BİYOÇEŞİTLİLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BİYOÇEŞİTLİLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ağaç düşmanı olur mu?


Yeni Asır'dan Ahmet YAZICIOĞLU'nun ilginç yazısını paylaşalım isterseniz..
...................................

Balıkesir'in dünyalar güzeli ilçesi Erdek'te Belediye eski Başkanı Hüseyin Sarı, iki-üç yıl önce bir siteye "Zakkum Cezası" kesmiş ve gazeteler bu haberi şöyle vermişlerdi:
"Sahildeki zakkum ağaçları, renkli çiçekleriyle Erdek'e farklı bir görünüm kazandırıyordu. İki metre boyundaki ağaçlar, 27 yıl önce yolda yürüyenlerle sahilde güneşlenenler arasında doğal bir perde oluşturması için dikilmişti. Ancak zakkumlar, deniz manzarasını kapattığı gerekçesiyle bir sitenin sakinleri tarafından bir gecede kesildi. Erdek Belediyesi de site sakinlerini ilginç bir yöntemle cezalandırdı."
Belediye, kesilen zakkumların yerine, ikişer metre boyunda yanyana 15 ilan panosu dikerek site sakinlerinin deniz manzarasını engellemişti.
Erdek'te bu olayın yaşandığı tarihlerde Sabah Gazetesi'nde "Baltalı turizm" başlıklı yazıda ise, golf otelleri yapılacağı gerekçesiyle Belek'te 500 binden fazla ağacın katledilişi anlatılıyordu.
- Orası artık Belek değil, kelek... Ağaç, mağaç kalmamış. Ormanı yemişler. Tam 50 yıllık emek, onbinlerce dönüm fıstık çamı ve kızıl çam katledilmiş. Avrupa'da kendi bahçendeki ağacı kes, iki dakika sonra polis dayanır kapına. Ağaç kesenin yedi sülalesine hesap sorarlar. Golf oynayacağım diye ağaç kesenin, münasip yerine dikerler o golf sopasını!

EMEĞE YAZIK
15 yıl kadar önce Kuşadası'ndaki bir siteden daire satın almıştım. İçine eşek bağlasan durmaz haldeydi. Civarı da...
Bugün bahçesiyle, civarıyla medeni bir köşe.
Tabii kendiliğinden olmadı bunlar. Urla'dan, Selçuk'tan, İzmir'den çiçek, bitki taşıyıp dikmiş, sulamış, gübrelemiş, ilaçlamıştım. Yaz-kış demeden yıllarca.
Bahçenin dışına da Gökova'dan getirttiğim Günlük (Sığla) fidanlarını dikmiştim. Ziraat mühendisi arkadaşlarım ve ziraatçı dostlarım "Boşuna gayret" demişlerdi.
- Günlük ağacı suyu çok sever. O nedenle dere yatağında ve taban arazide yetişir. Senin burası kayalık. Sığla; rüzgarı, hele hele soğuğu hiç sevmez. Halbuki diktiğin yer denize, rüzgara, soğuğa açık. Mümkün değil, burada yetişmez!
Yılmamış, kışın gövdelerini sarmış, onları tam bir bakıma ve korumaya almıştım. Dördü de büyüyüp, 10-12 metreye ulaşmış, etrafa mis gibi mentol saçmaya başlamışlardı.

SIĞLA AYRICALIKTIR
Ama bazı hasta tipler, peşpeşe iki yıldır "Günlük"lerin yere doğru eğilen o güzelim dallarını keserek ağaçları kele çevirdiler, tam bir eşek traşı yaptılar. Yetmedi, ikisinin dibine bir takım kimyasallar dökerek kuruttular, sonra da dibinden kestiler.
Sanki ağaçlardan ve doğadan hınçlarını aldılar. Denizi görmelerine maniymiş Günlük'ler!
Bunları yapan elleri kırılasıcalar bilmiyorlardı ki, Günlük (Lyquidamber orientalis), doğanın, güzeller güzeli Anadolumuza bahşettiği bir ayrıcalıktır.
Dünyada yalnızca ülkemizde, Marmaris-Datça-Fethiye üçgeninde yetişir.
Bu ağaçtan elde edilen Sığla (yağı ya da reçinesi) yüzyıllardır çeşitli hastalıkların tedavilerinde tabii ilaç olarak kullanılır. Kozmetik sanayinin de baş tacıdır.
O ağaçlar benim değildi. Sitenin deseniz hiç değil, Kuşadası'nın, Kuşadalı'nındı.
Milas Kaymakamı M. Bahattin Atçı, köy ve beldelerdeki anıt ağaçların tescillenmesi amacıyla tespit edilerek kaymakamlığa bildirilmelerini istemiş.
Kuşadası'nda da "Bir Allah'ın kulu çıksa da, bu ağaç düşmanlarından hesap sorsa" diyorum. Haksız mıyım?

