DOĞA VE ÇEVRE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DOĞA VE ÇEVRE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bu çalışma yarasalar için


Türkiye'deki yarasaların sayısı, dağılımı ve tehditlerin araştırılması için Türkiye'deki Önemli Yarasa Mağaralarının Belirlenip Koruma Altına Alınması adlı çalışma başladı




İnternet üzerinden yarasa ihbarlarının toplandığı bu çalışmaya yaşadığı bölgede yarasa olan herkesin katılması bekleniyor.
Proje ekibi çalışmayı şöyle tanımlıyor:

-Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen 2011 Yarasa Yılında, doğa koruma odaklı çalışan sivil toplum kuruluşları, bilim insanlarını, yöre halkını ve meraklıları biraraya getirip Türkiye'deki yarasaları ve yaşam alanlarını tehdit eden unsurlar hakkında bilgilendirmek, aynı zamanda bilimsel araştırmalarımıza yön verebilmesi adına, Türkiye çapındaki yarasa yuvaları/kolonileri hakkında da onlardan bilgi almak. Böylece, bilimsel araştırmalar sonunda, Anadolu topraklarında yaşayan yarasa türlerine ve popülasyon büyüklüklerine dair bilimsel verileri toplayarak yarasalara ve habitatlarına yönelik yasal koruma statüleri edinebilmek."

Türkiye'de yaşayan yarasa türleri ve bu türlerin bulundukları habitatlar Bern Anlaşması uyarınca yasal olarak koruma altına alınmıştır. Ancak yarasaların hangi mağaralarda yaşadıklarının bilinmemesinden ötürü pratik olarak bir koruma yapılamamaktadır. Öte yandan Türkiye'de birçok mağara habitatı turizm, definecilik, barajlar ve taş ocakları gibi birçok etmenden ötürü tehdit altındadır.

Yarasalar Hakkında

Yarasalar, 1100 farklı türe sahiptir ve memeliler arasında en büyük çeşitliliğe sahip gruplardan biridir (tüm memeli türlerinin yaklaşık %20’si).
Yarasaların büyük çoğunluğu mağaralarda ya da ağaçlarda yaşar.

Yarasalar gündüz uyuyan ve gece avlanan canlılardır.

Bazı yarasa türleri kış uykusuna yatarlar. Kış uykusu süresince yarasaların vücut ısıları düşer. Kış uykusuna yatan yarasalar bazen tek başlarına, bazen de ısı kaybını azaltmak için koloniler halinde bir arada bulunabilirler. Yarasa kolonileri farklı türlerden binlerce yarasa barındırabilir.

Yarasaların büyük bölümü (%70’i) böceklerle, geri kalanların çoğu da meyveyle beslenirler. Tek bir mağarada yaşayan yarasa kolonisi, gece boyunca tonlarca sivrisinek, güve ve benzeri böceği yiyerek bu canlıların popülasyonunun kontrolünde önemli bir rol üstlenirler.



İLGİLİ DİĞER YAZILAR :

Edremit Körfezinde Yarasa katliamı

Yarasalar Direniyor . baraj faaliyete geçemiyor


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Edremit Körfezi’nde Yarasa Katliamı


( Oldukça eski  , ama  bu  yılın  Yarasa Yılı  olması nedeniyle , ilginç bir haber...
İzleyin: )

Çevre ve Orman Bakanlığı , Edremit Körfezi Havran’daki dünya ölçeğinde önemli yarasa mağarasının girişini kapatarak ve içini ışıklandırarak yarasaları mağaralarını terk etmeye zorluyor.
Havran’daki yarasa mağarası on türden 20 bin yarasaya ev sahipliği yapıyor ve bu nedenle Avrupa ve Türkiye’nin en önemli mağaralarından biri olarak kabul ediliyor.

Türkiye doğasını korumakla sorumlu Çevre ve Orman Bakanlığı, Türkiye’nin imzaladığı uluslar arası anlaşmaları ve Hayvanları Koruma Kanunu’nu ihlal ederek toplu yarasa katliamı gerçekleştiriyor.



Havran’daki dünya ölçeğinde önem taşıyan yarasa mağarası, 1995 yılında yapımına başlanan Havran Barajı’nın su toplama havzası içinde yer alıyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı, mağaranın sular altında kalacağının anlaşılmasının ardından oluşan Avrupa Birliği’nin baskıları üzerine çözüm olarak yarasalar için yapay bir mağara inşa etmişti. Ancak yarasalar sular altında kalacak doğal yuvalarında kalmaya direndi ve yeni mağaraya taşınmadı. Çevre ve Orman Bakanlığı bu durum üzerine mağaradaki yarasaların gürültü yapılıp ışık tutularak çıkarılmasına karar verdiğini açıklamıştı.

Bölgeden gelen son bilgiler, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın mağaranın girişini yarasalara kapatarak içini ışıklandırdığını doğruluyor. Çevre ve Orman Bakanlığı, bu faaliyeti ile Türkiye’nin imzaladığı uluslar arası anlaşmaları ve Hayvanları Koruma Kanunu’nu ihlal ediyor.

Konu hakkında açıklama yapan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken şunları söyledi: “Binlerce dişi yarasanın çiftleşmek, doğum yapmak ve yavrularını emzirmek için kullandığı Havran’daki yarasa mağarası, Kuzey Ege’de yaşayan yarasalar için alternatifi olmayan bir yaşam alanı.
Yarasaların kış uykusuna hazırlandığı bu dönemde mağaranın kapatılması ve ışıklandırılması yarasaların sonu anlamına geliyor. Buradaki yarasa nüfusunun yok edilmesiyle, bölgedeki yarasaların nüfusunda ciddi bir azalma yaşanacak.
Zeytin zararlısı böceklerle beslenen ve zeytincilerin doğal destekçisi olan yarasaların azalmasıyla, bölge ekonomisi için büyük değer taşıyan zeytinliklerdeki doğal denge de bozulacak.”



Eken, sözlerine şöyle devam etti: “Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, asli sorumlulukları nı görmezden gelerek baraj sektörünün temsilcisi haline gelmiştir. Eroğlu’nun projeleri nedeniyle Türkiye’de yok olan canlı türünün ve doğal alanın haddi hesabı yoktur. Havran’daki yarasa mağarasında olup bitenler, Bakan’ın göz yumduğu yanlışlardan biridir. Hükümet, Türkiye’nin dört bir yanında Çevre ve Orman Bakanlığı eliyle yürütülen doğa katliamını ivedilikle durdurmalıdır”.

www.dogadernegi.org/


konunun tartışmaları :




bu işin bilimadamları (!) desteğiyle yapılması daha da vahim.
eskiden DSİye karşı çıkan tek kurum Çevre-Orman Bakanlığıydı. artık bu tarih oldu. bugün bakanlık DSİnin altında bir kurum gibi.

bu arada dün Havrandan arayan bir çevre derneği başkanının söylediği: bu elektrik barajı değil; sulama barajı değil, peki ne? Civarda çalışacak madenocaklarının ihtiyacını karşılamak için bir su deposu.
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken şunları söyledi:
“Binlerce dişi yarasanın çiftleşmek, doğum yapmak ve yavrularını emzirmek için kullandığı Havran’daki yarasa mağarası, Kuzey Ege’de yaşayan yarasalar için alternatifi olmayan bir yaşam alanı. Yarasaların kış uykusuna hazırlandığı bu dönemde mağaranın kapatılması ve ışıklandırılması yarasaların sonu anlamına geliyor. Buradaki yarasa nüfusunun yok edilmesiyle, bölgedeki yarasaların nüfusunda ciddi bir azalma yaşanacak. Zeytin zararlısı böceklerle beslenen ve zeytincilerin doğal destekçisi olan yarasaların azalmasıyla, bölge ekonomisi için büyük değer taşıyan zeytinliklerdeki doğal denge de bozulacak.”
kaynak:www.ebmhaber.com/detay/10336/edremit-korfezi%E2%80%99nde-yarasa-katliami-iddiasi.htm

Bugüne kadar biz ( özllikle bu doğal yardımcılardan faydalanan çevre halkı )neredeydik acaba:(
Okuma,araştırma ve bilgilenme çabalarımız olmadığı için yumurta kapıya geldiğinde uyanıyoruz,her zamanki gibi.Başka ülkelerde insanlar , sivil toplum kuruluşları daha işin başındayken duruma müdahale ederken,(tabii ki çevre halkı ön planda böyle durumlarda),biz maalesef okuma,bilgilenme ve araştırma alışkanlığımız olmadığından,çevre bilincimiz ise hiç olmadığından ancak işler son aşamaya geldiğinde ,artık neredeyse iş işten geçtikten sonra uyanıyoruz.
bu bölgedeki - magaradaki yarasalar uzerine bir suredir calisan biyolog var mi acaba? ayni zamanda böcekler uzerine de...
stk lar da olabilir...
belki bunu gundeme getirebiliriz..
konunun farkli boyutlariyle ilgili calisan bilim insanlari, stk lar varsa iletisime gecmek isterim... özelden de email atabilirsiniz..
ahmet bey, belki ozellikle de siz yonlendirebilirsiniz bizi.. daha fazla ileri gitmeden acaba bir bölüm yapilabilir mi uzerine? magara girisi kapatilmis yaziyor haberde, girmek hicbir sekilde mumkun degil midir? denetleniyor mu grisler acaba?
sanırım doğru adrestesiniz Öykü Hanım.
Havran mağaraları ta 1950lerde Prof.Dr. Melahat Çağlar hocanın araştırmalar yaptığı, Türkiyede ilk araştırılan mağaralardandır.
daha sonra yerli yabancı pekçok biliminsanı buradaki yarasaları incelemişti. 2004 yılında Kazdağları Milli Parkındaki çalışmalarımızı yürütürken, önceden beri bildiğim bu mağarada ben de incelemeler yaptım. Tür çeşitliliği, önceki literatüre yansıyanlardan daha fazlaydı. Birey sayısı da yaklaşık 20 bin civarında olup; Avrupadaki ve Türkiyedeki en önemli mağaralardan biriydi.
Dönüşte Ankarada bakanlığa sesimizi duyurmaya çalıştık. 1-2 yıl hiç ses çıkmadı. daha sonra twinning projesi kapsamında yurdumuza gelen iki Alman biyolog da aynı yerde incelemeler yaptı ve bana sonuçlarımızı ortak yayınlamayı teklif ettiler ve makale halinde Almanyada Zoology in the Middle East dergisinde yayınlandı.
önceki yıl basında çıkan haberlerde üstü kapalı bizim gayretlerimizden bahsedilip, almanların teyidinden sonra Türk bilimadamlarının tespitleri onaylandı cinsinden bazı haberler çıktı. bu da işin ayrı bir vehameti. kendi insanımıza, Türk bilimadamlarına güvenmeyip, akademisyen olmayan almanların teyidine ihtiyaç duyulması gibi komik bir durum:)
neyse maksadım, reklam yapmak falan değil, ancak sesimiz bundan 5 yıl evvel duyulsaydı ve bizi ciddiye alsalardı belki bunların hiçbiri olmayacaktı demek istiyorum.

istek üzerine DSİ genel müdürüyle görüşen üye arkadaşımız ve dünya çapında ornitoloji çalışmalarıyla adını duyuran Çağan Şekercioğlunun kuşlardaki gibi verici bağlantısıyla yarasalarda çalışıp çalışmayacağı sorulmuştu. Küçük bir ekip halinde bu çalışmayla ilgilenirken; bizden bizden habersiz durum, katliam boyutuna taşındı.
Sağolsun bir diğer dostum, Doğa Derneği başkanı Güven Eken, konuyu basına taşıdı. ama her yerden feryat figan sesleri geliyor. Yerel dernekler ve basın da olayın peşini bırakmıyor. Sıkça telefonla aranıyorum.

