KÜRESEL ISINMA VE ETKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KÜRESEL ISINMA VE ETKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

sonun başlangıcı: küresel ısınma ve iklim değişikliği

Küresel ısınma; atmosfer, su ve kara kütleleri yüzeyindeki sıcaklıktaki artış olarak tanımlanabilir. Bu ısınmaya kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların yakılması sonucu atmosfere verilen sera gazlarının neden olduğu bilinmektedir.

150'den fazla grup ve şarkıcının sahne aldığı, yedi kıtada, dokuz kentte düzenlenen Live Earth konserleri tüm dünyanın ilgisini küresel ısınma ve iklim değişikliği konusuna çekmeyi başardı. Hızla ısınmaya başlayan dünyamızda, hava sıcaklıklarının hissedilen oranlardaki artışıyla, bilim adamları dışındaki halk toplulukları da küresel ısınmayı kabul etmeye başladı. Tüm dünyayı etkisi altına alan küresel ısınma nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır? Küresel ısınma önlenebilir mi ya da hiç değilse yavaşlatılabilir mi? Yerkürenin ısınmasını sağlayan insanoğlu bu soruların cevaplarını bulmaya ve küresel ısınmayla çetin bir mücadeleye girmeye hazırlanıyor.

Küresel ısınma; atmosfer, su ve kara kütleleri yüzeyindeki sıcaklıktaki artış olarak tanımlanabilir. Bu ısınmaya kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların yakılması sonucu atmosfere verilen sera gazlarının neden olduğu bilinmektedir.

1980'lerde kutuplardaki buzulların eridiği görüldüğünde "küresel ısınma" tartışmaları başladı. 1990'larda kutuplardaki erimenin arttığı tespit edilince yerkürede bir ısınmanın varlığı tüm bilim çevrelerince kabul edildi. ABD, Rusya ve Çin'deki 747 meteoroloji istasyonunda toplanan veriler değerlendirildiğinde, gece sıcaklıklarında belirgin bir artış bulundu, gündüz sıcaklıklarında ise önemsiz değişimler tespit edildi. Küresel ısınma konusunda yapılan araştırmalar sonucunda, dünyanın yüzeye yakın seviyesinde hava sıcaklığının son 100 yılda 0,3 ila 0,6 derece yükseldiği belirlendi.

2006 yılı sonunda ünlü bir iktisatçı olan Dünya Bankası eski baş ekonomisti Nicholas Stern'in hazırlamış olduğu rapor, sera gazı etkisi olan gazların salınımının düşürülememesi durumunda dünyayı bekleyen kıyamet senaryosunu ortaya koyuyor. Rapora göre, küresel ısınmanın ve iklim değişikliklerinin önünün alınamaması durumunda, sel ve kuraklık nedeniyle 200 milyon kişi açlığa mahkum olurken, on yıl sonra canlı türlerinin yüzde 40'ı yok olacak. Dünya üzerindeki buzulların erimesiyle, 4 milyon kilometrekare toprak kaybolacak ve dünya nüfusunun 1/12'si yok olma tehdidi altında kalacak. Küresel ısınmanın sonuçları, dünya ekonomisinin de yüzde 20 küçülmesine neden olacak.

Dünyada, sera etkisi yaratan çevre sorunlarının yüzde 46'sı enerji tüketimi, yüzde 24'ü sanayi faaliyetleri, yüzde 18'i ormanların yok olması, yüzde 9'u tarım ve yüzde 3'ü de diğer kaynakların yarattığı emisyonlar nedeniyle oluşmaktadır. Bu değerler göstermektedir ki, dünyadaki çevre sorununun en önemli kaynağı enerji tüketimidir.

Dünyamızı aydınlatan ve ısıtan enerjinin kaynağı güneştir. Güneşten, dünya yüzeyine ulaşan ışık ısıya dönüşerek dünyamızı ısıtır. Yeryüzüne ulaşan ışınların bir kısmı ise tekrar uzaya geri yansıtılır. Yansıtılan ışınların büyük bir bölümü uzaya geri dönerken, bir bölümü dünya atmosferinde sera gazları tarafından tutulurlar. Fosil yakıtların kullanılmasıyla ortaya çıkan karbondioksit (CO2), kükürtoksitler (SOx), azotoksitler (NOx), karbonmonoksit (CO) ve diğer hidrokarbonlar sera gazları olarak tanımlanmaktadırlar. Atmosferi kaplayan sera gazları, camdan sera gibi davranarak, güneş yoluyla dünyamıza gelen ısının çıkışına engel olurlar.

Dünya atmosferinde sera etkisi yapan gazların neden olduğu ısınma bilimsel bir gerçekliktir. Bu ısınma olmasaydı, dünyamız buzullarla kaplı olurdu. Binlerce yıl boyunca, sera etkisi yapan gazların neredeyse sabit olan düzeyi, insanoğlunun yaşayabileceği uygun iklim şartlarının oluşmasını sağladı. Fakat, zaman içerisinde fosil yakıt tüketiminin kontrolsüz bir şekilde artışı, sera gazlarının oluşturduğu iklim değişikleri sonucu insanoğlunun yaşamını ve dünyayı tehdit etmeye başladı.

Fosil yakıtlardan elde edilen enerji türlerinde, atıklar doğrudan havaya karışıyor ve bu atıkların büyük bir bölümü Karbondioksit başta olmak üzere sera gazlarına dönüşüyor. Fosil yakıtların kullanılmasıyla, saniyede 800 ton, günde 70 milyon ton, yılda 25 milyar ton Karbondioksit atmosfere veriliyor. Kuzey Amerikalılar kişi başına her gün ortalama 54 kg karbondioksiti atmosfere veriyorlar. Avrupa ve Japonya'da, kişi başına Karbondioksit emisyon miktarı günde 23 kg'yi aşmış bulunuyor. 1,3 milyar nüfusa sahip ve hızla büyüyen Çin'de ise günlük Karbondioksit emisyon düzeyi kişi başına 6 kg seviyesindedir. Fosil yakıtların bu hızla kullanılması, 21. yüzyılda sera gazlarının iki kat artmasına yol açabilir.

Sera gazlarının atmosferdeki artışı, sürekli ısınma şeklinde ekolojik dengenin bozulması tehdidini ortaya çıkarmaktadır. Dünyanın yüzey sıcaklığının, buzul çağından bugüne kadar ortalama 3 derece arttığı hesaplanmıştır. Bu artıştan sonra, dünya yüzey sıcaklığındaki 1 oC'lik artış, kutuplardaki buzulların erimesi ve iklim değişiklikleri gibi insanlık için önemli problemleri ortaya çıkarabilecektir.

IPCC'nin (Intergovernmental Panel On Climate Change) yayımlanan üçüncü değerlendirme raporunda, 2100 yılına kadar dünyamızdaki ortalama sıcaklığın 1,4-5,8 oC arasında artacağı belirtilmektedir. Yerkürede, 50 bin yıl önceki buzul çağından sonra sadece 3 derecelik bir sıcaklık artışı olduğu dikkate alındığında, 2100 yılına kadar yerkürenin sıcaklığındaki 1,4 ila 5,8 derecelik artış, içinde bulunduğumuz felaketi gözler önüne seriyor.

