kurum ve kuruluşları tarafından görülmesi gerekiyor.
Özel su sektörünün yüzde 45'i çokuluslu iki şirketin elinde bulunuyor. 100 ülkede etkinlik gösteren Vivendi-Generale Des Faux ile 130 ülkede etkinlik gösteren Suez-Lyonnaisse Des Faus.
Bu haber hazırlanırken, konu hakkında her iki şirketin de görüşlerine başvurduk, ancak olumlu veya olumsuz, hiçbir yanıt alamadık.

2009'da İstanbul'da toplanılıyor
Dünya Su Konseyi, uluslararası bir kuruluş... Her üç yılda bir, su meselesindeki sorunları çözmek üzere Dünya Su Forumu'nu topluyor.
En son 2006'da Meksika'da düzenlenen forum, halkın protestolarıyla karşılaştı. Çünkü suyun en verimli kullanımının özel sektör tarafından yönetilebileceği sonucu öne çıkarken, dünya su şirketlerinin talepleri doğrultusunda özelleştirme de sorunun çözümünde tek reçete olarak ortaya koyuluyordu.
Dünya Su Forumu, 2009 yılında İstanbul'da toplanacak. Bir araya gelecek kişi, kuruluş ve örgütler, işte bu reçetenin uygulanma alanlarını tartışacaklar.
Kimilerine göre mekân seçimi ve şu an gündemde olan özelleştirme tartışmaları bir tesadüf değil.
Birleşmiş Milletler'e bağlı Dünya Su Komisyonu, Dünya Su Forumu çerçevesinde kurulan yapılardan biri. Komisyonun hazırladığı bir rapora göre, nüfus artışına bağlı gıda gereksiniminin karşılanabilmesi için günümüzde kullanılan su miktarının yüzde 17 oranında artması gerekiyor.
Bunun için de mevcut yıllık yatırım, 70-80 milyar dolardan en az 180 milyar dolara çıkarılmalı.
Komisyon, bu ölçüdeki bir yatırımın ancak çokuluslu şirketler tarafından yapılabileceğini, ayrıca suyun devlet eliyle yönetilmesinin ve ucuz fiyata satılmasının israfa neden olduğunu vurgulayarak, özelleştirmenin faydalı olacağını duyurmuştu.
Dünya Su Konseyi'nin faaliyetleri, su kaynaklarının korunması için dünya çapında mücadele eden birçok örgütü tatmin etmiyor. Konsey Başkanı Loic Fauchon, aynı zamanda su alanında faaliyet gösteren Groupe des Eaux de Marseille adlı şirketin başkanı olması nedeniyle eleştiriliyor. Çünkü bu şirket, dünyanın pek çok yerinde su dağıtımı ve arıtımı işlerini yürütüyor. Yani su hakkında karar alan bir konseyin başkanı su üzerinden para kazanıyor.
Haberimizin hazırlık aşamasında Dünya Su Konseyi ve Loic Fauchon'dan da konu hakkında görüşlerini belirtmelerini istedik ancak bu talebimize herhangi bir yanıt alamadık.

Satın almaya alıştık bile...
Suyun satılık bir mal olması artık dünyanın birçok yerinde kabul edilebilir bir durum. Türkiye'de yıllardır içme suyunun damacanalarda satılıyor olması, çok kişi için üzerine düşünmeye değecek bir öneme bile sahip değil. Ancak gelişmişliğin ve medeniyetin kaynağı kabul edilen suyun maddi bir karşılığı olması hayatı sandığımızdan daha fazla etkileyecek olabilir.
Hindistan'ın Yeni Delhi kenti, su özelleştirmesi kavramıyla 2000'li yılların başında tanıştı. Özelleştirmenin ardından kentte su tarifesi 78 kat arttı. Öyle ki, su faturalarında yazan rakamlar, nüfusun büyük bir bölümünün aylık gelirinin üçte birine denk gelir oldu.
Böyle bir durumda geriye yapılacak iki şey kalıyor: Ya daha düşük bir bedel ödeyebilmek için eskiye oranla çok daha az su kullanmak ya da diğer yaşamsal harcamalarda bir kısıntıya gitmek... Yani ya kişisel hijyenden taviz verip hastalıklara davetiye çıkarmak ya da daha fakir bir yaşama razı olmak!