Bu bağlamda; bildiğiniz gibi Sultansazlığındaki çekimlerinize nasıl destek olduysam; Havranda da varım.
buradaki hayatın ne kadarını kurtarabilirsek kardır. e-posta ile iletişim bilgilerimi gönderiyorum.

teşekkürler Emine Nurhan Hanım.
aşağıda Öykü Hanıma da yazdığım gibi ilk S.O.S. çağrısını yapan sanırım bendim. 2004 Mayısında bakanlığa sesimizi duyurmaya çalıştıysak da fazla başarılı olamadık.
bazı bilimadamlarımızın (!) rant kavgası da işin cabası. ver parayı al onay raporunu hesabıyla çalışırsak, ne doğa düşünürüz, ne gelecek.
Avrupa baskıları olmasaydı belki bu katliam 3-4 yıl evvel olacaktı.
artık sıra bizde Güven gibi bizler de kamuoyunun dikkatini çekip, olayın vehametini anlatabilirsek; sanırım büyük bir iş başarabileceğiz.
sağlıcakla kalın, iyi geceler.
 TRAMEM

İLGİLİ DİĞER HABERLER

 Bu çalışma yarasalar için
Yarasalar  direniyor, Baraj faaliyete geçemiyor

Olay oldukça eski ama ilginç değil mi. Şu anda sonuç nedir dersiniz ?


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Yarasalar Direniyor , Baraj Faaliyete Geçemiyor



( Oldukça eski bir olay.  Ancak , bu yılın Yarasa Yılı olması ve haberin
ilginçliği nedeniyle Yarasa yılı yazısının altında yer verdik..
Belki bu da unutulup gitmiş bir haberdir . )

Havran Barajı 72 milyon TL harcanarak bitirildi fakat faaliyete geçemiyor. Yuvaları sular altında kalacak yarasalar kendileri için yapılan suni mağaralara gitmemekte direniyor.


Balıkesir'in Havran İlçesi'nde, 1995 yılında yapımına başlanan ve 72 milyon TL harcanarak geçen yıl ekim ayında bitirilen baraj, sular altında kalacak mağaralardaki yarasa kolonileri yüzünden faaliyete geçemedi.

Yetkililer, yarasaların, kendileri için 3 milyon TL harcanarak inşaa edilen suni mağaralara geçmek yerine, sular altında kalacak yuvalarında kalmakta direttiğini savundu, köylüler ise 3 bin 600 hektar alanı sulayacak Havran Barajı'nın bir an önce faaliyete geçmesini istedi, aksi takdirde yarasaları zehirleyeceklerini söyledi. Bunun üzerine, Çevre ve Orman Bakanlığı ile iki üniversiteden gelen teknikekip, incelemelerde bulunarak 20 bine yakın yarasanın gürültü yapılıp ışık tutularak çıkarılmasına karar verdi.

Yöre üreticisinin 40 yıllık rüyası olan, Havran, Burhaniye ve Edremit ovalarında 3 bin 600 hektar alanı sulaması planlanan barajın temeli 1995 yılında atıldı. Çok sayıda hükümet eskiten Havran Barajı, her türlü sıkıntıya rağmen 2008 yılında tamamlandı, aynı yılın ekim ayında su tutacağı açıklandı. Müjdeli haber, başta zeytin, meyve ve sebze üretimiyle uğraşan çiftçiyi sevindirdi. Ancak sevinç uzun sürmedi. Baraj alanında yer alan mağaralarda 20 bine yakın yarasa bulunduğu ve o dönem uykuda oldukları, su tutulması halinde tümünün öleceği belirlendi.

DSİ Balıkesir 25. Bölge Müdürü Şahin Durukan, uykuda olan yarasa kolonilerinin zarar görmemesi için, su tutma işlemini 25 Nisan 2009'a ertelediklerini duyurdu. Sonrasında yarasalar için 3 milyon TL harcanarak suni mağaralar yapıldı, kış uykusundan kalktıklarında buralara taşınmaları kararlaştırıldı. Ancak, verilen tarihin üzerinden 6ay geçmesine karşın, yarasalar bir türlü doğal yuvalarını terk edip suni mağaralara taşınmadı, tamamlandığı açıklanan Havran Barajı da su tutmaya başlayamadı.

"YARASALAR UYANDI DSİ UYUYOR"

"Yarasalar uyandı DSİ uyuyor" diye tepki gösteren ve barajın getireceği bereketli günleri dört gözle bekleyen Havran üreticisinin ise sabrı taştı. Köylüler, DSİ yetkilerinin "yarasaların suni mağaralara geçmemekte direttiği ve tekrar uykuya daldıkları" yönündeki açıklamalarını inandırıcı bulmadıklarını belirterek tepkilerini yükseltmeye başladı. "Uzun yıllardır bu baraj gündemde. Bitti bitecek dendi. Ancak 14 yıl sonra bitirildi. Bu kez de yarasa rötarı deniliyor. Ne olacaksa olsun, bu baraj artık tamamlansın artık. 40 yıllık rüyamız gerçekleşsin" diyen zeytin üreticisi Şakir Ergamalı (60), yarasaların yeni uyku dönemlerinin geldiğini, yetkililerin ellerini çabuk tutması gerektiğini söyledi.

Sebze üreticisi Mehmet Doğandere de yörede kuraklığın her geçen gün artıp su seviyesinin düştüğüne işaret ederken, "Tarlalarımızın yarıdan fazlası susuzluk nedeniyle ekilemiyor. Bu hem yöre hem de ülke ekonomisine zarar veriyor. Yarasaların su tutulmasına engel olduğunu sanmıyorum. Barajın su tutması savsaklanıyor. Gerçekler açıklansın" diye konuştu.

"ÇIKMAZLARSA YARASALARI ZEHİRLERİZ"

Havran Belediye Başkanı AKP'li Hasan Lofçalıoğlu ile AKP´li İl Genel Meclisi Üyesi ve Havran Ziraat Odası Başkanı Emin Ersoy'un da önünü kesip isteklerini yineleyen çiftçiler, "Seçimlerde bizlerden oy istiyorsunuz. Biz de size inanıp oyumuzu veriyoruz. Barajın su tutması konusundaki açıklamalar bizi tatmin etmiyor. Topraklarımız kuraklaştı, zeytin ve mandalina da üretim düştü. Her geçen gün zararımıza oluyor. 40 yıldan bu yana bu barajın yapımını bekliyoruz. Bu gün, yarın denilerek uyutulduk. Bir yarasa bahanesi tutturuldu gidiyor. Yarasaların, barajın su tutmasına engel olduğu iddialarına inanmıyoruz. Bu konuda yapılan açıklamalar bize inandırıcı gelmiyor. Barajın tamamlanıp tamamlanmadığından şüpheliyiz, yarasalar bahane ediliyor. Artık sabrımız kalmadı. Eğer yarasaları zehirlersek, bu sorun çözülecekse biz bunu sağlarız, cezasını da katlanırız" tehditini savurdu.

YARASALAR ÇIKSIN DİYE GÜRÜLTÜ YAPILIP IŞIK TUTULACAK

Üreticinin tepkisine artık yanıt veremediklerini ve taşkınlık yapmalarından korktuklarını söyleyen Başkan Lofçalıoğlu ile Meclisi Ersoy, sıkıntıyı İl Genel Meclisi´ne ve DSİ yetkililerine aktardı. DSİ 25 Bölge Müdürlüğü yetkileri, sorunun çözümü için çalışma başlattı. Çevre ve Orman Bakanlığı ile Ankara ve Kırıkkale üniversitelerinden yardım istedi. İlçeye gelen uzmanekipler, Havran Barajı ile yarasa mağaralarında incelemelerine başladı. Teknik ekip, inceleme sonunda 20 bine yakın yarasanın gürültü yapılıp ışık tutularak çıkarılmasına karar verdi. Ancak bu kez de yarasaların yine uyku vakitlerinin geldiği ileri sürüldü.

"ÇİFTÇİ BU ÖRNEK ÇALIŞMAYA BİRAZ SAYGI GÖSTERSİN"

Havran Kaymakamı Fatih Genel, bir hafta önce ilçeye gelen DSİ Balıkesir 25. Bölge Müdürü Şahin Durukan ile barajda birlikte inceleme yaptıklarını anlatırken, "Barajın tamamlanmadığı, onun için su tutmadığı yönündeki iddialar sadece bir söylenti. Devlet, vatandaşına yalan söylemez. Müdür Durukan, sık sık kendisi de gelerek baraj alanında incelemeler yapıyor. Baraj alanındaki mağarada yaşayan 8 ayrı familyadan 20 bin yarasanın kurtarılacak olması da örnek bir çalışma. Çiftçilerimizin bu projeye saygı göstermelerini beklerim. En sonaldığım bilgiye göre, genel müdürlükten gelecek teknik ekip, yarasaların mağarasında gürültü çıkarıp ışık tutarak yarasayı yeni yerlerine taşımaya çalışacak. Yıl sonuna kadar bu işlemin tamamlanacağı ve barajda su tutulmaya başlanacağı ifade edildi" dedi.


HABERAJANS

İlgili başka  yazılar :
Bu çalışma  yarasalar için
Edremit Körfezinde yarasa katliamı

Aslında   olay  oldukça eski , ama ilginç..
Belki de unutulmuştur , kimbilir ....


Devamı İçin Tıklayınız...>>

İKİZDERE



Derelerin kardeşliği HES’leri yendi. Yıllardır verilen hukuk mücadelesi çevrecilerin zaferiyle son buldu. Rize’nin İkizdere Vadisi, Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca doğal SİT alanı ilan edildi.
Böylece İkizdere, Anzer ve Ovit çevresinde yapılması planlanan hidroelektrik santralları (HES) tehdidi önlenmiş oluyor.

Bu mücadelede büyük payı olan İkizdere Derneği Başkanı Kadem Ekşi, “Bugün HES’lerin pençesinden kurtulduğumuz, yeşili, doğayı çocuklarımıza bıkacağımızın müjdelendiği gündür“ diye konuşmuş.
Karar birkaç yıl önce çıkmış olsa başlayan projeler de askıya alınacak, HES’lerin doğaya verdiği zararlar tümüyle önlenecekti.
Yine de sevindirici bir gelişme.
Fırtına Deresi’nden Kaçkarlar’a ekolojik bir hazine olan vadileri, dereleri, çiçekleri, böcekleri, kuşları, balıkları HES’lere feda etmek, santral kuracağız diye akarsuları kurutmak, ormanları delik deşik etmek geleceğe indirilmiş ağır bir darbeydi. İkizdere’nin kalan kısmını kurtarmak bile çok önemli. Çünkü bu karar Kastamonu Loç Vadisi için de yolu açıyor. Köylülerin nöbet tuttuğu vadide, santralı yapacak şirket kamulaştırma yaparken, hukuk mücadelesi sürüyor. Danıştay kararı bekleniyor.
Bu tür kararlar, küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği tartışmalarının doruğa çıktığı bir çağda insanlığı daha fazla enerji ile biyoçeşitlilik ve azalan gıda güvenliği arasında da bir tercihe yöneltecek.
Türkiye coğrafyasında sadece HES’ler nedeniyle yeşili kaybetmiyoruz.
Uzunca süredir zaten kentleşme, tarım arazilerinin sanayiye açılması ve betonlaşma nedeniyle “sulak alanlarımız” da azalıyor. Göller, nehirler kuruyor. Barajlar eskisi kadar su tutmuyor.
Su kıtlığına bağlı olarak canlı türleri ve çeşitliliği de azalıyor. Ekosistemi korumak, her şeyin önüne geçiyor.
İkizdere kararı bu yönüyle tarihidir.
Doğu Karadeniz’in HES’lerden kurtarılması; ormanların, yaylaların, derelerin bulunduğu vadilerin doğal SİT alanı ilan edilmesi yöre insanının önüne yeni fırsatlar açacaktır.
Akla hemen gelen ekolojik turizmdir.
Semih Kaplanoğlu’nun ödüllü filmi “Bal”ı seyrederken neleri kaçırdığımızı gördük. İkizdere, Anzer, Ovit çevresi alternatif bir hayat sunuyor.
Bu yaz aşırı sıcaklara bağlı olarak Rusya’da, Pakistan’da yaşanan çevre felaketlerinden sonra bir kez daha şu noktaya geldik: Yaşadığımız sorunlar insan kaynaklıdır. Hiçbir çevresel, sosyal ve ekonomik neden sulak alanları, dereleri, gölleri, ormanları kaybedişimizi haklı çıkarmaz.
Daha fazla yol açmak, daha hızlı gitmek, daha fazla tüketmek mümkün. Bunların hepsinin ekonomisi var. Refahın bedeli doğal hayattan vazgeçmek olmamalı.
Kızılderili Şefi Seatle’nin beyaz adamı uyardığı gibi “son ırmak kurumadan, son ağaç yok olmadan, son balık tükenmeden” doğanın, paradan daha değerli olduğunu anlamalıyız.
İkizdere’yi doğal SİT alanı ilan edenleri alkışlıyoruz.