Küresel ısınmaya bağlı olarak, dünyamızda kar örtüsü ve buzul boyutlarında küçülmeler yaşanmış, denizlerdeki su seviyelerinde 15-25 cm arasında bir artış olduğu belirlenmiştir. Yaşadığımız yüzyılda, ısınmaya bağlı olarak okyanusların ısınmasıyla birlikte dağ buzullarının ve kutuplardaki buz örtüsünün erimeye devam etmesi beklenmektedir. Buzulların erimesi sonucunda, deniz seviyelerinin 9-100 cm arasında yükseleceği tahmin edilmektedir.

Deniz seviyesinde görülecek yükselme, birçok kıyı bölgesi yerleşimini olumsuz yönde etkileyecektir. Örneğin, deniz seviyesinde meydana gelecek 100 cm'lik bir artışla Hollanda'nın yüzde 6'sı, Bangladeş'in yüzde 18'i ve birçok adanın ya tümü ya da büyük bir bölümü sular altında kalacaktır. Denizlerin karalar üzerinde ilerlemesi ile oluşacak arazi kayıplarıyla birlikte, kıyı erozyonları da artacaktır. Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyılardaki toprak kaybının yanında, kıyılara yakın temiz su kaynaklarının da denizle birleşmesine neden olacaktır. Bu nedenle, tatlı su kaynaklarının kalitesi, tuzlu su karışımı nedeniyle düşecektir.

Mevsimler bölgesel olarak uzamaya başlayacak, kış ve gece sıcaklıkları, yaz ve gündüz sıcaklıklarından daha fazla artacaktır. Isınmayla birlikte, deniz ve okyanuslardan daha fazla su buharlaşacak, dünya daha nemli olacaktır. Suların buharlaşmasındaki artış, yağışların artmasını sağlayacaktır. Dünyaya düşen yağış miktarı, son yüzyıl içerisinde yüzde 1'lik bir artış göstermiştir. Büyüklüğünü suyun buharlaşmasından alan kasırga ve rüzgarlar, bu dönemde daha da güçlü olacaktır. Sert esen rüzgarlar, suyun topraktan daha hızlı bir şekilde buharlaşmasına yol açacaktır. Bu durumda, bazı bölgelerin daha da kurak olmasına neden olacaktır. Son 10 yılda Asya ve Afrika'da sıcaklık şiddetlerinde ciddi artışlar olmuştur.

Küresel ısınma sonucunda dünyada görülen değişikliklerden örnekler

1) Grönland hızla eriyor

Küresel ısınma nedeniyle son 20 yılda Grönland'ın hava sıcaklığı üç derece arttı. Hava sıcaklığındaki artış Grönland'tan büyük buz kütlelerinin kopmasına neden oluyor. Bu gelişme ise Atlas Okyanusu'na akan su miktarını da hızlandırdı. Buz kütlesinin son on yıldaki erime miktarı yaklaşık üç kat arttı. Grönland'ın tamamen erimesiyle Atlas Okyanusu'nun yedi metre yükseleceği tahmin ediliyor. Bilim adamları tarafından yapılan çalışmalarda Grönland'ın erimesi için 1000 yılık bir zaman tahmin edilmesine rağmen, küresel ısınma konusundaki son gelişmeler bu sürenin daha da kısalacağı yönündeki yorumlara dönüşmüştür. Atlas Okyanusu'ndaki su seviyesini yükselmesi öncelikli olarak deniz seviyesinden çok yüksek olmayan adaların sular altında kalmasına neden olacaktır. Su seviyesinin yükselmesi ile deniz seviyesine göre düşük yükseklikte olan adalarla birlikte, aralarında Londra'nın da bulunduğu bazı büyük şehirlerin alçak kesimlerinin de su altında kalması beklenmektedir. Grönland'da, yılda eriyen buzul miktarı İstanbul'un yıllık su tüketiminin 300 katı olarak belirtiliyor.

2) Güney Kutbu hızla eriyor

Güney Kutbu'ndaki buz kütlelerinin yaklaşık yüzde 90'ı giderek küçülmeye başladı. Güney Kutbu'nda, küresel ısınmanın etkilerini tespit etmek amacıyla, bölgede incelenen 244 buz kütlesinin yüzde 87'sinde erime olduğu görülmüştür. Yapılan çalışmalar, buzulların erimesinin son beş yılda hızlandığını ortaya koyuyor.

3) Klimanjaro'daki karlar da eriyor

Tanzanya'daki Klimanjaro Dağı'nın eteklerini süsleyen karlar erimeye başladı. Karların bu hızla erimeye devam etmesi durumunda, 15 yıl içerisinde Klimanjaro'nun doruklarında kar kalmayacağı tahmin ediliyor. Yapılan araştırmalar, dağın doruklarındaki buzul ve kar tabakasının son yüzyıl içerisinde yüzde 80 oranında azaldığını gösteriyor.

Küresel Isınmayı Önlemeye Yönelik Çalışmalar

Küresel ısınmayı önlemeye yönelik, 2004'te yürürlüğe giren Kyoto Protokolü'nü bugüne kadar 168 ülke imzaladı. Kyoto Protokolü'ne göre, 2008-2012 yılları arasında gelişmiş ülkelerin, sera gazı emisyonlarını 1990 yılındaki seviyenin yüzde 5,2 altına çekmeleri gerekiyor. Fakat, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 4'üne sahip ABD, dünyanın toplam karbondioksit emisyonunun yüzde 25'ini tek başına üretiyor. ABD, bugüne kadar Kyoto Protokolü'nü imzalamadı ve imzalama yönünde herhangi bir girişimleri de bulunmuyor. Diğer taraftan, toplam sera gazı emisyonlarının yüzde 17'sinden sorumlu olan Avustralya'da henüz Kyoto Protokolü'nü imzalamayan ülkeler arasında.

Kyoto Protokolü kapsamında, 1990 yılı verileri baz alınarak, 2008-2012 döneminde sera gazı emisyonlarını yüzde 8 azaltmayı hedefleyen AB, küresel ısınmayla mücadele konusunda uzun vadeli yol haritası belirleme konusunda yoğun olarak çalışıyor. Belirlenen hedefe ulaşabilmek için Mart 2005'ten bu yana çalışan AB Komisyonu, 10 Ocak 2007'de Avrupa için yeni bir enerji politikasının oluşturulabilmesi için geniş kapsamlı bir önlem paketi açıkladı. Bu pakette, 2020 yılına kadar sera etkisine sahip gazların emisyonunun yüzde 20 azaltılması öngörülüyor.