Su kıtlığına karşı
Gelelim Türkiye'ye...
Bir ülkede su kaynaklarının yeterli olup olmadığı yıllık yenilenebilir tatlı su miktarına bakılarak anlaşılıyor. Bu miktar, 1000 metreküpün altındaysa, o ülkenin su kıtlığı çektiği kabul ediliyor.
Buna göre, Türkiye su kıtlığı çeken bir ülke değil. Ancak su kaynaklarının yönetimi ve planlanmasına dair yaşanan sorunlar, sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin plansız seyri, yenilenebilir su miktarında olumsuz değişimlere yol açmış durumda.
Türkiye'de yıllık yenilenebilir tatlı su miktarı 1995 yılında 8 bin 500 metreküpken 2000 yılında 3 bin 250 metreküpe kadar geriledi. 2025 yılında da bu değerin 2 bin 186 metreküpe kadar ineceği tahmin edilmekte.
Gelecekte büyük sorunlar doğuracak su kıtlığının önüne geçilebilmesi için, acil olarak dünya çapında su kaynaklarının kullanımında daha olumlu sonuçlar verecek alternatif çözümler bulunması gerekiyor. Aksi takdirde, karmaşa dolu bir geleceğe de hazırlıklı olmalıyız.

Ne kadar su lazım?
1 otomobil üretimi için 300-400 ton
1 ton çelik üretimi için 240 ton
1 varil (yaklaşık 200 lt) ham petrolün rafine edilmesi için 7 ton,
1 kg kumaş (baskılı boyalı) üretimi için 200 litre

Ne kadar su harcıyoruz?
Banyo yaparken (asgari) 50-60 litre
Üç dakika musluk açık bir şekilde diş fırçalarken 4 -5 litre
Tuvalet için (asgari) 25 litre
Bulaşık ve çamaşır makinesi (1 yıkamada) 100 - 120 litre


'Herkesin eşit erişim hakkı olmalı'
,Rosario Lembo, 1998'den beri su meselesi konusunda çalışmalar yürüten uluslararası bir komite olan Dünya Su Akti'nin İtalya ayağında genel sekreter.
Biz suyun yeni petrol olacağı fikrine katılmıyoruz. Öyle olsaydı suyun kontrolü yönünde savaşlar ve çatışmalar artmış olurdu. Dünya Su Akti'nin İtalyan Komitesi olarak suyun tüm insanlığa ait ortak bir doğal kaynak olduğuna, geleceğe aktarılması gereken bir miras olduğuna inanıyoruz. Uluslararası kamuoyunun da temiz suya erişimin en temel insan haklarından biri olduğuna ve herkesin eşit erişim hakkı bulunması gerektiğine inanması gerekir.
Özelleştirme, su kaynaklarının uluslararası ticari anlaşmalar tarafından istifade edilen ve uluslararası finans kurumları tarafından (Dünya Bankası, IMF vs.) desteklenen yönetim şekli ve sonuçları da olumlu olmayacak. Su kaynaklarının özelleştirilmesinin, su israfını önleyeceği kesinlikle yalan. Bu şirketlerin kâr etmesi için suya talep olmalıdır. Su ne kadar israf edilirse o kadar azalır, ne kadar azalırsa talep, dolayısıyla kâr o kadar artar.

World Assembly of Elected and Citizens for Water'a (AMECE-www.amece.net-Dünya Seçilmişler ve Vatandaşlar Su Meclisi) üye olan 650 aktivist (parlamenterler, valiler, belediyeciler, şirketler, ticari birlikler, vatandaşlar...) 18-20 Mart tarihlerinde Avrupa Parlamentosu'nda söz aldılar ve yaşadığımız su sorununun ekonomik, teknolojik, üretim şekillerimizin bir sonucu olduğunu dile getirdiler. Hepimiz bu konuda sorumluluğu üstümüze almalıyız. Su kaynaklarının verimli kullanılmasına hem dikkat etmeliyiz, hem de bu anlamda seçilmişlere gerekli baskıları yapmalıyız.