Derya SAZAK , MİLLİYET


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Çevre katliamına devlet ödülü



( Aşağıdaki haber 17.04.2007 de blogda yer aldı. Yani 3 yıl geçmiş üzerinden.. Lütfen , konuyu bilenler ,ya da haber yayınladığından bu yana denizin doldurulduğu yöreyi bilenler , neler olup bittiğini yazsınlar. Paylaşalım..
Bakalım, " siz istediğiniz kadar yazın.. Nasıl olsa 2-3 ay sonra herşey unutulur gider..Biz de istediğimizi yapmış oluruz" Diyenler haklı mı çıktı? )

Haberi hatırlayalım isterseniz. Buyurun :


Şaka gibi turizm ödülü.

Pina Yarımadası ve Çomça Koyu’nda denizi izinsiz dolduran şirketin temsilcisi turizm ödülüne layık görüldü. Aynı firma yetkilisi daha önce ‘denizi doldurur cezası neyse öderiz” demişti

Muğla’nın Güllük Körfezi’ndeki Pina Yarımadası ve Çomça Koyu’nda denizi izinsiz dolduran MNG Holding’in tatil köylerini yapan Günal İnşaat ‘Turizm Haftası’ nedeniyle ödüllendirildi.

Milas Kültür ve Turizm İlçe Müdürlüğü’nde düzenlenen törende ülke ve ilçe turizmine katkıda bulunduğu gerekçesiyle, aralarında tatil köyünü yapan Günal İnşaat’ın da bulunduğu 20 kişi ve kuruluşa, Kaymakam Bahattin Atçı ve Kültür ve Turizm İlçe Müdürü Yusuf Demir tarafından teşekkür plaketi verildi.

ÖDÜLDEN ÇOK MUTLU OLDUK

Üzerinde “Ülkemiz ve ilçemiz turizmine yapmış olduğunuz katkılardan dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım. Kaymakam Bahattin Atçı ve Kültür ve Turizm İlçe Müdürü Yusuf Demir” yazılı plaketi Güllük Belediye Başkan Yardımcısı Selçuk Orkun’dan alan tatil köyü proje koordinatörü Sinan Karaağaçlı, “Yöreye önemli bir turistik tesis kazandırdığımız ve istihdam yaratacağımız için bu ödüle layık görüldük, çok mutluyuz” dedi.

BURASI TÜRKİYE . BU İŞLER BÖYLE

Günal İnşaat, ‘Pina Yarımadası’nda ormandan tahsis edilen 85 dönüm arazide 5 yıldızlı, bin 200 yataklı turistik tesis inşaatına başlamış ve Pina Yarımadası ile Çomça Koyu’nda denizi tonlarca hafriyatla doldurduğu için 21 bin YTL para cezasına çarptırılmış, iş makineleri bağlanmıştı.

Törende şirket adına ödülü alan Sinan Karaağaçlı denize kaçak ve izinsiz yapılan dolgu sırasında, “İzin almadık ama denizi doldurduk. Türkiye’de bu işlerin nasıl olduğunu biliyorsunuz, biz büyük şirketiz nasıl olsa izni alırız. Denizi doldururuz, cezası neyse öderiz” açıklamasıyla dikkat çekmişti.


Kaymakam: Yasal çalışmaların yanındayız

ÖDÜL törenine katılan Milas Kaymakamı Bahattin Atçı “Listede olanların isimlerini burada öğrendim. Bu şirkete de ödül verilmesinde bir sakınca yok. Milas bölgesinde yatırım yapan, istihdam yaratan tüm şirketlere teşekkür olarak bu ödülleri verdik. Ancak bu şirketin yasadışı işlerinin karşısında olmaya devam edeceğiz. Yasal çalışmalarının da yanındayız” diye konuştu.

Zümrüt SAYGI / BODRUM - Akşam Gazetesi---17 Nisan 2008

....................................................
Hürriyet Gazetesinde ise aynı haber şu şekilde yer aldı:
....................................................
Denizi dolduranlara verilen plaket geri alınsın
17 Nisan 2008
Yaşar ANTER/ BODRUM (Muğla), (DHA)


Muğla'nın Güllük Körfezi'ndeki Pina Yarımadası ve Çomça Koyu'nu izinsiz ve kaçak olarak dolduran MNG Holding A.Ş.'ye, Turizm Haftası'nda, Milas Kültür ve Turizm İlçe Müdürlüğü tarafından turizme yaptıkları katkıdan dolayı ‘Teşekkür Plaketi’ verilmesine turizmciler tepki gösterdi. Bodrum Otelciler ve Turistik İşletmeciler Derneği (BODER) Genel Sekreteri Hasan Güven,
-“Şirketin, bölgeye yatırım yaparak turistik tesis ve istihdam kazandırdığı için ödülü layık görüldüğü, ancak kaçak dolgu nedeniyle ödülün iptal edildiğinin açıklanıp, örnek olacak şekilde cezalandırılması gerekirdi” dedi.

DENİZİ İŞTE BÖYLE DOLDURDULAR

Pina Yarımadası'nda ormandan tahsis edilen 85 dönüm arazide beş yıldızlı, 1200 yataklı turistik tesis inşaatına başlayan ve yaklaşık bir ay önce Çomça Koyu'nda denizi tonlarca hafriyatla doldurarak iskele ve yol yaptığı için 21 bin 500 YTL para cezasına çarptırılan, işmakineleri bağlanan şirketin, ‘Turizme Katkı’ ödülüne layık görülmesi turizmcileri isyan ettirdi.

Şirkete “Denizi doldurdunuz, alın size teşekkür plaketi” dendiğini, bunun yağmanın önünü açmak anlamına geldiğini ileri süren BODER Genel Sekreteri Hasan Güven, “Bu şirket bir yatırım yapıyorsa, istihdam yaratıyorsa, ülke ekonomisine yarar sağlıyorsa elbette ödüllendirilmeli. Ancak yasa dışı hareket ediyorsa ve bu hareket gelecekte yatırım yapacaklara kötü örnek oluyorsa en ağır şekilde cezalandırılmalı. Şirketin, bölgeye yatırım yaparak turistik tesis ve istihdam kazandırdığı için ödüle layık görüldüğü, ancak, kaçak dolgu nedeniyle ödülün iptal edildiğinin açıklanıp, örnek olacak şekilde cezalandırılması gerekirdi” dedi.

Türkiye Yeşilleri Eş Başkanı Bilge Contepe, tüm tepkilere kulak tıkıyarak denizi doldurmaya devam eden, yetmiyormuş gibi, “Nasıl olsa izini alırız, Biz büyük firmayız” zihniyetin gerçekten büyük firma olduğunu teşekkür plaketi alarak kanıtladığını iddia etti. Plaketin ayıplı olduğunu ileri süren Contepe, “Bu ayıplı plaket Türkiye’de çevre felaketlerine verilen en ağır ödüldür. Bu ödülü alanlar kadar verenler de sorumludur. Plaket iade edilmezse verenler ve plaketi alanlar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunup, sembolik maddi ve manevi tazminat davası açacağız” diye konuştu.

Denize yapılan dolgunun yanlış ve kabul edilemeyeceğini vurgulayan TÜRSAB Genel Başkanı Başaran Ulusoy da çevre katliamına verilen ödülün yersiz ve anlamsız olduğunu söyledi. Ulusoy, turizmin doğal güzellikler ve kültürel varlıkların korunarak geliştirebileceğini belirtti.

Milas Kaymakamı Bahattin Atçı'nın, plaket verileceklerin listesini yaptığını ileri sürdüğü Kültür ve Turizm İlçe Müdürü Yusuf Demir ise “Bu konuyla ilgili açıklama yapmak istemiyorum. Yatırımcıya moral vermek istemiştik” demekle yetindi.
............................................................

Bu konuda , 19.Nisan 2008 tarihli Hürriyet Gazetesinde Yalçın DOĞAN'da şunları yazdı:


Pinus Halepensis can veriyor


ÇOK nadide. Özel bir çam türü. Türkiye’de sadece Pina Yarımadası’nda var. Yarımada o nedenle koruma altında.

Yarımada ismini bu özel çam türünden alıyor, Latince Pinus Halepensis ya da Halep Çamı.

Koruma altındaki Pina Yarımadası Bodrum, Güvercinlik Koyu doğusunda. Koruma altındaki Pina Yarımadası’nda iki yıl önce yangın çıkıyor.

Koruma altındaki Pina Yarımadası kıyısında MNG (Mehmet Nazif Günal) şimdi otel yaptırıyor.

ANAYASA NE DER

Ormanlık alanlarda yangın çıktığında, bunun kuralı var. Anayasa madde 169:

"Yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilir. Devlet ormanlarının mülkiyeti devredilemez. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir eyleme izin verilemez."

Pina Yarımadası’nda yanan ormanların yerine yenisi yetiştiriliyor mu? Anayasa’nın bu kuralı yerine getiriliyor mu?

Ayrıca, koruma altındaki bir yerde inşaat izni nasıl veriliyor? Bu izni kim veriyor? Hangi yetkiyle?

KIYI DOLDURMA

İnşaat izni yetmiyor, MNG şimdi aynı yarımadada denizi dolduruyor. Adam donuna doldurmuyor, denizi dolduruyor. Doldurmayla birlikte ortaya bazı sorular çıkıyor:

1- Denizi doldurmak için Kıyı Yasası’ndan geçmek gerek. Kıyılar kamuya açık alan olduğu için. Doldurma bu yasaya uygun mu?

2- Denizi doldurmak için Çevre Yasası’ndan geçmek gerek. Çevreye zararı önlemek için. Doldurma bu yasaya uygun mu?

3- Denizi doldurmak için Su Ürünleri Yasası’ndan geçmek gerek. Balıkların büyüme ve yumurtlama alanını korumak için. Doldurma bu yasaya uygun mu?

4- Bu yasalardan geçmek için, Çevre Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı izni gerek. Doldurmaya bu bakanlıkların izni var mı?

Varsa, bu yasalara rağmen, izin hangi yetkiyle veriliyor? Yoksa, MNG kıyıyı nasıl doldurabiliyor?

Doldurduğu için para cezası ödüyor. Ödenen para devede kulak. Çok kolay, ver parayı, doldur kıyıyı. İzin olsa da olur, olmasa da. Ne de olsa, burası Türkiye.

TÜY DİKEN PLAKET

Pinus Halepensis ağır yara alıyor. Kimin umurunda?

Koruma altındaki yarımada da cinayet. Kimin umurunda? Tarihi miras, doğal zenginlik nutuklarda süsten ibaret.

Yetmiyor, Milas Kaymakamı MNG’ye turizme katkı plaketi veriyor. "Aferin sen iyi dolduruyorsun" plaketi. Adam iyi dolduruyorsa, plaket almasın mı?

Devlet devlet ise, hükümet iktidar ise, buraya müfettiş göndermek zorunda. İnşaat izninden başlayarak doldurma iznine ve plakete kadar uzanan soruşturma için.

Meclis ilgili bakanlardan hesap sormak zorunda.
......................................................
Yalçın DOĞAN da , MNG nin aldığı plaket ve çevre katliamı ile ilgili olarak bunları söylüyor.

Gazetelerin hemen hepsinde bugün bu haber vardı.
Pervasızca ,herkesin gözünün içine baka baka yasadışı fiili yapıp "PARANIN SÖZÜ GEÇER " diye pişkinlik yapmak O kadar olağan hale geldi ki, ne Ankara'sı ne valisi ne kaymakamı bile umursamıyor artık bu tür ihlalleri..Çünkü , bu efendiye para cezası kesilmiş ,o da paşa paşa ödemişti. Devlet daha ne yapsındı ?

Paraya tapınma bu olsa gerek..Paranın gücü ,bırakın bilmemne Müdürlerini , kralları bile kendine kul ediyor


Peki , nedir bu firmayı bu kadar pervasızca davranmaya teşvik eden ?