Kasım 2006'da yayınlanan, BM İklim Değişikliği Raporu'nda, Kyoto Protokolü'nü imzalamış olan 40 sanayileşmiş ülkenin, 1990-2004 yılları arasında Karbon emisyonlarındaki artış ölçülmüş ve sanayileşmiş ülkelerin emisyonlarının yüzde 3 azaldığı belirtilmiştir. Rapora göre, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın sera gazı emisyonlarında düşüş görülürken, yüksek emisyon oranlarına sahip, Japonya, ABD ve Kanada'nın emisyonları daha da artmıştır. Türkiye ise yaklaşık yüzde 73 oranı ile en hızlı emisyon artışına sahip ülke konumunda bulunuyor.

Küresel ısınmanın Türkiye'ye etkileri

Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasındadır. Küresel ısınma sonucu ülkemizde beklenen en önemli sorun, su sorunu olacaktır. Kuraklık, tarım ve orman ürünlerinde azalışa, hidroelektrik santral kullanılarak yapılan elektrik üretiminin azalmasına ve bunun sonucunda enerji sıkıntısının yaşanmasına yol açacaktır. Küresel ısınmanın sonucunda oluşacak iklim değişiklikleri nedeniyle, ülkemiz Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da görülen daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının etkisinde kalabilecektir. İklim kuşaklarındaki bu değişiklik, Türkiye'de ki tarım ürünlerinin rekolte değerlerinin de düşmesine neden olacaktır. İklim değişikliği, Türkiye'nin özellikle çölleşme tehdidi altındaki, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde, ormancılık ve su kaynakları açısından olumsuz etkilere yol açacaktır. Son yıllarda ormanlarımızda sıkça görülmeye başlayan toplu ağaç kurumaları ve zararlı böcek salgınlarının en önemli nedeninin kuraklık, hava kirliliği ve asit yağmurları olduğu bulunmuştur. Büyük kentlerdeki gece sıcaklıkları artacak, bu durumda havalandırma ve soğutma amaçlı elektrik tüketiminin daha da artmasına neden olacaktır.

Gelecek 50 yıl içerisinde küresel nüfusun kullanacağı enerjinin, şimdiye kadar tüketilen toplam enerji miktarından daha fazla olması beklenmektedir. Enerji tüketimindeki artış, fosil yakıtların tüketimini, fosil yakıt tüketimi ise sera gazlarının miktarını arttıracaktır. Sera gazlarındaki artışın bu yüzyılda iklim üzerinde daha da büyük değişiklikler yaparak tüm dünyayı kavurucu sıcakların pençesine atması beklenmektedir. Bu şartlar altında, tüm dünyada enerji kullanımı artarken, sera gazı emisyon oranları düşük olan enerji üretim teknolojilerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu büyük problemi aşabilmek için de en büyük anahtar; hidro elektrik, rüzgar, jeotermal, güneş, biyoenerji, Hidrojen gibi yeni-yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarının kullanımının artırılmasıdır.

Serdar İskender / Makine Yüksek Mühendisi- Dünya


Devamı İçin Tıklayınız...>>

küresel ısınmada çevre bilinci

Yıllardan beri söylenmekte olan bir gerçek, bu vesileyle insanların dikkatini çekmeyi başardı. Nihayet küresel ısınmanın korkunç etkilerini idrak edebildik.
Bu noktaya nasıl geldik, günümüzdeki bu tablo nasıl ortaya çıktı ona bir bakalım.

Bol bol deodorant kullandık, en yakın yerlere uçakla gittik, şehir içerisinde 4x4 araçlarla gezdik, klimaları ve elektrikli küçük ev aletlerini sınırsızca kullandık.

''Her şerde bir hayır vardır" der eskiler. Dünyanın şu anki durumuna bakınca hak vermeden edemiyor insan. Yağışsız geçen, hatta hiç yaşanmayan bir kış mevsimi ve kuruyan su kaynakları bir yandan içimizi sızlatsa da, bir yandan önemli bir sonuca hizmet ediyor. Yıllardan beri söylenmekte olan bir gerçek, bu vesileyle insanların dikkatini çekmeyi başardı. Nihayet küresel ısınmanın korkunç etkilerini idrak edebildik. Bu noktaya nasıl geldik, günümüzdeki bu tablo nasıl ortaya çıktı ona bir bakalım.
Yıllardır teknolojinin getirdiği nimetlerden faydalandık, bize sunduğu araçları hiç düşünmeden kullandık. Bol bol deodorant kullandık, en yakın yerlere uçakla gittik, şehir içerisinde 4x4 araçlarla gezdik, klimaları ve elektrikli küçük ev aletlerini sınırsızca kullandık. Hızlı nüfus artışına gıda yetiştirebilmek için doğanın dengesini bozacak tarımsal uygulamalara yöneldik. Dünyanın yeşil bitki örtüsünü, Amazon ormanlarını acımasızca katlettik. Nükleer santraller ve çeşitli ülkelerde gerçekleştirilen nükleer denemeler de bütün bunların üzerine tuz biber ekti. Ve sonuçta, farkında olmadan ozon tabakasını deldik. Atmosfere yaydığımız sera gazlarının ozon tabakasını delmesi sonucunda buzullar erimeye başladı. Daha önce güneşten gelen ışınlar buzullar tarafından yansıtılarak atmosfere geri gönderiliyordu. Fakat son 50 yılda etkisini gösteren buzullardaki erime ile birlikte güneş ışınları yansıyarak atmosfere geri dönemedi, doğrudan yerküre tarafından emildi. Bu durumda da küresel ısınma gittikçe artmaya ve etkilerini göstermeye başladı. Suların buharlaşma oranı gittikçe arttı, genel hava sıcaklığında 2-3 derecelik artışa bağlı kuraklık ile beraber çölleşme başladı. Bir yandan da buzulların erimesi ile birlikte yükselen deniz seviyesi de yeni doğal afetlerin kapıda olduğunu gösteriyor. Farkında olmadan dünyayı kendi ellerimizle cehenneme çevirdik.
Ülkemiz ise bu durumdan en çok etkilenen coğrafi kuşağın içinde bulunuyor. Peki, bu duruma Türk halkı nasıl tepki veriyor?
Geçtiğimiz günlerde yapılan bir kamuoyu araştırması, konuyla ilgili bilinç düzeyinin artışının yanı sıra genel bir panik havasının da egemen olduğunu ortaya koydu. Türkiye genelinde 16 şehirde gerçekleştirilen araştırmaya göre, "Gelecek konusunda en çok korkutan gelişme nedir?" sorusuna katılımcıların yüzde 34,1'i "Küresel ısınma" cevabını verdi. Bu oran eğitimli ve iyi gelirli kişilerin yer aldığı grupta daha da artarken, dar gelirli ve eğitim seviyesi düşük grupta "işsizlik ve açlığın" hemen arkasından geliyor. Fakat çok acıdır ki aynı araştırmada, insanlara küresel ısınmaya karşı bir tedbir alıp almadıkları sorusuna katılımcıların yüzde 25,9'u olumsuz cevap veriyor. Araştırmaya göre, halkın çoğunluğu çevre konusunda çalışan şirketlerden, sivil toplum örgütlerinden ve projelerinden de habersiz. Ne yazık ki korkunun ecele faydası yok. Çok geç olmadan hem birey hem toplum hem de devlet olarak önlem almamız gerekiyor. Bu yazının amacı da, herkesin panik halinde küresel ısınmadan bahsettiği şu günlerde bir nebze soğukkanlılığa davet etmek ve elbirliğiyle neler yapılabileceğini irdelemek.
Bugünün dünyasında hangi sorunu ele alırsanız alın, ekonomik dengeleri yerli yerine oturtmadan gerçekçi ve kalıcı bir çözüm üretmek mümkün değil. Çevre koruma gibi "kutsal" bir amaç söz konusu olduğunda dahi durum değişmiyor. Makro ölçekte baktığımızda, orta ve uzun vadede rekabete dayanacak ekonomilerin en az enerji harcayan ya da rüzgar, güneş enerjisi gibi alternatif enerjilere yönlenen ve minumum input/girdi ile maksimum output/yarar sağlayan ekonomiler olacağı kesin. Aynı durum mikro ölçekte bakıldığında firmalar için de geçerli. Daha açık bir deyişle, tasarruf önlemlerini bir an önce alan ve bu önlemleri içselleştirip sürekliliğini sağlayan firmalar gelecekte de ayakta durabilecek, diğerleri ise yaşayamayacak.
Dolayısıyla, şirketler bir yandan kendi içlerinde gerekli önlemleri alırken diğer yandan da konu ile ilgili sivil toplum kuruluşlarına destek vererek kamuoyunun bilinçlenmesine katkıda bulunmak durumundalar. Zira bilinçsizce harcanan her damla su ve enerji, yine bu şirketlerin ekonomisini etkileyecek. Yani bu tür kampanyalara ya da sosyal sorumluluk projelerine destek vermek PR çalışmasının ötesinde, somut bir rekabet gücü sağlayacak.