'Sorumsuz kullanan insanlık değil sermaye'
,Küreselleşme alanında çalışmalarıyla tanınan gazeteci yazar Ergin Yıldızoğlu, su sorununa küreselleşme çerçevesinden baktı...
Neo-liberal politikaların bir yansıması olarak su, bir 'meta' olarak görülmeye başlandı. Bu noktada, su konusunun, petrol kadar önemli bir sorun haline geldiği yorumları yapılıyor. Sizce de su yeni petrol mü?
Yeni petrol değil, çok daha önemli. Petrolün yerine ikame edilecek yeni enerji kaynakları teorik olarak bulunabilir ama suyun yerine başka bir şey bulunamaz. Su, yaşamın temel taşı. 1970'lerden bu yana dünyada su kullanımı da belirgin biçimde hızlandı.
Örneğin İngiltere'de bir süpermarkette satılan, yenmeye hazır bir poşet salata için, üretilmesinden rafa gelene kadar 50 litre su harcanıyor. Üstelik bu üretim, Afrika gibi kaynakları çok kısıtlı bir yerde yapılıyor. Buyrun, küreselleşmeden bir örnek daha.
Bu kadar önemli ve bu kadar kıt bir kaynak, bu hızla tükenirken, devletlerin suya ulaşmak için savaşacağı dönemler çok uzak değil. Su kaynakları üzerinde diplomatik rekabet ve dolaylı çatışmalar şimdiden hızla artıyor.
'Su bedava olarak algılandığı için şimdiye kadar sorumsuzca kullanıldı. Eğer paralı olursa insanlar kıymetini bilir' şeklinde bir görüş var. Öte yandan, 'Su kullanım hakkı, insan onurunun temel unsurlarından biridir ve kaynakların adil dağıtılması gerekir' görüşü de ona karşı çıkıyor. Sizce suyun kamuda kalmasıyla özelleştirilmesi arasında ne gibi farklar olacaktır?
Su bedava olduğu için insanlar tarafından sorumsuzca kullanılmadı. 10 bin yıllık insanlık tarihi içinde, ilk kez son 200 yıldır ve gittikçe artan oranda sorumsuzca kullanılıyor ve kirletiliyor. Neden? Suyu insanlık değil, sermayenin insanlığa ve doğaya aldırmadan kâr etme ve üretim yapma dürtüsü kirletiyor, küresel ısınmaya yol açarak yenilenmesini zorlaştırıyor.
Şimdi bunu denetlemek yerine, bir de su üretim ve dolaşımını piyasanın eline bırakmak, suyun giderek yalnızca parası olanlar tarafında tüketilecek (dünyanın geri kalanında su kıtlığı sorunu daha da ağırlaşacak), zengin ve güçlü ülkelerin mülkiyetine geçecek bir kaynak haline gelmesine yarayacaktır.

'Su ve petrolün ortak noktası savaş'
,Anil Naidoo, Council Of Canadian/ Kanada Konseyi'nin su kampanyası olan The Blue Planet Project'in organizatörü)
Sizce küresel ısınma, su kaynaklarının tükenmesi, kıtlık tehlikesi, çölleşme ya da buzul çağı felaket senaryolarıyla küreselleşmenin bir ilişkisi var mı?
Kesinlikle, ayrılmaz bir ilişki var. Küreselleşme her yerde ucuz kaynak, ucuz enerji arıyor. Bunların arasında tabii su da var. Bu durum çevrenin ve kaynakların yanlış kullanımına yol açıyor. Piyasa hiçbir otoriteyi tanımıyor. Dünya Bankası'nın baskısıyla, piyasa yanlısı hükümetlerin etkisiyle, yapmamız gerekenin tam tersini yapıyoruz. Şirketlerin sınırlarını gezegenimizin ekosistemine zarar verecek ölçüde büyüttüğümüz sürece, bu durumun kaçınılmaz bedelini gelecek kuşaklar çok ağır ödeyecektir.
Suyun yeni petrol olacağı görüşüne katılıyor musunuz?
Petrolle suyu aynı kefeye koyanlar, milyonlarca çocuğun önlenebilir ve iyileştirilebilir hastalıklardan öldüğünü bilmiyorlar demek ki! Suyun petrole benzetilebileceği tek nokta, ikisinin de ekonomilerin devamını sağlamak için savaşlara neden olduğu.
Çalışmalarınız arasında su özelleştirmelerine karşı hareketler var. Suyun özelleştirmesi ne gibi sonuçlar doğurabilir?
Kaynaklardan fayda elde etmek için oldukça etkin bir ekonomik yöntem. Çevresel sürdürülebilirlik ve sosyal adalet içinse tam bir yüz karası. Kâr mantığı fakirleri kenara iter çünkü para kazanmanın yolu, müşterilerin ödeme yapmasından geçer. Dünyada temiz suya erişimi olmayanların yüzde 80'i kırsal bölgelerde yaşamaktadır. Buralarda kâr etmek çok zordur, bu nedenle şirketler bu insanlar için asla önemli bir rol oynamazlar.