"Biz büyük firmayız, biz MNG yiz biz denizi de doldururuz , cezasını da aslanlar gibi trak diye öderiz.."
Bu mantık vahşi batı mantığıdır..Kanun " güçlü " demektir ya da güçlü kanun demektir sözlerinin İkisi aynı kapıya çıkyorsa ,vah benim memleketime..


Devamı İçin Tıklayınız...>>

BİR ÇAM KESE BÖCEĞİ HİKAYESİ -- Eğer bu ağaçlar iki ay içinde yeşermezse.......



Sık ya da seyrek te olsa , mutlaka şehir dışına yolculuk yapıyorsunuzdur.

İzlediğiniz yol ormanlık alanlardan geçiyorsa , geçtiğimiz Şubat ve Mart aylarında , kızılçam ağaçlarının özellikle uç dallarında ve sürgünlerinde oluşmuş beyaz pamuksu tırtıl keselerinden çıkmış tırtılları görmüşsünüzdür.

Latince adı Thaumetopoea pityocampa olan Çamkese böceği denilen bu tırtılllar , kızılçamın ibre yapraklarını yiyerek beslenirler. Toprağa indiklerinde upuzun bir tren katarı gibi onlarcası uç uca dizilerek birlikte hareket ederler. Çam kese tırtılının larvalarının üzerlerinde çok allerjik olan birkaç kimyasalı içeren tüysü kılları vardır , dokunduğunuz takdirde şiddetli allerjik etki yapar ve daha fazla temas halinde hastanelik edecek derecede toksiktir.



İşte bu tırtıllar , Kızılçam ağaçlarının yapraklarını yiyerek , ağacın bir anda yanarak kavrulmuş gibi çırılçıplak kupkuru bir görüntüye bürünmesine yol açar.

Son yıllarda ekolojik dengenin gittikçe artan şekilde bozulması ile birlikte , ağaçlara zararı olan bu tür canlıların doğada mevcut olan düşmanları da yok oldu ya da iyice azaldı.


Hal böyle olunca , aşırı ve kitlesel üreme yapan Çam Kese Böceği , geniş sahalardaki ormanlık alanlarda , insanları dehşete düşüren görüntüler meydana getirmeye başladı.
Çok geniş alanlarda , adeta yangın geçirip yapraksız kalmış ve kurumuş gibi görünen ormanlar , bu manzarayı gören insanlarda büyük bir üzüntüye de sebep olduğundan , Orman İşletmelerini arayarak , gördükleri kurumuş ormanların durumunu anlatmakta , ormanların göz göre göre bir böcek yüzünden kuruyup gittiğini , ilgililerin bu konuda ne yaptıklarını sormaktadır.


Gaziemir 'de görevli olduğum geçtiğimiz yıllardan biriydi..
Bir kaç yıl önce , Konak ilçesine bağlı Cennetçeşme civarında 20 yaşlarındaki ağaçlandırma alanında , çok geniş şekilde çam kese böceği zararı meydana gelmişti.

Gerçekten görüntü tüyler ürpertici idi.
Oldukça geniş bir orman parçası , bütün yeşilliğini yitirmiş , kapkara , kuru gövde ve kuru dallardan oluşmuş bir hale dönüşmüştü.
177 Orman İhbar Hattı 'nı sürekli arıyordu insanlar , büyük bir üzüntü ve öfke ile , bu duruma karşı ne yapıldığını soruyorlardı.

Limontepe semtinde oturan emekli bir öğretmendi , doğrudan telefonuma ulaşarak , beni arayanlardan biri.
Gördüğü manzarayı anlatmaya başladı . Orman göz göre göre mahvolmuştu .
Daha önceki yıllarda hiç olmazsa kışın bir araçla gelip ilaçlama yapılıyordu. Bu yıl , o da yapılmamış ve orman elden gitmişti.

Sessizce , anlattıklarının bitmesini bekledim. Sözlerini bitirince , sahip olduğu duyarlılık ve doğa sevgisinden dolayı kendisini kutladım. Yurttaşlık bilinci , sorgulamayı ve ve bir sorumsuzluk varsa , hesap sormayı gerektirirdi. Gördüklerini ve nedenlerini sorgulayan insanların daha da çoğalması gerektiğini belirttim .

Daha önceki zamanlarda bu zararlıya karşı yapılan ilaçlı mücadelenin , doğaya yararlı olmak bir yana , doğaya zararlı etkileri olması nedeniyle terkedilmiş olduğunu ve başka mücadele yöntemleri kullanılmaya başlandığını anlattım.

Çam Kese Böceğinin , çam ağaçlarının ibrelerini yiyerek ağacın gelişimini durdurduğunu , aşırı kuraklık gibi ekstrem hava hallerinde bunun ağaçları nadiren de olsa kurutma ihtimali olmakla birlikte , Çam Kese Böceği zararı görülen ağaçların kurumadığını , bir ay kadar süren bir duraklamanın ardından yeniden yaprak ve sürgün oluşturarak , kendisini toparladığını , bu sahada da böyle olacağını , bir ay kadar sonra , bu sahayı yeniden yeşillenmiş olarak göreceğini söyledim.
Tatmin olmamıştı . Sözlerime müdahele ederek , eğer dediğim gibi bir ya da iki ay içinde bu orman yeşillenmezse , hakkımda savcılığa dilekçe vereceğini söyledi. Son derece üzgün ve sinirli idi.
Kendisine , bir ay kadar sonra bu ormanı yemyeşil göreceğini temin ettim ve bu zararlıya karşı Orman İdaresince yürütülmekte olan mücadele yöntemlerini anlattım.
Bu zararlı ile eskiden beri yapılagelen en bilinen mücadele , Çam Kese Böcekleri dışarıya çıkmadan keseleri toplayarak yakarak yok etmekti.

Ancak , doğal dengenin kaybolması nedeniyle zararlının ormanlardaki doğal düşmanları kalmadığından , zararlının popülasyonunda artma o kadar hızlı idi ki , böcek kesede iken bütün ormanlık alanlarda kış aylarında işçiler tarafından toplanması pratik olarak mümkün olmayan bir yöntemdi.
İlaçlı mücadele terkedildikten sonra , Çam Kese Böceğinin doğal düşmanlarının ormanda ya da laboratuvar şartlarında üretilip zararın görüldüğü alanlara bırakılarak buralarda çoğalmasının amaçlandığı biyolojik mücadele yöntemleri üzerinde çalışılmaya başlandı.

Tırtılları öldüren yararlı böceklerden birisi , Phyrx caudata isimli bir parazit sinektir. Bu parazitin üretilmesinde yine Türk ormancılarının geliştirdiği “Adacıklar Yöntemi” kullanılmaktadır.
Adacık yöntemi ile keselerin içinde bulunan parazit sineklerinin uçarak çam kese tırtıllarının üzerine yumurta bırakması sağlanır.Böylece tırtıllar parazitlenir
Bu yöntemde yeteri kadar toplanan çam kese tırtıl kozaları , tırtılların dışarıya ulaşamayacağı şekilde çevresinde su kanalları oluşturulan yapay adacıklara bırakılarak , buralarda bu sineğin beslenerek çoğalması sağlanmaktadır.

Orman Karıncası kolonilerinin zarar görülen yerlerde çoğaltılması çalışmaları da diğer bir yöntemdir.
Son zamanlarda önem kazanan en popüler biyolojik savaş yöntemi ise , , Çam Kese Böceğinin tırtılını yiyen ve ormancıların TERMİNATÖR adını taktıkları Calosoma Sycophanta adlı predatör yırtıcı ve parçalayıcı böceğin üretilmesidir.
(Çam keseböceği kozasında avını arayan bir Calosoma yırtıcı böceği )

Bu böceğin en temel gıdası Çam Kese böceği tırtıllarıdır.
Üremesi için tırtıllarla beslenmesi gerekmektedir.
İşte İzmir Orman Bölge Müdürlüğünce üretilen Calosoma Sycophanta bireyleri iki yıldır , az önce şiddetli zarar gördüğünü anlattığım Çennetçeşme civarındaki ormanlık alanlara bırakılarak, Çam Kese Böceği popülasyonunun doğada olması gereken denge düzeyine indirilmesi amaçlanmaktaydı.
İnsan , zekası ile , doğadaki düşmanlarının neredeyse tümünü altederek ortalama yaşam süresini uzatmış ve erken ölüm oranını en aza düşürerek dünya üzerindeki insan nüfusunun orantısız şekilde çoğalmasına yola açmıştı.
Son derece hızlı şekilde artan nüfusunun gereksinmelerini karşılayabilmek için , doğayı onarılmaz noktaya gelecek ölçüde tahrip etmiş , ve yol açtığı çevresel kirletici etkenler ile ekolojik dengeyi tamamen bozmuş , doğadaki düzeni de altüst etmişti.
Doğadaki bu inanılmaz tahribat , biyolojik dengede de olumsuz zararlar ile kendini belli etmeye başlamıştı.
Son yıllarda Ormanlarda kitlesel olarak görülen zararlı böcek üremesinin önüne geçmek için yapılan biyolojik çalışmaları anlatmamı ilgiyle dinlemekte olan emekli öğretmen , Ormancıların orman zararlılarına karşı yürüttüğü biyolojik mücadele yöntemlerini ilk defa duyduğunu söyledi.

Doğrusu , ormandaki kurumaları görünce bir vatandaş olarak büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Ancak yapılmakta olan bütün bu çalışmaları duymaktan mutlu olduğunu ve olumlu sonuçlar alınmasını dilediğini belirtip teşekkür ederek telefonu kapattı.


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Flamingolara Moloz Yağmuru


İzmir Kuş Cenneti'nin içinde bulunduğu Gediz Deltası'nın Homa Dalyanı kıyılarına tonlarca moloz döküldü.

Yasalar ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslar arası anlaşmalara göre koruma altında olan alana, yol iyileştirme gerekçesiyle demir ve beton yığınları bırakıldı.

Türkiye'deki on üç Ramsar Alanı'ndan biri olan İzmir'deki Gediz Deltası'nda kamyonlarca molozun döküldüğü Homa Dalyanı, aynı zamanda birinci derece Doğal Sit Alanı ve deltanın yönetim planına göre mutlak koruma alanı.

Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'ne bilimsel araştırmalar için tahsis edilen Homa Dalyanı'ndaki binaya ulaşımın güç olduğu gerekçesiyle yaklaşık iki kilometrelik doğal kumul alana İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin araçlarıyla moloz döküldü.


Molozun döküldüğü yer, Homa Dalyanı ve Ege Denizi'ni birbirinden ayıran ve uzun yıllar boyunca deniz dalgalarının biriktirdiği deniz kabuklarından oluşan doğal bir yol özelliği taşıyordu.


Flamingolar için Türkiye'deki en büyük ikinci üreme alanı olan Gediz Deltası'nda nesli küresel ölçekte koruma altında olan kuş türleri bulunuyor. Homa Dalyanı, çok sayıda su kuşunun beslenme ve üreme alanı olduğu gibi İzmir Körfezi'ndeki balık üretimi için de büyük önem taşıyor.

Konu hakkında açıklama yapan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken 'Gediz Deltası Ramsar Alanı koruma statüsü birçok insanın alın teri ve mücadelesi ile kazanıldı ve bölgenin eşsiz doğasına armağan edildi. Deltayı yaşatma sorumluluğu, İzmir Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere bölgedeki kurumlara devredildi.


Görülüyor ki, İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu önemli görevin henüz farkında değil ve kendi uygulaması gereken yasaları çiğneyerek Homa Dalyanı kıyılarını betonla kaplayabiliyor. Homa Dalyanı'nda en son beton kırıntısı da temizlenene kadar ilgili tüm kişi ve kurumları görevlerini yerine getirmeye davet ediyoruz' dedi.