Doğaya kıyım, cinayete eşdeğer
Hemen her alanda olduğu gibi, çevre korumada da sorumluluk çok boyutlu bir kavram ve gerçek bir işbölümü gerektiriyor. Mevcut yasalarla suyun veya diğer enerji kaynaklarının üretimi ve korunması tamamen devletin sorumluluğu altında. Bu da tüketicilere bilinçsizce yaptıkları harcamalar için hiçbir yaptırım uygulanmaması anlamına geliyor. Bir örnek vermek gerekirse dünyada yerine konamayan tek kaynak toprak iken, aşırı derecede eğimli tarlasında hiçbir önlem almadan tarım yapan çiftçi, belki de farkında olmadan cinayete eşdeğer bir suç işliyor. Yine orman yangınlarına bilinçsiz davranışları ile sebep olanlar da bu suçtan yargılanmalı. Hepimizin selameti için, her suç gibi bu suçların da bir yaptırımı olması ve bu yaptırımın yasalarla net bir şekilde belirlenmesi şart.
Dünyada sera gazlarının salımından en fazla etkilenen ülkelerden biri olarak, Kyoto protokolünü imzalamalı ve imzalamayan diğer ülkelere de örnek teşkil etmeliyiz. Türkiye henüz sanayileşmesini tamamlamadığı halde bunu yapabilirse gelişmiş ülkelere iyi bir ders verecektir. Bu konuda Türkiye her konuda olması gerektiği gibi kendi coğrafi bölgesinin liderliğini yapmalıdır.
Bunun dışında belediyelere de büyük sorumluluk düşüyor. Her yıl altyapısal yetersizliklerden dolayı su, elektrik gibi enerji kaynaklarımız boşa harcanıyor. Örneğin İSKİ'nin barajlardan çektiği suyun yüzde 40'ının dağıtım kanallarında yok olduğu söyleniyor. Böyle bir şeyin aslı var mı, aslı varsa ne tür önlemler alınıyor? Bir başka konu ise ülkemizdeki kayıt dışılığın sebep olduğu kaçak elektrik ve su kullanımı. Bunlar kamuoyuna açıklanmalı ve kamuoyu da belediyelerin bu konuda üstüne düşeni yaptığını görmeli.
Sorumluluğun üçüncü ve belki de en önemli halkası ise, her zaman olduğu gibi bizlerin elinde. Kişilerin de toplumu oluşturan bireyler olarak alacakları önlemler sadece geleceğimiz için değil bugünümüz için de hayati önem taşıyor
Eskiden bu tedbirlerin alınması için insanları motive ederken çocuklarımıza yaşanılır bir hayat bırakmaktan söz ederdik, şu anda maalesef yeni nesilin değil kendi hayatımızın daha iyi olabilmesi için önlemlerimizi acilen almamız gerekiyor. Zira bu gidişle değil çocuklarımızın geleceğini, 5-10 yıl sonramızı görmek mümkün olmayacak.

SADIK ÇELİK: Keyveni Catering, YK Baş.
İTO Gıda Meslek Komitesi Üyesi


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Şenlik bitti: Küre ısınıyor ...............

12.02.2008 Cumhuriyet / Osman NAMDAR

Doğa, ilk haline, kontrol edilemez duruma dönüyor, insan egemenliğinden kendini kurtarıyor

"Hazırım gelecek olan kargışa

son leylekler gitti. Az kaldı kışa;

duydum; tıkır tıkır ölümün saati."

Ahmet Oktay

N e kadar gelişmiş bir uygarlığa sahip olduysak doğadan o kadar uzaklaştığımız görülüyor; gelişmişlik sandığımız bu durumun insansoyuna sunduğu en büyük ödül de bireysel ve toplumsal acılarımızın artışı. Anlam ve çağrıştırdıkları açısından çok karamsar bir tümce bu. Ama ister istemez böyle düşündürtüyor içinde yaşadığımız çağ.. Şimdiden yazıyı okumaktan vazgeçebilirsiniz.

İnsanın yeryüzünde boy göstermesiyle birlikte, doğayla mücadelesi de başlamıştır. 150 bin yıl boyunca bu mücadelede doğanın sözü geçmiştir hep. Günümüzden 10­12 bin yıl önce tarım devrimiyle birlikte insan, doğa üzerinde yavaş yavaş egemenliğini kurmaya başlamış, sonra daha hızlı olarak da doğa üzerindeki bu egemenliğini perçinlemiştir. Tarım alanları açmış, ormanları yakmış, suların akışını değiştirmiş, saraylar, kentler kurmuş ve son olarak endüstri devrimiyle de doğaya karşı zaferini taçlandırmıştır. Ancak bu zafer, doğanın yıkımını daha da hızlandırmış, iklimleri değiştirmiştir. Süreç, dünyanın yavaş yavaş ısınmasına doğru yol almaktadır. Kaygılarımız dün erozyon üzerineydi, bugün küresel ısınma üstüne.