'Su barışı için kötümser olmayın'
,Yazar Yakup Şalvarcı, 2003 tarihli 'Pax Aqualis' adlı kitabında küresel su sıkıntısının, nihai barışın temeli olabileceğini iddia ediyor.
Su krizi senaryolarında evrensel aklın gelişimi küçümsenmektedir. Dünya sularının yüzde 97.55 ini teşkil eden deniz suyunu arıtma maliyeti sürekli olarak düşmeye devam etmektedir. Global su barışı konusunda kötümser olmamak için bir başka sebep ise 'teknoloji ilerledikçe daha az su kullanarak daha fazla endüstriyel/tarımsal üretim' yollarının bulunduğu/ bulunabileceğidir.
Gelecekle ilgili dünya nüfusu projeksiyonları birbirinden yüzde 50 gibi büyük farklılıklar arz edecek kadar çeşitlidir. Su ihtiyacı için çok önemli bir parametre olan nüfus projeksiyonlarının bu derecede dalgalanması, bu tahminlere dayanarak yapılan senaryolara da yansımaktadır. Doğal olarak bir bardak suda, su fırtınası koparmak isteyenler daha olumsuz tahminleri kendi tezlerinde kullanmaktadır.
Bu bağlamda, dünyada gittikçe yaygınlaşan nüfus planlaması gibi tedbirler, küresel su krizi senaryoları üzerinde olumsuz etki yapacaktır. Üstelik dünyanın daha da global bir köy olacağı var sayılırsa nüfusu stabilize olmuş dünyada su kıtlığı yaşanan yerlerden dışarıya doğru yaşanabilecek kısmi göçler bile çözüme bir ölçüde katkı sağlayacaktır. Su krizine kriz gözüyle bakanlar devamlı olarak olumsuz tahminleri kendilerine rehber edinmişlerdir.