Homa Dalyanı'nındaki adacıklarda nesli tehlikede olan tepeli pelikanın (Pelecanus crispus) yanı sıra hazar sumrusu (Sterna caspia), küçük sumru (Sterna albifrons) ve gümüş martı (Larus cachinnans) yuva yapmakta. Bununla birlikte dalyan, flamingo başta olmak üzere farklı türlerden su kuşları için geceleme ve beslenme alanı. Öte yandan, Homa Dalyanı kıyıları Türkiye'nin Akdeniz sahillerinde üreyen denizkaplumbağası Caretta caretta için önemli bir kışlama alanı.
25.11.2009



Devamı İçin Tıklayınız...>>

EROZYONLA MÜCADELE HAFTASI ETKİNLİKLERİ DEVAM EDİYOR

( Resim: http://www.nallıhan.net/ )



NASA tarafından yapılan tesbitlerde , Türkiye'nin dünyanın en hızlı çölleşen ülkeleri arasında olduğu belirtilmekte.
Bir an önce , gerekli her türlü önlem yeterince alınmazsa , toplumsal ölçekte doğayı , çevreyi koruma , ve tahrip olan yeşil örtüyü yeniden oluşturma gibi eylemlere geçilmezse , ülkemiz en geç bir kaç on yıl sonra çöle dönüşecek.


Erozyonla mücadele haftasında , erozyonu önleyici etkinliklere hız verilmesinin küresel ölçekte dünya için , ve yerel ölçekte ülkemiz için yaşamsal önemi basın ve sivil toplum kuruluşlarınca vurgulanıyor.

Yıllardır duyduğumuz , ve artık her gün bir çok canımızı alıp giden trafik kazalarına karşı duyarsızlaştığımız gibi ,artık ilgimizi bile çekmez hale gelen erozyon felaketine dikkatleri çekmek için eylemler yapılıyor.
TEMA tarafından , çeşitli kentlerde Toprağa Saygı Yürüyüşü ile erozyon , su kaynaklarının tükenmesi ve kuraklık , gündeme getirilecek ve ilgililerin ve toplumun dikkati çekilecek.
TEMA "Türkiye Erozyonla Mücadele , Ağaçlandırma Ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı" sitesinde konuyla ilgili olarak şu bilgiler veriliyor:

Kuraklık Geçici Değil Kalıcı ....Hayatta Kalmak İçin Harekete Geç...!

TEMA Gönüllüleri Kuraklık ve Su ana temasının vurgulanacağı Erozyonla Mücadele Haftasında TBMM Başkanı Köksal Toptanı ziyaret ederek Su Çerçeve Yasası çıkarılması için desteklerini isteyecek, TEMA'nın bu konudaki çalışmalarını içeren dosyayı sunacak
TEMA Gönüllüleri, Kuraklık ve Su ana temasının vurgulanacağı Erozyonla Mücadele Haftasında TBMM Başkanı Köksal Toptanı ziyaret ederek Su Çerçeve Yasası çıkarılması için desteklerini isteyecek, TEMAnın bu konudaki çalışmalarını içeren dosyayı sunacak



TEMA Vakfı Erozyonla Mücadele Haftası 2008 yılı etkinlikleri 17-23 Kasım 2008 tarihleri arasında. Kuraklık ve Su ana teması ve " Kuraklık Geçici Değil Kalıcı, Hayatta Kalmak İçin Harekete Geç " sloganı ile gerçekleştirilecek. Adana, Ankara, Erzurum, İstanbul, İzmir ve Konya ve illeri başta olmak üzere Türkiye genelinde 345.000 i aşkın TEMA Gönüllüsü, siyasiler, kamuoyu, toplum ve bireyleri hayatta kalmak için yapmaları gerekenler hakkında uyaracak ve harekete geçmelerini isteyecek.

Erozyonla Mücadele Haftası Etkinlikleri, 17 Kasım 2008 Pazartesi günü İzmir'de Cumhuriyet Meydanı ve Gündoğdu arasında gerçekleşecek ;" Toprağa Saygı Yürüyüşü ile başlayacak. Toprağa Saygı Yürüyüşünde katılımcılar yağmur sularının bir damlasının bile ziyan edilmemesini sembolize etmek üzere ellerinde ters dönmüş şemsiyeler taşıyacaklar. TEMA Vakfı tarafından 12 yıldır geleneksel olarak gerçekleştirilen sessiz yürüyüşte, ülkemizin içinde bulunduğu kuraklık sürecinin geçici olmadığına dikkat çekilecek.

18 Kasım 2008, Salı Günü Ankarada TBMM Başkanı Köksal Toptan ziyaret edilerek kuraklıkla mücadele için Su Çerçeve Yasasının mutlaka çıkarılması gerektiğine dikkat çekilecek. Meclis Başkanına TEMA Vakfının Su Çerçeve Yasası ile ilgili çalışmalarını içeren dosya sunulacak ve destekleri istenecek.

Hafta süresince ayrıca erozyon, kuraklık ve su konulu paneller, belgesel gösterimleri, meşe palamudu ekimleri, Suyunu Boşa Harcama Kampanyası stant çalışmaları, eğitim çalışmaları gerçekleştirilecek.


Hayatta Kalmak İçin Harekete Geç

TEMA Gönüllüleri, tüm bu etkinlikler çerçevesinde siyasetçiler, kamuoyu, toplum ve bireylerden üzerlerine düşen sorumluluk ve görevleri yerine getirmelerini isteyecek.

Siyasetçiler:


Su fakiri bir ülkeyiz. Üstelik su varlığımız giderek azalmakta. Size düşen en önemli görevler: Anayasaya suların Devletin gözetim ve yönetimi altında olduğu yönünde bir hüküm koymalı, acilen su varlığımızı doğru ve verimli kullanmamızı sağlayacak Su Çerçeve Yasasını çıkartmalısınız. Su havzalarımızın planlaması yapılarak su varlığına bağlı tarımsal ürün desenleri geliştirilmeli, tarım arazileri gelişmiş, su tasarrufu yapan sulama yöntemleri ile sulanmalı, drenaj suları doğal arıtımla yeniden kazanılmalıdır. Su kullanım planlamasının doğal varlıkların su ihtiyacını da gözetmesi şarttır. Ayrıca, ülke genelinde yamaçlar üzerine düşen yağmur sularının taşıma gücü kazanmadan önünün kesilerek, toprakta suyun tutulmasına yarayan teraslama sistemini uygulamalısınız.

Kamuoyu:


Ülkemiz bundan böyle hep yarı kurak iklim sürecinde olacak. O nedenle hayatta kalmak için harekete geçmeli ve uyum sağlamalıyız. Size düşen en önemli görev kuraklıkla mücadele ve su varlığı yönetiminin bir devlet politikası haline gelmesi ve en önemlisi Su çerçeve Yasasının çıkarılması için bizi yönetenlere baskı yaparak, konunun takipçisi olmanız.

Toplum:

En önemli göreviniz öncelikle; toplum olarak suyu tasarruflu kullanmayı öğrenmelisiniz. Bunun için yerel yönetimlere baskı yaparak, kentlerde su kullanımında bütün tasarruf önlemlerinin alınmasını, şebeke su kayıplarının engellenmesini, kentsel atık suların tamamı arıtılarak tarımsal su kullanımına geri dönüştürülmesini, yağmur suyu depolama gibi yatırımlar yapılmasını, suyun sanayide kullanımında kapalı su devre sistemlerinin geliştirilmesini, buna rağmen çıkacak atık suların arıtımla geri kazanılmasını sağlamalısınız.

Bireyler:

Su yaşamamız için gerekli temel bir varlıktır ve herkesin suya ulaşmaya hakkı vardır. Ancak, günümüzde gelişmekte olan dünyadaki, her beş insandan biri (toplamda 1,1 milyar kişi), Birleşmiş Milletlerin kullanıcının evine en fazla 1 kilometre mesafedeki bir kaynaktan kişi başına en az 20 litre su olarak tanımladığı güvenli içme suyuna makul sınırlar çerçevesinde ulaşamadıkları için hastalanma ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dünyanın her yerinde kişi başına günde 50 litre su düşmesi için, mevcut küresel su tüketiminin % 1inden azı yeterlidir. Bu nedenle kuraklıkla mücadele ve su varlığımızın korunması için onu doğru, verimli ve en önemlisi tasarruflu kullanmayı öğrenmelisiniz.

Kuraklıkla Mücadele İçin Su Çerçeve Yasasına İhtiyaç Var

TEMA Gönüllüleri, bu yıl 16ncısı düzenlenen Erozyonla Mücadele Haftası Etkinlikleri çerçevesinde, toplumu oluşturan herkesimi kuraklıkla mücadele ve su varlığımıza sahip çıkmak için harekete geçmeye ve sorumlulukları yerine getirmeye çağırıyor. Bunun için önce birey sonra toplum olarak suyumuzu tasarruflu kullanmayı öğrenmeli ve kuraklıkla mücadele için Su Çerçeve Yasasını acilen TBMMden geçirmeliyiz.


SU TÜKETİMİ


Dünya yüzeyindeki suların % 96,5’i denizlerde , yalnızca % 3,5’ i ise karalardadır.

Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere dünya yüzeyindeki suların ancak % 3,5’i insan
kullanımına uygun tatlı sulardır. Ancak; biz karalardaki bu miktarın bile hepsinden
yararlanma imkânına sahip değiliz. Çünkü bu miktarın da % 1.74’ü karasal buzullarda
katı halde bağlanmış durumdadır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere bütün dünya
yüzeyindeki suların ancak % 1.76’sı insan kullanımı elverişlidir.
Kullanılabilirlik oranı açısından kıt bir kaynak olan suyun tüketim şekli ve amacı
birbirinden farklı 3 su kullanım alanı bulunmaktadır.



Bunlar; genel olarak tarım, endüstri , evsel kullanım alanlarıdır.


Suyun bu kullanım alanlarındaki dağılımında ise çeşitli etkenler
rol oynamaktadır. Bu etkenlerin en önemlisi ülkelerin gelişmişlik durumları (düşük, orta
ve yüksek gelirli ülkeler) ve buna bağlı üretim-tüketim ilişkileridir. Suyun kullanım
alanlarına dağılımı düşük, orta ve yüksek gelirli ülkelerde farklı oranlardadır


Düşük gelirli ülkelerde; gelir kaynaklarının büyük oranda tarıma dayalı
olması nedeniyle kullanılan suyun % 87 gibi büyük bir oranı tarımda, % 8’i evlerde ve
yalnızca % 5’inin ise endüstriyel üretimde kullanıldığı görülmektedir. Yüksek gelirli
ülkelerde ise durum farklıdır. Suyun % 59’u tarımda, % 11’ evlerde ve % 30 gibi yüksek
bir oranı da sanayide kullanılmaktadır. Yüksek gelirli ülkeler düşük gelirli ülkelere oranla
tarımsal üretimde % 28 oranında daha az su kullanıldığı görülmektedir. Ancak; tarımsal
kullanımdaki bu fark yüksek gelirli ülkelerde tarımsal üretimde “su tasarrufu” yapıldığı
anlamına gelmemektedir. Düşük gelirli ülkelerdeki % 87’lik tarımsal su kullanımı yüksek
gelirli ülkelerde % 59’a düşerken aradaki % 28’lik farkın % 25’i endüstriyel üretime ve%
3’ü ise evsel kullanıma kaymıştır. Bu noktada ise yüksek gelirli ülkelerde suyun
endüstride kullanımı dikkat çekmektedir.
Orta gelirli ülkelerde ise yine tarımsal kullanım %75 gibi yüksek bir oranda iken endüstriyel kullanım % 13 ve evsel kullanım % 12’dir.
Türkiye’de ise suyun % 75’i tarımda, % 11’i endüstride ve % 14’ü ise evlerde
kullanılmaktadır. Su kullanım alanları oranlarına göre ülkemiz “orta gelirli ülkeler
sınıfındadır diyebiliriz