Öyleyse nedir bu küresel ısınma denen şey? Şöyle özetlenebilir belki: Atmosferi oluşturan ozon, karbondioksit, kloroflorokarbon grubu ve metan gibi gazlar, güneşten gelen ısının bir kısmını tutar ve yeryüzünün ısısının dengede kalmasını sağlar. Bu denge sayesinde nehirler, okyanuslar belirli bir sıcaklık düzeyinde kalır. Bu özelliğe sera etkisi deniyor. Bu dengenin korunmasında karbondioksit çok önemlidir. Günümüzde atmosferdeki karbondioksit miktarı enerji kullanımı ve hava kirlenmesine bağlı olarak hızla artmaktadır. Bu artışta enerji kullanımı ve sanayinin etkisi yüzde 75, ormansızlaşmanın ve tarımın etkisi yüzde 25 civarındadır. Atmosfere karbondioksit salınımında sanayileşmiş dediğimiz ülkelerin payını siz düşünün artık.

Atmosferdeki, karbondioksit ve ısıyı tutan diğer gazların miktarındaki artış, atmosferin ısısının yükselmesine, güncel deyimle küresel ısınmaya neden olur. Küresel ısınma ise buzulların erimesi ve okyanusların yükselmesi gibi ciddi sonuçlar ve bu sonuçlara bağlı olarak da iklim değişmelerine yol açacaktır. Kaygı bundan kaynaklanmaktadır.

İklim değişiklikleriyle, bitkisel üretimde yeni maliyetler ortaya çıkacak, dünya gıda üretim düzeni bozulacak, milyonlarca yoksulun üstündeki açlık baskısı daha da artacaktır. Hastalıklar daha farklı bölgelere yayılacaktır; çünkü mikroplar ve mikropları taşıyan canlılar da yaşam alanlarını değiştirecek (Taşıyıcılar, bugün uyum sağladığı bölgelerin ısısı ve doğal çevresi değiştiği için kendine uygun başka bölgelere göç edecek) karşılaştıkları direnç geliştirmemiş canlılar üzerinde daha öldürücü hastalık yapacaktır. Şimdi var olan türlerin birçoğu hızla yok olacak, yeni uyum için yüzlerce, binlerce yıl gerekecektir. Şu gerçek de artık biliniyor: Ekosistemlerde yıkım başlayınca artık geri dönüşü yoktur.

Ekosistemlerin (çevredizgelerin) oluşması yeryüzünde yüz binlerce yıllık evrimin sonucudur. Bir tür veya ırkın yaşadığı bölge, o tür ya da ırkın yaşayabileceği en uygun bölgedir ve yüzyıllar boyunca süren evrim sonucu o bölgeye uyum sağlamışlardır. Ama o uyumu sağlayıncaya kadar nice atalarını kurban vermişlerdir doğaya. O coğrafya, o ırk ya da türün "en iyi" yaşam alanıdır.

Dünyanın nüfus yükü arttıkça, lüks tüketim ve konfor arzusuyla daha çok tüketim nesnesi peşinde koşmaya başladı insansoyu. Bu açgözlülük yüzünden yıkım daha bir hızlandı. Üretim artışı ve verimlilik gibi hayallerle bölgesel ırklar ve türler yerine daha verimli(!) ya da üretken(!) ırk ve türler yetiştirildi. Hayvancılıkta da bitkisel üretimde de böyle yapıldı. Ülkemizde de hayvan ıslahında yerli ırkların yerine, Avrupa'nın koşullarına uygun ırklar getirildi ve nerdeyse son otuz yılda birkaç milyar dolar para ithalata gitti. Bu hayvanlar bir türlü uyum sağlayamadı. Elde kalanlar da ülkemizin çevre koşullarında dayanıksız. Oysa, tırnak yapısının sağlamlığından, meme dokusunun sağlamlığına, hastalıklara dayanıklılığından kuru otlarla bile beslense ürün ve yavru verebilme özellikleriyle yerli ırklarımız hiç göz önünde bulundurulmadı. Bitkisel üretimde de aynı durum söz konusu. Döl vermeyen melez tohumlardan, genetik yapısı değiştirilmiş tohumlara kadar tamamen dışa bağımlı bir yapı oluşturuldu. Yapılan ıslahlarla dayanıklı, pazar şartlarına uygun(!) denen sebze ve meyvelerle dolu tezgâhlar. Ama ani ısı değişikliklerinde hemen ölen bitkilerden elde edilen, iki günde buzdolabında çürüyen, tadı tuzu olmayan sebze ve meyveler sardı ülkemizi. Ama kuraklık tehdidiyle karşılaşınca anladık yerli hayvan ırklarıyla, yerli bitkilerimizin değerini. Gerçi uyduruk gen kaynaklarını koruma projeleri aracılığıyla kimilerine makam, kimilerine de doktor, profesör unvanları sunduk. Gerçi proje kapsamında korunacak hayvan ya da bitkimiz kalmamıştı ya, olsun! Şimdi, Kemer patlıcanını, Yuva kavununu arıyoruz tezgâhta. Kara İnekle Sarıkız'ı arıyoruz, ama bulsak bile onları ahıra çağıracak teyzeler de kalmadı.

Doğada, belirli alanlarda bulunan canlıların oluşturduğu gen havuzu bozulduğunda, yeni bir dengenin oluşması yüzlerce, binlerce yıl alır. Dünyanın dengesinin bozulması ise ancak yüz binlerce yılda, bambaşka bir dengenin kurulmasıyla sonuçlanabilir. Buzul çağı bu akışın bozulduğu büyük dönüşümlerden biridir. Küresel ısınmanın getireceği sonuç bu açıdan değerlendirilirse getireceği yıkım göz önüne getirilebilir.

İşte bu yüzden ölümün soğuk soluğunu ensemizde hissediyoruz şimdi. İnsan üretim araçlarını geliştirerek doğaya karşı kazandığı zafer, ancak 10 bin yıl sürdü. Şimdi doğa, ilk haline, kontrol edilemez duruma dönüyor, insan egemenliğinden kendini kurtarıyor. Belki diyalektik bakışla, her zafer içinde bir yenilgiyi de barındırır diye düşünebiliriz. 10 bin yıllık egemenlik ve iki yüz yıllık zafer sarhoşluğunun sonuna geldi insansoyu. Teknoloji ile elde ettiği uygarlık saçmalığının bizi yıkıma götüreceğini söyleyenlere kulak tıkayarak geldik bugüne. Yakıp yıktığımız, talan ettiğimiz doğa, yine eski günlerdeki gibi baş edilemez olmaya doğru ilerliyor.

Modern dünyada, endüstri devriminden sonra daha önceki dönemlere göre ücretli kölelikle artarak süren sömürü, insanın doğa üzerindeki tahakkümünün en azılı, en dayanılmaz aşamasıydı. Bu yoğun saldırı karşısında doğanın canı çok yandı ve kan kaybediyor artık. Yaktığımız ateş söndürülemez oldu ve bizi de yakacak. Dünyanın öbür ucunda olan bir yıkım veya doğaya verilen zarar, bu ucunda bizi de etkiliyor. Doğa bir beden gibidir çünkü ve fizyolojik bir bozukluk tüm bedeni etkiler.