'Bir ülke veya şirket insafına bırakılamaz'
Gazeteci Tan Morgül, 2007 Kenya Sosyal Forumu'nda su özelleştirmesi konusunu takip etme fırsatı buldu.
10 yıl önce iklim değişikliğiyle ilgili felaket senaryoları 2050'ye uzanıyordu. Yıllar geçtikçe bu tarih 2040'a, 2030'a geriledi. Sanayileşme arttıkça su kirliliği daha da artıyor. Üstelik sadece yerüstü sularıyla sınırlı değil; Ortadoğu, Güney Asya ve Uzak Asya bölgesinde açılmış olan 100 milyonun üzerindeki artezyen kuyularıyla yeraltı suları da tüketiliyor. Bu, dünyanın nemini almak demek. Yeraltı sularını bu şekilde tüketmek çölleşme anlamına geliyor. Çin'de yakın zamanda (ki bu 30-40 yıl gibi gerçekten yakın bir zaman) susuzluk çekecek nüfusun 350 milyon olduğu tahmin ediliyor. Çin'deki şehirlerin, yüzde 90'ının yeraltı suları kirlenmiş. 700 milyon Çinli her gün kirli su içiyor.
Hal böyleyken var olan temiz su kaynakları da şişelenip şirketlerce satılıyor. Geçen sene, şişeleme şirketleri 170 milyar litrelik taze suyu plastik şişelere boca ederek, devasa bir yeni kirletme kaynağına neden olmuşlar. Halbuki bunun yerine daha etkili projeler geliştirilebilir. Örneğin temiz suyu tuvalette kullanmamızı engelleyecek bir proje neden geliştirilmiyor?
Bu yıl 'Ortak Yaşam İçin Temel İhtiyaçlar' başlıklı toplantıda Nobel Barış Ödüllü Kenyalı akademisyen-aktivist Wangari Maathari'den Kenya'da insanların suya ilk defa nasıl para ödediklerini dinledik. Durum öyle trajik ki artık nehirler bile satılıyor veya kiralanıyor. Hükumetin yaptığı ticaret anlaşması gereği, suyu kiralanan nehrin kenarında yerleşmiş kabilelerden para isteniyor. Bölge insanı suya para vermeye bir türlü akıl erdiremediği için gelen faturaları ciddiye almıyorlar. Çünkü yüzlerce yıldır yaptıklarını yapıyorlar; hayvanlarını su içmeye götürüyor, topraklarını suluyorlar. Daha sonra fatura ücretleri kendilerinden talep edilince direniyorlar. Ancak bu direniş olumlu sonuçlanmıyor. Su faturalarını ödeyemedikleri için yıllardır yaşadıkları topraklardan ayrılıp Nairobi'ye göç ediyorlar.
Su kaynakları kullanımının bizatihi hükümetler tarafından yapılması gerek. Bunu da Birleşmiş Milletler gibi bir örgüt denetlemeli. Çünkü su hiçbir ülkenin veya şirketin insafına bırakılacak bir konu değil. Tüm dünya canlılarının ortak malı..
Blue Planet Projesi kurucusu, Kanadalı aktivist yazar Maude Barlow'un Mart 2006'da, Mexico City'de 'su hakları' üzerine düzenlenen konferansta yaptığı konuşmada inanılmaz rakamlar var. Dünyanın herhangi bir köşesinde, sekiz saniyede bir, bir çocuk su yokluğu kaynaklı hastalıklardan hayatını kaybediyor. Mevcut eğilim devam ederse dünya nüfusunun üçte ikisi, 2025'te temiz suya ulaşım hakkından yoksun kalacak. Şu anda Afrika kıtasında 22 ülke ağır su kriziyle yüz yüze. Su kaynaklı hastalıklar olan sıtma, tifo, kolera, hatta veba bile Afrika'yadönmüş durumda.
Sonuçta su, bir ihtiyaç değil, haktır. Ulusötesi şirketler ve özellikle Dünya Su Konseyi gibi uluslararası örgütler suyun bir ihtiyaç olduğuna dair kararlar aldırmaya çalışıyor. Çünkü ikisi uluslararası hukukta bambaşka paragraflarda inceleniyor.

'Özelleştirme işe yaramıyor'
Nick Wright, Dünya Kalkınma Örgütü Sözcüsü
Hem temiz suya erişimi olmayan insan sayısını yarıya indirip, hem de küresel kalkınmayı sağlamak istiyorsak önümüzdeki 10 yıl boyunca her gün 150 bin insana temiz su ulaştırmamız gerekiyor. Hükümetimiz bu uğurda yıllardır hiçbir işe yaramayacak olan bir proje için milyonlarca sterlin harcıyor. Adı su özelleştirmesi!
Dünya Kalkınma Örgütü'nün 'Kirli Yardım, Kirli Su' kampanyası, yardım paralarını çözüm yerine su krizi çıkaracak şirketlere yatırarak yanlış kullanmaması üzere İngiliz hükümetine çağrı yapmak için başlatılmıştır. Onlarca hükümet ve gönüllü, kalkınmakta olan ülkelerde su özelleştirmesini yapılması gereken bir şey olarak dayadılar. Serbest pazara bağımlı bu ideolojik tavır, Bolivya'dan Arjantin'e, Filipinler'den Gine'ye en fakir bölgelerde özelleştirmenin işe yaramadığını görmüyor. Evet, dünyanın birçok yerinde kamu hizmeti yapan kuruluşlar zayıf durumda. Ama Brezilya, Kamboçya, Hindistan, Uganda'da suyun temizlenmesi ve dağıtımını başarıyla üstlenmiş kuruluşlar var. Gelişmiş ülkelerin bu tarz işletmelere destekte bulunması gerekir.


Devamı İçin Tıklayınız...>>
 
Clicky Web Analytics