Evsel su kullanımı da önemli olmakla birlikte su kullanımının azaltılması veya su kullanım
verimliliğinin arttırılması konusunda yapılacak çalışmalarda öncelik, düşük ve orta gelirli
ülkelerde tarımsal kullanım, yüksek gelirli ülkelerde ise hem tarımsal kullanım hem de
endüstriyel kullanım alanlarında olmalıdır.
Birim alandan daha çok ürün alabilmek veya bir yılda 2–3 hasat elde edecek şekilde
intensif tarım uygulaması için, tarımda sulama yapılmaktadır. . Dünya üzerinde tarım
ürünlerinin % 40’ından çoğu sulanan arazilerden elde edilmektedir. Bu araziler, toplam
arazilerin % 17’sini oluşturmaktadır
Özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde tarımsal su kullanımın yüksek olmasının
nedenlerinin başında uygulanan sulama yöntemleri gelmektedir. Genellikle “salma
sulama” tekniğiyle sulama yapılmaktadır. Bu sulama tekniğinde bitkinin ihtiyacı olan
sudan çok fazlası toprağa verilmekte ve böylece ihtiyaç dışındaki su boşa gitmektedir. Bu
tür sulamanın bir başka sakıncası da toprakta tuzlulaşma sorununu ortaya çıkarmasıdır.
Aşırı ve bilinçsiz sulama sonucu yeraltındaki sular yüzeye çıkmakta ve toprak
çoraklaşmaktadır.
Bu sorun ülkemizde GAP projesi ile uygulamaya konulan sulama
alanlarında da yaşanmaktadır. Tarihte ise Sümerliler, Güney Mezopotamya'daki zorlu
ortamda büyük bir özenle kurdukları dünyalarını uyguladıkları hatalı sulama yöntemi ile
yine kendileri yıkmışlardır.
Hangi düzeydeki ülke olursa olsun en büyük su tüketimi tarımda olmaktadır. Dolayısıyla asıl tasarrufun da tarımda yapılması gerekmektedir. Geleneksel ve vahşi sulama sistemlerinin artık terk edilmesi kesin bir gereklilik olmuştur. Tarım alanlarında sulama tekniği olarak “damla sulama” geleneksel hortum ya da kanal sulamasına oranla,kullanılan su miktarını % 30–70 azaltırken, ürün verimini de % 20-90 arttırmaktadır.
Damla sulama tekniği aynı zamanda topraklarda tuzlanma sorununu da ortadan
kaldırmaktadır. Bu konuda çiftçilerin bilinçlendirilmesi ve yatırım gerektiren bir çalışma olduğu içinde desteklenmeleri gerekmektedir.
Tarım alanlarında olduğu gibi özellikle yüksek gelirli ülkelerde suyun endüstride kullanım verimliliğini arttırmak da suyun verimli kullanımı ve tasarrufu açısından önem taşımaktadır. Suyun kıt bir kaynak olduğu ve giderek su tasarrufunun daha da önemkazandığı günümüzde sanayi üretim süreçlerinde alınacak önlemler ve geliştirilecek
tekniklerle suyun verimli kullanımı ve tasarrufu mümkündür. Örneğin ABD’de, 1 ton çelik için tüketilen 280 ton su miktarı, geri kazanma tekniği ile 14 tona düşürülmüştür. Bu
yöntemde fabrikada çeşitli üretim aşamalarında ortaya çıkan “atık sular” arıtılarak
yeniden üretimde kullanılmaktadır. Aynı şekilde Almanya’da yeni tekniklerle, kâğıt
üretiminde harcanan suda % 99 oranında tasarruf sağlanabilmiştir.

EROZYONLA MÜCADELE HAFTASI TEMA GÖNÜLLÜLERİ ETKİNLİK PROGRAMI
(17-23 Kasım 2008)

Tarih - İl - Program
17 Kasım 2008 İzmir 10:30 Anıtta Çelenk Sunumu
11:00 Toprağa Saygı Yürüyüşü (Cumhuriyet Meydanı ile Gündoğdu arasında )
14:00 Panel (Fuar İzmir Sanat Oditorium Salonu)
Konu 1: Tarımda Etkin Su Kullanımı
Prof. Dr. M. Ali UL ( E.Ü.Zir.Fak.Tarımsal Yapılar ve Sulama )
Konu 2 : 2010’a Gelirken Etkin Su Kullanımı
Sedat KÖSE ( İzmir Zir.Odası Bşk.)
17 Kasım 2008 Trabzon 13:00 Basın Toplantısı (Yer: Gazeteciler Cemiyeti)
17 Kasım 2008
17-23 Kasım 2008
İstanbul
14:00 Erozyon, Toprak, Su ve Enerji (Kadıköy)
Merkezi, TEMA Vakfı İstanbul Tem. Yrd. Melek Sevil İRENGÜ)
10:00 TEMA Standı (Caddebostan ve Kazım Karabekir Kültür Merkezleri)
TEMA Erozyon, Orman ve Su anlatımı (Ümraniye Aşağı Dudullu İÖO)
Erozyon Belgeseli Gösterimi (Sarıgazi Kültür Merkezi)
17 Kasım 2008 Eskişehir 14:00 TEMA ve Erozyon Konulu Eğitim (İsmet Paşa İ.Ö.O)
17 Kasım 2008 Zonguldak 12.30 Atatürk Anıtına çelenk koyma ve basın açıklaması
13.30 TEMA Su Tasarrufuna Çağrı Standı (Gazipaşa Caddesi Belediye Kültür
Merkezi önü (Conta Dağıtımı)
17 Kasım 2008 Ankara 09:00 Stant çalışması (Etap Altınel Otel)
18 Kasım 2008 Ankara 10:00 Suyunu Boşa Harcama Kampanyası Standı (Yüksel Cd.)
TEMA Fotoalem “Doğa” Fotoğraf Sergisi (Antares Alışveriş Merkezi)
11:00 TBMM Başkanı Köksal TOPTAN’ı ziyaret ve Su Çerçeve Yasası dosyası
teslim
18 Kasım 2008 Erzurum 15:00 Panel : Arazilerin Amaç Dışı Kullanımı (Erzurum Üniversitesi)
18 Kasım 2008 İstanbul 10:00 Küresel İklim Değişimi ile Artan Erozyon / Su ve Gıda Güvenliğimiz
(Kazım Karabekir Kültür Merkezi, TEMA Vakfı İstanbul Tem. Yrd.
Melek Sevil İRENGÜ
Toprak Doğa Fotoğraf Sergisi
Fotoğrafçı: Lütfiye BUTT
18 Kasım 2008 Trabzon 10:00 TEMA Standı (Kent Merkezi)
18 Kasım 2008 Eskişehir 14:00 Yavru TEMA’lılar Botanik Bahçesi Gezi
19 Kasım 2008 İstanbul 13:30 Belgesel Gösterimi (Karamancı Kültür Merkezi)
19 Kasım 2008 Ankara 10:00 Anıtkabir Ziyareti ve Çelenk Konulması
20 Kasım 2008 Konya 13:00 Toprağa Saygı Yürüyüşü ( Anıt ile Ticaret Odası arasında)
14:00 Panel ( Konya Ticaret Odası Salonu)
Konya’da Erozyon ve Kuraklıkla Maruz Kalınan Tehlike
(Namık Ceyhan - TEMA Konya İl Temsilcisi
Sulak Alanların Durumu (Doç.Dr.Serpil Önder - Selçuk Ün.Zir.Fak.)
Rüzgar Erozyonu ve Çölleşme (Zir.Y.Müh. Mustafa Okur-Top.ve Su
Kaynakları Ar.Ens.)
20 Kasım 2008 Ankara 10:00 Fidan Dikimi (Çubuk)
20 Kasım 2008 Trabzon 18:00 Seminer Erozyon ve Türkiye Gerçeği (Mimarlar Odası)
TEMA Vakfı Trabzon İl Temsilcisi Yrd. Doç. Dr. Coşkun ERÜZ
20 Kasım 2008 Eskişehir 14:00 Kent Ormanı Gezisi
21 Kasım 2008 Adana 18:00 GAP ve Aral Belgeselleri Gösterimi (Belediye Salonu)
Panel: Küresel Isınmanın Tarım Üzerine Etkisi (Prof. Dr.
İbrahim ORTAŞ ve Prof. Dr. Suat ŞENOĞLU)
21 Kasım 2008 Ankara 12:00 Mamak – Sincan Banliyö Hattında TEMA Gönüllülerinin yakalara kağıt
yaprak takma etkinliği
21 Kasım 2008 Mersin 09:00 Panel Tarım Arazilerinin Amaç Dışı Kullanımı (Mersin Üniversitesi)
TEMA Vakfı Mersin Temsilcisi Şükrü ALTINOVA
21 Kasım 2008 Eskişehir 14:00 Meşe Palamudu Ekimi (Bozdağ)
22 Kasım 2008 Ankara 11:00 Stant çalışması ( Antares Alışveriş Merkezi )
23 Kasım 2008 Eskişehir 14:00 Meşe Palamudu Ekimi (Doğan kaya TEMA Köyü)
23 Kasım 2008 Zonguldak 09:00 Doğa Yürüyüşü (Harmankaya Şelaleri)
23 Kasım 2008 İstanbul 10.30 Açıkhava Toplantısı (Küçükçekmece)
23 Kasım 2008 Erzurum 11:00 Toprağa Saygı Yürüyüşü ( Yenibosna ile Havuzbaşı arasında)

TEMA
SUYUNU BOŞA HARCAMA

İLGİLİ KONULAR: "Erozyon:Topraklarımızın sinsi kanseri"


Devamı İçin Tıklayınız...>>

HAYVAN-İNSAN SÖZLEŞMESİ


Ne zaman Yaban TV yi açsam bir tuhaf hissediyorum kendimi.
Bu kanalı , doğa belgesellerine de yer verdiği için zaman zaman izliyorum.
Ancak ,çoğunlukla , yurt içi ve yurt dışından çeşitli av turlarında çekilmiş görüntüler Yaban TV yayınında en önemli bölümü oluşturuyor.
Avcıların , doğada zaten örneğin onbinde bilmem kaç oranına kadar düşmüş olan yaban hayvanlarını , herhangi bir yaşamsal zorunluluktan değil , sadece sözde sportif zevkleri tatmin etme gayesiyle öldürmekten nasıl zevk ve haz aldıklarını şaşkınlıkla seyrediyorum ekranlarda..
Hele , ateş edildikten sonra ,koca dağ keçisinin sendeleyerek birkaç adım atması , ve biraz ötede ,kan revan içinde , boylu boyunca devrilip can çekişmesini gören avcıların birbirlerine sarılarak kazandıkları zaferi coşkuyla kutlamaları ,doğrusu tüylerimi diken diken ediyor
Tarih öncesindeki insanlarla , doğadaki diğer canlılar arasında , varolma ya da yokolma yolunda amansız mücadeleyi hayal etmeye çalışıyorum..Diğerini altedebilen ve gücünü gösterebilen canlıların varlığını sürdürebildiği eski zamanların doğasını.. Tarih öncesi insanı ile günümüzün avcılarını karşılaştırıyorum..O çağların insanının yaşayabilmek için doğadaki kurallara göre hareket ettiğini düşünüyorum..Peki ya çağımızın eli silahlı "av sporu" tutkunlarına ne diyeceksiniz?
Yazar Desmond MORRIS , İnkılap yayınevi'nce ülkemizde de yayınlanan “hayvan-insan sözleşmesi” adındaki eserinde , özetle şu görüşlere yer verir :
-Doğadaki yaşama savaşında , canlılar arasında bir kural vardı.Yemek için avlanıyorsanız ,ancak sizi besleyecek kadar öldürürsünüz.Daha fazlasını değil
-Diğer canlıların yaşama alanlarına ve yaşama haklarına dair doğada mevcut kural ve dengeleri bozmaya yönelik bir davranışa yer yoktur.
- doğada ,canlıların populasyonlarının aşırı artma ve azalmasını engelleyen bir düzen vardır. Bu düzen sürekli yinelenen bir çan eğrisi şeklinde sürer gider.