Korku tellallığı değil bu. Olacakların öngörüsü. Çünkü Ahmet Oktay'ın dizeleriyle söylersek, "Yaşadık; hem iyiydi tarih hem kötü; / bir bilgelik damıttık acılardan / ordan kalma gözlerdeki ürküntü."

Bu yazıyı yazdım, belki bir kişi okur da bu arsız yapılan sömürüye karşı duyarlığı gelişir diye. Belki hâlâ zamanımız vardır diye. Ve kendime bir teselli olsun diye. Yine Ahmet Oktay'ın dediği gibi "çünkü sadece yazmak tesellidir / çektiğimiz acıya bu dünyada."

Doğa, ilk haline, kontrol edilemez duruma dönüyor, insan egemenliğinden kendini kurtarıyor


Devamı İçin Tıklayınız...>>

son 10 yıl .....!

28.01.2007 Sabah / Sonat BAHAR

Gezegenimizi korumak için yıllarımız sayılı ! Açık Radyo'nun kurucusu Ömer Madra'nın anlattıklarına bakılırsa durum gerçekten de çok vahim. Madra'ya göre küresel ısınma felaketine dur diyecek son kuşak biziz.
2015'ten sonra bambaşka bir gezegenden bahsedeceğiz.

Gezegenimizi korumak için yıllarımız sayılı! Açık Radyo'nun kurucusu Ömer Madra'nın anlattıklarına bakılırsa durum gerçekten de çok vahim. Madra'ya göre küresel ısınma felaketine dur diyecek son kuşak biziz. 2015'ten sonra bambaşka bir gezegenden bahsedeceğiz.

'Stadı ısıtacaklarına evlerindeki ampulü değiştirsinler'

Açık Radyo'nun kurucusu Ömer Madra, yıllardır dinleyicilerini küresel ısınma konusunda bilinçlendiriyor. Madra'nın çizdiği tablo hiç de iç açıcı değil: "Tuz Gölü tuz çölü olacak, Antalya'da turizm yapılamayacak, seller çoğalacak".

Acayipleşti havalar bir güneş, bir yağmur, bir kar... atom bombası denemelerinden diyorlar stronsiyum 90 yağıyormuş ota, süte, ete, umuda, hürriyete kapısını çaldığımız büyük hasrete kendi ülkemizle yarıştayız gülüm ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz ya dünyamıza inecek ölüm

Nâzım Hikmet yıllar öncesinden bu günleri tahmin edip mi yazdı bu şiiri bilmiyorum ama gerçekten de dediği oluyor. Havalar bir acayipleşti... Türkiye, Avrupa ülkeleri ve ABD'de son yılların en sıcak kışı yaşanıyor. Ocak ayında bahardan kalma günler yaşanması ilk başlarda insanların hoşuna gitti ama artık korkutuyor. Üstelik bu korkular yersiz de değil. 10 yıldır durmaksızın küresel ısınma konusunda radyo aracılığıyla dinleyicilerini bilinçlendirmeye çalışan Ömer Madra ile konuştuk. Madra'nın dünyanın önde gelen bilim insanlarının raporlarıyla anlattığına göre durum vahim...

- 10 yıldır küresel ısınma konusunda insanları bilinçlendirmeye çalışıyorsunuz. Dilinizde tüy bitti mi?
- Bitti elbette. Ama konuşmaktan ve sürekli mücadele etmekten başka yol bilmiyorum. Ben yanımda torunumun resmiyle dolaşıyorum, ümidim kırıldığında o resme bakıp baştan başlıyorum. Bilim insanlarının söylediklerine inanıyorum ve onların söylediklerine göre torunumun veya benden sonraki kuşağın bunu düzeltecek şansı yok. Son kuşak biziz. Bu zayıf omuzların üzerine bu yük yüklenmiş. NASA'dan James Hansen 10 senemiz olduğunu söylüyor ve bu iyimser bir yaklaşım. İklim değişikliğini dünyaya ilk söyleyen, küresel ısınma olgusunu, arkadaşlarıyla birlikte ilk modelleyen insan Hansen. Diyor ki: "Böyle giderse, hiçbir şey yapmadan 'Böyle gelmiş böyle gider,' senaryosuna göre gidersek, 2015'ten sonra başka bir gezegenden bahsedeceğiz."

DÜNYA BÖYLE SICAKLIK GÖRMEDİ

- James Hansen'ın bahsettiği nasıl bir dünya?
- Tek kutuplu bir dünya. Kuzey Buz Denizi'nin uzaydan çekilmiş fotoğraflarına baktığımızda orada artık bir buz denizi olmadığını, sadece Güney Kutbu'nda buz olduğunu göreceğiz. Hansen "1 milyon yıldan beri dünya en sıcak noktasına çok yaklaştı," diyor. Bu tür bilimsel raporları nasıl dikkate almayız? Dünya bu boyutlarda bir sıcaklık görmemiş ki! Öngörüde bulunacak, modelleme yapacak veriye sahip değiliz bu durumda. Belki de iyi olur!.. Hoş, iyi olacağını sanmam ya!..

- Bu biraz komplo teorisi değil mi?
- "Şehirler ısı adası oluşturuyor, asfalt emiyor, bu nedenle sıcaklık yüksek görünüyor," deniyordu. Yani, ısınma gerçek olsa bile, bunun insan faaliyetlerinden, yani araba egzozlarından, ev ve fabrika bacalarından, uçaklardan vb. kaynaklanmadığı, daha çok doğal-çevrimsel olduğu gibi 'bahaneler' üretilmekteydi. Ama bir türlü kış gelmeyince, ayılar kış uykusuna yatmayınca, kar yağması gereken yerlerde kar yağmayınca artık anlaşıldı ki bu bir komplo teorisi değil. Petrol devleri, otomotivciler kârları azalacağı için 'inkâr endüstrisi'ni ve propaganda mekanizmasını çalıştırıyorlar. Sıradan insanlar da onlara uyuyor ve kabullenmeyi reddediyor, çünkü rahatından vazgeçmek istemiyor.

İNSANSIZ BİR DÜNYA...

-Bireysel olarak ben de suçluyum yani...
- Hep tüketelim, Maldivler'e gidelim, muazzam inşaatlar yapalım, her şeyi daha bol tüketelim, yazlıklar alalım, bahçeleri, ısıtalım, hatta göğü ısıtalım istiyoruz. Böylece de sorumluluktan kaçıyoruz. Bilim dünyasında etkili isimler arasında daha kötümser olanlar, hatta "Artık çok geç," diyenler de var. Yani Hansen iyimser bir yaklaşım içinde aslında. Sadece 10 yılımız kaldı diyen bir insana 'iyimser' demek de insanın içini bir hoş etmiyor değil doğrusu. Ama, küresel iklim değişikliği, çağdaş medeniyetimizin üstüne bir tsunami gibi geliyor aslında. Ne kışlar kışa benziyor, ne dağlar dağa benziyor. Her tarafı seller götürüyor. Ama, bütün bunlara rağmen olayı kabullenmiyoruz ve en büyük suçumuz bu.

- Daha kötü senaryolar da var yani...
- Tabii ki, tabiat ana teorisini ortaya atan en önemli bilim adamlarından James Lovelock'a göre iş işten geçti. Atmosferde karbondioksit ve benzeri sera gazları birikmesiyle artık eşik aşıldı, geri döndürülmez bir noktaya gelindi ve dolayısıyla bedeli ödenecek. "Hayli insansız bir dünya olacak," diyor. Yani tümüyle yok olmayacak ama 6.5 milyardan sadece kuzey kutbunda 500 milyon kadar insan kalacak. Geri kalanı kuraklıklardan, denizlerin su basmasından, susuzluktan ya da açlıktan kitleler halinde ölecek. Kuzey Kutbu serin ve vaha gibi olacak diyor. Ayrıca, "Bu yüzyıl bitmeden bunu göreceğiz," diyor. Bunları, vasiyet gibi kaleme aldığını düşündüğüm son kitabında açıklıyor. Bu, yetkili bilim insanları arasında benim gördüğüm en kötümser yaklaşım.

SONU, ELLERİMİZLE HAZIRLADIK

-İklim değişikliğine ilişkin son bilgiler neler?
- Dünyanın bu konudaki en önemli insanları; meteorologlar, coğrafyacılar, iklim bilimciler birçok rapor yayımladı. IPCC diye adlandırılan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli'nin şubatta yayımlanacak raporuna göre; artık küresel ısınmanın insan eliyle olduğu, bu konuda tereddüde yer olmadığı açıklanacak. Bu çok önemli. Bilim camiası gece sıcaklığının yükseldiğini açıklayacak; yani güneşteki lekelerle ilgisi yok, karaların yanı sıra okyanuslarda da aynı derecede ısınma gözlendiğine göre şehirlerdeki ısı adalarıyla da ilgisi yok.

-Bu sözünü ettikleriniz çok korkutucu...
- Evet de, ecele faydası var mı dersiniz? Daha da ürkütücü olan şey şu belki: Bilim insanlarının 'pozitif geri besleme' etkisi dedikleri bir 'kısır döngü' süreci devreye giriyor. Örneğin güneş ışınlarının yansıtma gücü. Beyazken güneş ışınlarını yüzde 90 - 95 oranında geri yansıtan buzullar eridikçe, alttan lacivert deniz ya da kara kaya parçası çıkıyor. Daha koyu renkli olan bu yüzeyler güneşi geri yansıtmıyor, aksine 'emiyor' ve böylece daha çok ısınıyor. Artan ısınma yüzünden buzullar daha çok eriyor ve bu böyle sürüp gidiyor... Tam bir kısır döngü. İşte, böylece üstümüze son hızla bir tsunami geliyor.


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Karbon Atığınız Kaç Kilo?

07.03.2008 Cumhuriyet / Bilim Teknik

'Kaç kilo/ton karbondiosit üretiyorsunuz' sorusu bizde henüz bilinmiyor. Yakında burada da moda oluverir. Anglosakson ülkelerinde, kişisel CO_ üretimini 'azaltarak'çevreye duyarlı olmaya çalışanlar çok.

Medyamız, küresel ısınmayı nihayet öğrendi. Çağdaş uygar ülkelerde epeydir konuşuluyordu. Ama, bizdeki kuraklık falan olmasa, daha fark edeceğimiz yoktu. Zaten yöneticilerimiz, Kyoto'ya hayır dedikleri için "bu iş"in bizi değil, başkalarını ilgilendirdiğine emin.

Oysa, "dışarda" küresel ısınma konusu dünya gündemine oturduğundan beri, herkesin ve her şeyin "karbondioksit üretim miktarı"nı ölçme merakı var.

CO_ üretim hesabınızda ana girdi: Üretim/tüketim amacıyla yaptığınız bütün her işte açığa çıkan fosil yakıt kökenli zararlı gazlar... Bu işlerde sizin hiçbir kişisel payınız olmayabilir. Örneğin, uçağa/trene bindiniz. Oluşan zararlı gaz sizin eseriniz değil. Ama otomobil kullanıyorsanız, çevreye zarardan kişisel olarak sorumlusunuz.

"Kaç kilo/ton karbondiosit üretiyorsunuz" sorusu bizde henüz bilinmiyor. Yakında burada da moda oluverir. Anglosakson ülkelerinde, kişisel CO_ üretimini "azaltarak" çevreye duyarlı olmaya çalışanlar çok. İngiltere'de Prens Charles, özel jet uçağının üreteceği CO_ miktarından "dolayı", bu kış kayak yapmaya İsviçre'ye gitmedi. Eh, gitse bile, kayak yapacak kar bulamazdı belki ya, neyse...

Tesco: Türkiye'de Ege Bölgesi'nde süpermarket işleten, İngiltere'nin en büyük süpermarket zinciri Tesco: Sattığı 70 bin çeşit ürünün her birinin üretimi sırasında ortaya ne kadar CO_ çıkarttığının hesabını halka açıklamaya hazırlanıyor. Bu iş için dünyaca anlaşılacak ve kabul edilecek bir ölçüm sistemi gerek. Şimdilik, Environmental Resources Management (Çevre Kaynakları Yönetimi) adlı bir özel kuruluşun hesabı kullanılıyor.

İlk hesaplara göre Tesco'nun Şubat 2007 itibarıyla bütün grup CO_ üretimi 4.13 milyon ton... 2004 yılında bütün İngiltere'nin üretimi (atığı demek daha doğru) 659 milyon ton. Sadece gıda sanayinin atığı 111 milyon ton. Bu atığa, İngilizcede "Karbon Ayakizi" deniliyor.

Timberland: Ünlü ayakkabı üreticisi Timberland da aşağı kalmadı. Bir adet ayakkabı üreteceğim diye kaç kilo CO_ yarattığının hesabını, ayakkabı kutularına yazmaya başladı. Tıpkı, gıda maddeleri ne kadar şeker, yağ, katkı maddesi içerir, bunu anlatan etiketler gibi.

Timberland ayrıca, ayakkabıların içine "Siz ne tür bir ayakizi bırakıyorsunuz?" diye müşteriye soran etiketler koyuyor. Demek istiyor ki: Ey tüketici! Biz sorumluluk yüklenip çevreye verdiğimiz zararı açıkladık. Ya sende durum ne?

Walkers: Karbon kervanına katılanlardan biri de Walkers bisküvi ve cips üreticisi. Sitesinde, her bir cips paketinin üretiminde ortaya ne kadar CO_ atık çıktığını gösteriyor. Ham madde (patates, ayçiçeği, baharat) + üretim + paketleme + dağıtım + atık paketleri toplama aşamasında üreyen CO_ miktarı (her pakette) 75 gram.