Biyoloji derslerinde okumuşsunuzdur..Yılanlar azalınca fare populasyonu artmaya başlar.Zirveye ulaşınca ,bu defa fareye dadanan canlılar , örneğin yılanın populasyonu yükselmeye başlar.
Yılan populasyonu çan eğrisinin zirvesine yaklaşırken ,fare nüfusu çan eğrisinin dibine doğru inmeye başlar.
Bu diğer canlı türlerinde de böyle sürer giderdi.
Yazar Desmond MORRIS’e göre , insan , doğadaki bu SÖZLEŞMEYİ bozmuştur..
Meşhur Çan eğrisi , insanın populasyonunun büyük bir ivmeyle artışı , ve diğer yaban canlı türlerinin kaybolmakta olması ve sayılarının dibe doğru korkunç bir hızla inmesiyle , başdöndürücü ters orantılı doğrusal bir korelasyona dönüşmüştür.
İnsan ,diğer canlıların yaşama ortamlarını hızla ele geçirmekte , kendi kullanımına almakta ya da diğer canlıların yaşama ortamlarını tamamen yoketmektedir.
Doğadaki sözleşmenin aksine , insan nüfusu , son hızla artmakta , bunu kontrol altına alacak olan doğal etmenleri de , zekası ile ortadan kaldırmakta , insanın doğal düşmanları yok olurken ,öte yandan ,artan nüfusa gereken yaşamsal ihtiyaçlar için doğanın alabildiğine sömürülmesi ve yokoluşa doğru gidiş te aynı ivmeyle zirve noktasına doğru gitmektedir.
Bu korkunç gidişatın farkına varanlar ,bu konuda çalışma yapan bilim adamları , GERİ DÖNÜLEMEZ NOKTAYA GELİNMEDEN , gerekli her türlü tedbirin alınması konusunda hükümetlere uyarı üstüne uyarılar yapmakta ,ancak ,endüstri toplumlarının dev tüketim ihtiyaçlarının ,ve ekonomik güçlerin , bu konuya yeterince eğilinmesine pek te olumlu katkıda bulunmadığı da bir gerçektir.
-Endüstriyel sıvı ve ,katı ve gaz şeklindeki atıklar ile , havanın ,suyun ,toprağın kirlenmesi , gaz salınımlarının denetim altına alınamaması ,bu konuda iyimser düşünmeye engel olmaktadır.
-Artan nüfus için gerekli ihtiyaç maddelerinin üretilmesi için büyük ormanlar yokedilerek tarımsal alanlara dönüştürülmektedir.
-Tüm dünyada , özellikle de tropikal yağmur ormanlarında endüstriyel amaçlarla ,ya da tarım alanları elde etmek amacıyla ormanlar kesilmekte ,yakılmakta ya da diğer şekillerde yokedilmetedir.
Amazon ormanlarında yıllık yokedilen ormanlık alan , yılda yaklaşık 14.000 km²dir.
Doğadaki diğer tüm canlılar , uygarlığımızın tüketim çılgınlığının kurbanı olarak toptan yokoluşa doğru gitmektedir .Ancak doğa , insan denilen varlığın ihlal ettiği sözleşme hükümlerini yeniden yürürlüğe ergeç koyacaktır..İnsan bu yolda doğada büyük bir yıkıma neden olsa da ,doğadaki dengeler yeni baştan tekrar kurulacaktır.
Ancak kurulan bu yeni dünyada ,insan denilen yaratığa yer olacak mıdır? Yoksa dinozorlar gibi tarihin derinliklerinde kaybolup giden bir tür olarak mı anılacaktır gelecek çağlarda.. ?
Bunda da , doğal yaşamı kurtarmak için insanlarca yapılan mücadelelerin sonuca ulaşıp ulaşmaması belirleyici olacaktır

BENZER KONULAR

BENZER SAYFALAR


YABAN TV :Katliam TV mi ?
Avcılık Üzerine
Koruma Altındaki Dağ Keçileri İhale İle Avlanıyorlar
Hilton'da Beslenip Ormanda Seslendiler
Yavru kuşlar uçamadılar


Devamı İçin Tıklayınız...>>

AĞAÇLANDIRMA SEFERBERLİĞİ

Dünyamızın , insan eliyle ölümcül yaralar aldığı , geçtiğimiz yüzyılın özellikle son yarısından itibaren , doğanın ve ekosistemin onarılamayacak , geri dönülemeyecek bir noktaya doğru , artarak ilerleyen şekilde tahrip edildiği , bilim adamlarınca ötedenberi söylenmektedir .
Bu konuda acil önlemler alınmaması halinde ,önümüzdeki 10 yıl içinde dünya üzerindeki yaşam koşullarının tamamen ortadan kalkacağı yolundaki bilim adamlarının özellikle Hükümetlere hitabeden bildirisi, önde gelen kirletici ülkeler üzerinde çok fazla bir etki yaratmış gibi görünmemektedir.
Öte yandan , yaklaşan çevre felaketine karşı , çeşitli ülkelerde , dünyayı tekrar yeşil bir örtü ile kaplamayı amaçlayan ağaçlandırma ve ağaç dikme kampanyaları da gittikçe artmaktadır.
Geçtiğimiz aylarda Ülkemizde de ,Ağaçlandırma seferberliği ilan edilmiş ,ve bu konuda yeni yasal düzenlemeler yapılmış , önümüzdeki bir kaç yıl içinde , büyük miktarlarda ağaçlandırılmış alanlar elde edilmesi amacıyla eylem planları düzenlenmiştir.
Bu konuda Çevre Ve Orman Bakanlığının sitesinde aşağıdaki bilgi yeralmaktadır :


"MİLLİ AĞAÇLANDIRMA SEFERBERLİĞİ"…
SEFERBERLİK KAPSAMINDA 2008–2012 YILLARI ARASINDA 2 MİLYON 300 BİN HEKTAR ALAN AĞAÇLANDIRILACAK…


Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın himayelerinde ve Bakanlığımız koordinatörlüğünde 2008–2012 yılları arasında uygulanacak olan Milli Ağaçlandırma Seferberliğine ilişkin Başbakanlık genelgesi bugünkü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Çevre ve Orman Bakanlığı koordinatörlüğünde; Bakanlıklarımız, kurum ve kuruluşlar, mahalli idareler, sivil toplum kuruluşları, medya ve vatandaşlarımızın destek ve katılımı ile yürütülecek olan Ağaçlandırma Seferberliği kapsamında; 2008 yılında 420 bin, 2009 yılında 440 bin, 2010 yılında 460 bin, 2011 yılında 480 bin ve 2012 yılında 500 bin hektar olmak üzere toplam 2 milyon 300 bin hektar alanın ağaçlandırılması planlandı. Bu alan Trakya Bölgesinin toplam alanı kadardır. Projenin toplam maliyeti ise 2 milyar 700 milyon YTL olarak öngörüldü.
Ağaçlandırma Seferberliği sonucunda;
• Orman varlığımız artacak,
• Bozuk orman alanları iyileştirilecek,
• Erozyon azaltılacak,
• Su kaynakları korunacak,
• Fidan dikme alışkanlığı yaygınlaştırılacak,
• Baraj, göl ve göletlerin rusubatla dolması önlenecek,
• Sel ve taşkınlar azalacak,
• İklim değişikliği ve çölleşmenin etkileri en aza indirilecek,
• Kırsal kesime istihdam sağlanacak,
• Bozulan doğal denge yeniden tesis edilerek,
gelecek nesillere yeşil ve yaşanabilir bir ülke bırakılacaktır.
Ağaçlandırma ve erozyon kontrolü seferberliğinde yapılan faaliyetler hakkında her üç ayda bir Valilikler tarafından Bakanlığımıza, Bakanlığımız tarafından da Başbakanlığa rapor verilecektir. Ağaçlandırma seferberliğinde her yıl yapılacak değerlendirmeler neticesinde en başarılı iller ile kurum ve kuruluşlar takdir ve taltif edilecektir.
Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Resmi Gazetenin 01.11.2007 Tarihli sayısında yayımlanan konuya ilişkin genelgesi şöyle;
“Topraklarının büyük bir kısmı çölleşme ve erozyon tehdidi altında bulunan ülkemizde ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarının önemi herkes tarafından bilinmektedir. Bu maksatla 1995 yılında kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarına ait esas ve usulleri düzenleyen 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu yürürlüğe konulmuştur.
4122 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinde; Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı ve üniversiteler ile Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı, Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Genel Müdürlüğü, Türkiye Taşkömürü İşletmeleri Kurumu Genel Müdürlüğü, Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü, Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü, belediyeler, köy tüzel kişilikleri, odalar, meslek kuruluşları, birlikler, sendikalar, vakıflar, dernekler, spor kulüpleri, gönüllü kuruluşlar ve benzeri teşekküller ile büyük işletmelere, ağaçlandırma ve erozyonla mücadele konusunda çeşitli görevler verilmektedir.
Ayrıca sayılanlar dışında kalan kamu kurum ve kuruluşları ile tüzel kişiler de anılan Kanun kapsamında ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmaları yapabilmektedirler. Ancak, bugüne kadar mezkur Kanunun görev verdiği kurum ve kuruluşlarca yeterli çalışma yapılamamıştır.
Hükümetimiz tarafından ağaçlandırma, ormanlarımızın ıslahı ve erozyon kontrol çalışmalarına büyük önem verilmektedir. Ayrıca, 60. Hükümet Programında da bu husus teyit edilmiş; ağaçlandırma, erozyonla mücadele ve iyileştirme çalışmalarının hızlandırılacağı ve kararlılıkla devam ettirileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda Çevre ve Orman Bakanlığınca hazırlanan "Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberliği Eylem Planı" ilgili kurum ve kuruluşlar ile valiliklere gönderilmiş ve "www.cevreorman.gov.tr" internet adresinde de yayımlanmıştır. Sözkonusu Eylem Planında hedef ve stratejiler, çalışma planı ve uygulamalar, bunların yerine getirilmesinden sorumlu ve ilgili kuruluşlar, iller bazında yapılacak çalışmalar ile diğer hususlar yer almaktadır.
Mezkur Kanun ve Eylem Planında belirtilen görevler, ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından eksiksiz bir şekilde yerine getirilecektir. Bu maksatla söz konusu kuruluşlarca bütçelerine yeterince ödenek konulacak, yıllık programlarında bu hususlara yer verilecek ve yer tahsisleri konusunda gereken destek ve yardım sağlanacaktır.
Valilikler tarafından her üç ayda bir yapılan faaliyetler hakkında Çevre ve Orman Bakanlığına, bu Bakanlık tarafından da yıllık olarak Başbakanlığa rapor verilecektir. Bu ağaçlandırma ve erozyon kontrolü seferberliğinde, her yıl yapılacak değerlendirmeler neticesinde en başarılı iller ile kurum ve kuruluşlar takdir ve taltif edilecektir.
Konunun önem ve önceliğine binaen, ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından mezkûr Kanun ve Eylem Planı çerçevesinde gerekli detay uygulama planları hazırlanarak derhal harekete geçilecek ve çalışmalar titizlikle takip edilecektir.”
T.C Çevre Ve Orman Bakanlığı

........................................................

Bütün resmi , sivil kuruluşların ,kişilerin gönül birliği ile katılımı ile bu seferberliğin başarılı bir sonuç vermesi beklenmektedir.
Bu seferberlikle beraber ,kirletici resmi kuruluşlar (Belediyelerin arıtma ve atık sorunları , kamu kuruluşlarının sulak alanlardaki olumsuz faaliyetleri gibi) ve sanayi kuruluşlarının yıllardır yasa tanımaz şekilde , arıtma ve filtreleme yapmadan hava su ve toprağı alabildiğine zehirlemesine ve kirletmesine de kesin çözümler içeren düzenlemeler yapılacağı ve uygulanacağı Doğayı tahribat ve kirlenmeden kurtarmaya yönelik bir seferberliğe daha ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.
Birbirini tamamlayacak bu çalışmaların sonucunda yaşanılır bir dünyayı yeniden inşa etmiş olabileceğiz.




Devamı İçin Tıklayınız...>>

Biyoçeşitlilik Nedir?

Biyolojik çeşitlilik; canlıların genetik yapılarına bağlı olarak meydana getirdiği tür toplulukları arası ve türler içi farklılığın bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Farklı ekolojiler; milyonlarca yıllık evrim sürecinde farklı ırkları meydana getirmişlerdir...

Yine farklı ekolojilerde farklı canlılardan olusan farklılıklar bütünüde biyolojik çeşitlilik olarak adlandırılabilmektedir.

Biyoçeşitlilik Niçin Önemlidir?

İnsanlık evrim sürecinde,doğayı daima sosyo-ekonomik düzeyini yükseltmede birincil derecede bir kaynak olarak kullanmıştır. Kaynakların aşırı ve düzensiz olarak kullanımı sonucu ortaya çıkan sorunları ise başlangıçta gözardı etmiştir. Sorunlar önemini artırdığında ise gerekli önlemler alınmaya çalışılmıştır.