Topluma bilgi: Bilgi toplumu, bilgi istiyor. Bu sadece ansiklopedik, eğitimsel bilgi değil. Böyle çevreyle doğrudan bağlantılı bilgi de. Öyle ki, bu tür toplumlarda uçakla seyahat yerine trenle seyahatin önemini ve gerekliliğini vurgulayan görüşlere "oradaki" medyada çok sık rastlanır oldu. Bunda elbette Avrupa'nın "demirağlarla örülü" hale gelmesi ve trenle seyahatin (bırakın zararlı atık gazları falan) daha ucuz, daha kolay, daha yalın hale de gelmesi ana faktör. Elbette..


Devamı İçin Tıklayınız...>>

KÜRESEL ISINMA

KÜRESEL ISINMA NEDİR?
Küresel ısınma, atmosferde ve okyanuslarda yaşanan ısı artışı ve bunun yol açtığı iklim değişikliklerinin tümü için kullanılan terimdir.


KÜRESEL ISINMANIN SEBEPLERİ
Küresel ısınmanın temel nedeni, özellikle sanayileşen ülkelerce yoğun olarak atmosfere salınan -karbondioksit (CO2) başta olmak üzere- sera gazlarıdır. Bu gazların yoğunluğunun artmasının sonucu olarak güneş ışınları atmosferde daha çok tutulur ve yeryüzü sıcaklığı artar.

KÜRESEL ISINMANIN SONUÇLARI
Sıcak hava dalgaları, seller, kasırgalar, yangınlar, kuraklık ve bunların sebep olacağı hastalıklar yüzünden milyonlarca insan ölecek.
Dünyadaki pek çok canlı türü yok olacak.
Bitki örtüsü azalacak. Dünyanın büyük bölümü çöl olacak.Küresel ısınmanın getireceği sıcak hava dalgaları, seller, kasırgalar, yangınlar ve kuraklık özellikle yoksulları çaresiz bırakacak.
Deniz seviyesi yükselecek, birçok ülkenin deniz seviyesindeki bölümleri sular altında kalacak.
Fırtınalar, Pasifik bölgelerinde görülen doğa olayları, Muson yağmurları sayısı giderek artacak.
NELER YAPILABİLİR?
Ülkeler bazında geniş önlemlerin alınması, en geniş kapsamlı önlem. Doğru enerji kaynaklarının kullanılması, fosil yakıttan uzak durulması bu önlemlerden birkaçı… Kyoto Anlaşması, bu yöndeki en ciddi girişimdir. Ülkelerin karbon salınımlarına kısıtlama getirmiştir. Anlaşmayı imzalamayan ülkeler arasında Amerika ve Türkiye de bulunmaktadır.
Bununla birlikte, dünya üzerinde üretilmiş enerjiyi kullanan herkes,
basit bireysel önlemler alarak küresel ısınmaya kattığı yükü azaltabilir.

GLOBAL WARNER NE YAPACAK?

Global Warner ekibi, tüm dünyada küresel ısınmaya karşı bilinçlendirme çalışmaları yürütecek. Çevre duyarlılığını, bir insanlık geleneği haline getirmek için dünya çapında ulaşabildiği herkesi uyaracak. Yapacağı dünya turuyla, hükümetlerin de dikkatini küresel ısınmaya karşı alınacak önlemlere çekmeye çalışacak. Oluşum, kendisine Global Warner diyen ve çevresindekini de uyarmayı görev edinecek bireylerle büyüyecek…

GLOBAL WARNER ,Daha Temiz Bir Dünya İçin, Söz Verin!

Amacımız, önce Türkiye’den aldığımız sözlerle başlayıp, sonra tüm dünyada söz verecek insanlar bulmaya çıkmak. Biz dünyada hâlâ sözünü tutan insanların çokluğuna inanıyoruz. Yaptığımızın hiçbir işe yaramayacağını düşünenler olacaktır ama gelecek nesiller, onlara bırakacağımız ‘rezalet bir dünya’da yaşarken, bugün bizim neden bir şeyler yapmayı denemediğimizi sorgulayacaklardır. İşte o zaman, en azından birilerinin denemiş olduğunu bilmeleri, belki onlara daha iyi bir dünya için yapılacak bir şeylerin her zaman olabileceği umudunu verir. Sırf bunun için bile denemeye değer…
—————————————————————————————————
SİZ DE SÖZ VERİN!
Ben üzerinde yaşadığım dünyayı seviyorum. Şu anda dünyada var olan her canlının yaşam hakkına saygı duyuyor, gelecek nesillerin de üzerinde yaşanabilir bir dünyaya sahip olması gerektiğine inanıyorum. Küresel Uyarıcıyım demeden önce, küresel ısınmaya karşı aşağıda sıralanmış önlemleri alacağıma da söz veriyorum!
• Gereksiz lambaları söndüreceğime, mümkün olduğunca çevre dostu ampuller kullanacağıma, elektrikli aletlerimi stand-by’da bırakmayacağıma.
• Gereksiz benzin tüketiminden kaçınacağıma. Yakın mesafelere yürümeyi, bisikletle gitmeyi veya toplu taşıma araçlarıyla gitmeyi tercih edeceğime.
• Kimyasal madde içeren kozmetik ürünleri yerine organik olanları tercih edeceğime
• Geri dönüşümün, uygulanabildiği tüm alanlarda faydasına inanacak, plastik ürünlerin alternatifi oldukları yerde geri dönüşümlü malzeme tercih edeceğime.
• Eski kıyafetlerimi atmak yerine, ihtiyacı olan kişilerle paylaşacağıma.
• Zaruri olmadığı sürece klima yerine pencere açmayı tercih edeceğime.
• Evimde/ofisimde sıcak geldiği zaman pencere açmak yerine imkânım var ise genel (kombi vb) ısının düşürülmesini sağlayacağıma.
• Yaptığım alışverişlerde mümkün olduğunca minimal ambalajlı ürünleri tercih edeceğime, ‘geri dönüşüm süreci’ mantığını aklımda tutacağıma.
• Daha az ağacın kesilmesi için gereksiz kâğıt kullanımından kaçınacağıma, yapabiliyorsam ağaç dikeceğime.
• Isı kaybına karşı evimin/ofisimin yalıtılmasına çalışacağıma.
• Şehir içinde cip kullanımının ne kadar gerekli olduğu üzerinde bir daha düşüneceğime. Organik yakıt kullanmaya özen göstereceğime.
• Doğaya ve dünyaya saygılı olmaları için insanları uyaracağıma, benden sonraki nesillere doğaya saygıyı bir gelenek olarak öğretmeye çalışacağıma
Söz Veriyorum!

...................................................................................................................................
küresel ısınma ile mücadele için GLOBAL WARNER -KÜRESEL UYARICI sitesindeki DAHA TEMİZ TEMİZ BİR DÜNYA İÇİN SÖZ VERİN kampanyasına buradan katılıp destek verebilirsiniz


Devamı İçin Tıklayınız...>>
 
Clicky Web Analytics