Bilindiği üzere doğada tüm işleyiş bir dişli sistemine uygun olarak calısır. Dişlilerden bir tanesindeki aksama bütünsel işleyişte hemen etkisini gösterir. Yağmur ormanlarının yokedilişi ,yağış düzeninde yani iklimsel dengenin bozulmasında, fabrika bacasından çıkan zararlı gazların ozon tabakasını inceltmesi , konuya en çarpıcı örneklerden ikisini oluşturur. Bilinçsiz şekilde buğday ekim alanlarında uygulanan zararlı mücadele ilaçları (DDT) kullanımı yılanların ölümüne , bunun sonucunda da farelerin aşırı artışı doğal dengelerin birbirleri ile ne ölçüde ilşkili olduğunu bize göstermektedir.

Yine bıldırcınların doğada süne ve kımıl gibi zararlılara karşı doğal bir koruma faktörü oldukları ilgili çevrelerce bilinmektedir. Bilinçsiz kullanılan bitki koruma ilaçları bıldırcınların yaşama alanlarını tahrip etmiş bunun doğal sonucu olarak da süne ve kımıl zararlılarının artışı buğday veriminde azalma ile kendini göstermiştir.

Biyolojik Çeşitliliği Nasıl Koruyabiliriz?

Biyolojik çeşitliliğin önemini kavrayan ülkeler çeşitli koruma yöntemleri geliştirmişlerdir. Konu üzerinde çok değişik resmi ve gönüllü kuruluşlar farklı açılardan sorunu çözmeye çalışmaktadırlar.

Nitekim konu üzerinde görüş birliğine varan 174 ülke 1992 yılında Rio'da dünya çapında ikinci büyük çevre toplantısını gerçekleştirmiştir.


Rio deklarasyonunda "Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinde" biyolojik kaynakların korunmasını öngören bir bölümde mevcuttur. Bu sözleşmeyi imzalayan ülkelere birtakım sorumluluklar düşmekte ve bunu gereklei yerine getirilmek zorundadır.

Buna karşın A.B.D. , biyolojik çeşitliliğin korunması sözleşmesine imza atmamıştır. Bu sözleşme üçüncü dünya ülkelerinin, geliştirilen yeni tohumluklar ve ilaçlar üzerinde hak iddialarını desteklemektedir.

Zaman içerisinde konunun ekonomik boyutu giderek genişlemektedir. Biyolojik çeşitliliğin korunmasında her ülke ekonomik koşulları dahilinde uluslararası kurum ve kuruluşlarla da işbirliği yaparak üstüne düşen görevleri yerine getirme durumundadır.

Konuya bilimsel açıdan yaklaşacak olursak gen kaynaklarını korumada başlıca üç yöntemin olduğu görülür. Bunlar sırasıyla şunlardır;

- Bütün Canlı Varlığın Korunması: Doğada geniş bir yayılma gösteren bitki ve hayvanlardan meydana gelen canlı varlığın bir bütün halinde korunmasıdır. Bu yöntemde kayıp hızı minimumdur. Bununla beraber insanlığın nüfus artış hızı ve sosyal gereksinimleri bu yöntemi zor uygulanabilir bir hale getirmektedir. Örneğin GAP bölgesindeki bitki ve hayvan çeşitliliğinin bu tür bir uygulama ile korunması mümkündür.


-In Situ Koruma: Bitkileri kendi doğal yetiştirme alanlarında (ormanlarda ve meralarda) korumayı esas alan bir yöntemdir. Korunması istenen genetik materyalin bulunduğu alan insan veya evcil hayvanlar tarafından hiçbir şekilde kullanılmadan koruma altına alınır. yaygın uygulama şekli Milli Parklar şeklindedir.


- Ex Situ Koruma: Korunması düşünülen belli bir bölgenin veya ülkenin genetik çeşitliliğini , özel bir çeşidi veya ırkı olabildiğince çok çeşitli materyaller toplayarak özel saklama koşullarında muhafaza etmek esastır. Bu yöntemin zorluğu teknik ve ekonomik açıdan gelişmiş bir seviye gerektirmesidir.

Biyolojik çeşitlilik niçin önemlidir? sorusunun ilk yanıtı yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere ekolojinin işleyişinin devamlılığı için önemli olacaktır.

Doğal olarak bunun dışında da birçok konuda yaşamsal ve ekonomik potansiyel olarak çok büyük öneme sahiptir. Biyolojik çeşitlilik tıp ve eczacılık tarihinde bitkilerden yapılan yapılan ilaçların ve özütlerin tarihi , insanlığın tarihi kadar eskidir.

Antibiyotiklerin babası sayılan penisilin, sıtmaya karşı kullanılan kinin, kansere etkili olan vinkristin ve vinblastin adlı ilaçların etkicil maddeleri doğadaki bitkilerden elde edilmişlerdir.

Daha sonraları bu maddeler sentetik yollarla labaratuvarlarda üretilerek insanlığın kullanımına sunulmuşlardır. Farmakologlar birkaç yıl öncesinde dahi reserpin ve reserpinbenzeri alkaloidlerinden elde edilen ürünlerin ilaç sanayindeki değerinin yüz milyonlarca dolar olarak ifade etmekteydiler.
Bitki türü olarak 250.000 değişik türün varlığı bilinmekle beraber henüz bunların sadece 5000 tanesinin ilaç sektöründe kullanıldığı bilinmektedir













(Kaynak: Daskiran, 2002)


Biyolojik çeşitliliğin önemi sadece bununla da kalmamaktadır. Özellikle tarım sektöründe yapılan her çalışma çeşitliliğe dayalıdır. Artan Dünya nüfusunu doyurmak gibi bir sorunu zorunda olduğumuz bilinmektedir.
Bu sorunu ise ancak birim alandan elde edilen verimin artırılması ile çözmemiz mümkündür. Artık bir dönüm topraktan on kilogram ürün elde etmenin sorunlar çözüm getirmesi olası değildir. Buna birde giderek azalan tarım topraklarının miktarı ve toprak kalitesindeki düşüşler eklendiğinde günümüz tarımcılarının biyolojik çeşitliliğe dayalı biyoteknolojik çalışmaları yapmaları kaçınılmaz olmaktadır.

Tüm bu olumsuzluklara insanoğlunun dengeli beslenme isteği de eklenirse sorun iyice karışık bir hal alacaktır.

Tüm bu gereksinmelere cevap olacak çalışmalar besin maddeleri üretiminde birim alandan maksimum verim almak için daha yüksek genetik kapasitede tür ve ırkların geliştirilmesi olacaktır.
Genetikte temel prensiplerden biri, canlının veriminin genetik potansiyeli ile sınırlı olduğudur. Canlıya uygun ortam sağlandığında göstereceği en üst verim seviyesi genetik kapasitenin izin verdiği düzeyde olacaktır.
İşte bu düzey yakalandıktan sonra yine de yeterli görülmüyorsa daha yüksek verimli varyetelerden üstün verimli genleri transfer etme gereği vardır. Bunun içinde temel kural transfer edilecek genlere sahip bireylerin varolmasıdır. Böyle bir durum ise ancak çaşitliliğin oldukça geniş bir variyasyon gösterdiği canlı populasyonlarında sözkonusudur.

İstediğimiz özelliğin yeni geliştirilen bir varyetede bulunmasını istediğimiz durumlarda da çözüm yine istenen özelliğin transferi ile mümkündür.
Tüm bu gereksinmelerin karşılanabilmesi ise, ancak farklı genetik yapıya sahip bireylerin bulunduğu, biyolojik çaşitliliğin var olduğu populasyonların varlığı ile mümkündür.
Yine A.B.D. Tarım Bakanlığı'nın raporunda Türkiye'den gelen buğday genlerinin A.B.D. buğday üretimine katkısının yılda 50 milyon doları bulduğu belirtilmektedir.
Benzer örnek 1970'de A.B.D.'de mısır ekiminde de yaşanmıştır. Bir çeşit pas hastalığı mısır tarlalarındaki ürünün %15'ni yok ederek yaklaşık ülke ekonomisine 2 milyar dolarlık bir zarar vermiştir. Bunun çözümüde uzmanlar tarafından Meksika'da bulunan yerel bir mısır çeşidinden gen transferi yapılarak bulunmuştur.

Öyleyse biyolojik çeşitlilik insanlık için yaşamsal öneminin yanısıra ekonomik, ekolojik ve estetik açıdan oldukça büyük önem arzetmektedir diyebiliriz. Konunun önemini kavrayan ülkeler gerekli önlemleri almış olup bu önlemleri daha da artırma veya etkinleştirme yollarını araştırmaktadırlar.

Türkiye'nin Biyolojik Çeşitlilik Açısından Durumu

Türkiye'nin biyolojik çeşitlilik açısından sahip olduğu zenginlik gerek bitki gerek hayvan tür ve ırkları açısından diğer ülkelerle kıyaslanmayacak kadar fazladır.

Bilindiği üzere Anadolu'nun en eski uygarlıklara ev sahipliği yapması, doğal kaynaklar açısından (madenler, su kaynakları, turizm vb.) zenginliğinin yanısıra biyolojik çeşitlilik açısından da zengin bir alan olmasına olanak sağlamaktadır.

Davis adlı araştırıcı, Türkiye Florası adlı eserinde 902 bitki türünden %20'sinin endemik olduğunu (bölgeye özgü) , bu oranının varyeteler düzeyinde %24 'e çıktığını belirtmektedir. Ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin endemik bitkilerce zengin olduğu ve Türkiye'nin 3000 den fazla endemik türe sahip olduğunu bildirmiştir.

Anadolu'da bulunan 9000 türden 3000 'nin endemik olmasına karşılık tüm Britanya'da 2000 çeşit bitkinin varlığı dikkate alınırsa ülkemizin bu konudaki zenginliği açıkça görülecektir.

Bunlara ek olarak tüm Avrupa'da 500 kadar kuş türü ve 125 sürüngen türü mevcuttur. Türkiye'de ise 413 kuş türü ve 93 sürüngen türü mevcuttur.

Ülkemizin böyle bir zenginliğe sahip olmasının sağlayacağı avantajları yeterince kullanamaması ise başlı başına bir sorundur.

Bir başka araştırmada ülkemize özgü elma çeşidi sayısı 100'ü, armut çeşidi sayısı ise 600'ü geçmektedir.

Yine tarla bitkilerinin birçoğuda ülkemize özgü olma niteliği taşımaktadırlar.

Bitkisel gen kaynakları yanısıra tüm dünya'da tanınan Ankara Keçisi, Ankara Kedisi, Ankara Tavşanı ve Kangal Köpeği günümüzün en popüler canlıları arasında yer almaktadırlar.

Ankara keçisinin 1960 yıllarda 6 milyon baş olan sayısı 400 bin baş seviyesine gerilemiştir.
Tüm dünyada tekstil sanayinde birinci sırada tiftik üreticisi olan Türkiye bu sektörde etkisini yitirmiş ve Güney Afrika ve A.B.D. nin ardından haketmediği bir duruma düşmüştür.

Bu arada ülkemizin ihtiyacı olan tiftik elyafı ithal edilmeye başlanmış, üretici bu yetiştirme kolundan vazgeçmiştir.

Benzer durum biraz daha iyi bir biçimde Kangal Çoban Köpeği için söz konusudur. Kangal köpeğine ait mevcut durum ve öneriler ilgili başlık altnda detaylı bir biçimde anlatılmıştır.

Ankaradan adını alan Ankara Tavşanı ise artık yok olmuştur. Buna karşılık Fransa'da yetştirilmesi ve ıslah çalışmaları devam etmektdir. Türkiye'de ise bazı araştırma kurumlarının yetiştirme faaliyetleri için başlangıç materyalleri ancak ithalatla karşılanmaktadır.

Ülkemizin sıkıntılı bir süreçten geçtiği şu günlerde sahip olduğu varlıkları korumak korurken bu kaynakları nasıl ülke ekonomisine kaznadırılacağı yolunda çalışmalarda bulunmak ülkemize hizmet etmenin en önemli yollarından birini oluşturmaktadır.

http://irfandaskiran.8m.com/custom_2.html


BENZER KONULAR :


BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK- (Prof Dr.Kani IŞIK )

BİYOÇEŞİTLİLİK ,ÖNEMİ VE KORUNMASI


Devamı İçin Tıklayınız...>>
 
Clicky Web Analytics