YENİ ASIR


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Biyoçeşitlilik Önemi ve Korunması


Bugün , bir kitap tanıtacağız.
Doğanın insanlarca tahribatı , küresel ısınma ve çevre felaketinin tüm unsurları ,dünya üzerinde canlı türlerinin ardarda tükenmesine , yok olmasına yol açmaktadır Oysa ki , biyoçeşitlilik , biyolojik zenginlik ,dünya üzerindeki doğal dengenin sürdürülebilmesi için olmazsa olmaz koşuldur.
Necmettin ÇEPEL tarafından yazılan ve TEMA Vakfınca yayınlanan Biyoçeşitlilik Önemi ve Korunması kitabı için , Kitap.Antolojide şunlar yazılmış:

Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı, adından da anlaşılacağı üzere, doğanın korunmasını sağlayabilme amacıyla çalışmalar yapmak üzere kurulmuştur. Bu görevi yerine getirebilmek için, şu temel ilkeyi rehber olarak kabul etmiş bulunmaktadır:
"Doğayı korumak için sevmek, sevmek için tanımak, tanımak içinde onu inceleyip araştırmak gerekir".
Başka bir anlatımla, doğal varlıkları korumanın ilk koşulu, doğanın yapı ve işlevlerini iyice tanımaktır.
Bu ise ancak, doğal varlıkların ve bunların canlılar dünyasındaki rollerinin iyice bilinmesiyle gerçekleşir. Çünkü doğadaki en küçük bir varlığın bile, hiç tahmin edilemeyecek kadar önemli rolleri vardır.

Johann Wolfgang von Göthe bu gerçeği şu şekilde ifade etmektedir:

"Pire ve tahtakuruları da bir bütüne aittir."

Bu bakımdan kamuoyunun bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi büyük bir önem taşımaktadır. elde mevcut bu yapıt, bu amaçla yazılmıştır.

Yukarıda yapılan açıklamalardan kolayca anlaşılacağı üzere, canlı organizmaları ve onların ekolojik işlevlerini yakından tanıma ve değerlendirme, onların korunmasıyla özdeşleşmiştir. Bu tür bilgilenme, "Biyolojik Çeşitlilik" veya "Biyoçeşitlilik"in tanınması ve ekolojik olarak değerlendirilmesi şeklinde de ifade edilebilir.
Bunun gerçekleştirilebilmesi için bu yapıtta özellikle şu konular üzerinde durulmuştur.

-Biyoçeşitlilik ile ilgili temel kavramların tanıtılması
-Biyoçeşitliliğin ekolojik olarak değerlendirilmesi
-Korunma ilkeleri
-Türkiye'nin biyoçeşitlilik bakımından durumu

Bu temel konularda yapılan açıklamalar, özellikle ülkemize ait türlerin resimlerle tanıtılması suretiyle somutlaştırılmış bulunmaktadır.


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Ardıç kuşu ağacını terkedince...


Bir Ankara öyküsüdür bu.... Belediyeden kaçan kaşıkçı ile Ankara'da işi olan birinin raslantısı sonrası gelişen sohbet... İşte haber:



Ankara' da işim uzamıştı. İstanbul' a dönüş için aldığım biletimi değiştirmem gerekiyordu.

Öğle arasında Sıhhiye' deki otobüs yazıhanesine gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabalıkta koşarak yazıhaneye ulaşmaya çabalarken çarpıştık o yaşlı adamla.

Sendeledi; elindeki büyük sepette bulunan tahta kaşık, maşalar yola saçıldı.

Sanırım o da belediye zabıtasından kaçıyordu.

Kısa süren şaşkınlıktan sonra adamın kalkmasına, yola saçılanları toplamaya yardımcı oldum. Heyecanlanmış, rengi solmuş, nefes nefese kalmıştı.

Sakinleşmesi için koluna girip yol kenarındaki banka oturmasını sağladım.

Savrulan kaşık ve maşaları toplayıp ben de yanına oturdum. Sepetten dağılanları yerine dizip bir yandan da " bırakmıyor şu belediye zabıtaları üç kuruş para kazanalım. Eve katkımız olsun " diyerek söyleniyordu. Tahta kaşıkları dizmesine yardım etmeye çabalarken " Dur hele, şimşir ve ardıç olanları diğerlerine karıştırma " diyerek engel oldu.


—Hepsi tahta kaşık işte, ne fark eder?


Olur mu beyim? Şimşir ve ardıç ile ıhlamur, gürgen bir olur mu?


—Bilmem. Görsem ağaçlarını bile tanımam herhalde. Ne fark var aralarında?


Eline aldığı kaşıklardan birinin sırtını parmaklarıyla okşayarak bana doğru uzattı:


-
Ardıç, şimşir sert ağaçtır. Kolay bırakmaz kendini, işleyesin. Zordur ardıçtan kaşık çıkarmak. Ama evlâdiyeliktir. Senelerce kullanırsın. Ihlamur gürgen ise yumuşaktır. Kolay işlersin ama çabuk yumuşar, dayanmaz.


Daha sonra Sivas' ın Hafik ilçesinde çiftçilik yaptığını, sağlık sorunları nedeniyle kızının yanına Ankara' ya yerleştiğini, evin geçimine katkısı olsun diye kaşık ve maşa yapıp işportada sattığını anlattı. Özellikle ardıç ağacının zor bulunduğundan yakındı. Elindeki maşayı eliyle okşayarak


"-Ardıç kuşu ağacını terk etti. Bir araya gelmeleri çok zor, artık " dedi.

Anlamamış gözlerle bakmış olacağım ki açıklama yapma ihtiyacı duydu:


-
Beyim, ardıç kuşunu bilmez çoğumuz. Bilenler de unuttu, gitti. Ardıç ağacı yabanidir. Öyle tohumundan üretemezsin, çeliklemeyle de olmaz. Ağacın üremesi meyvelerinin ardıç kuşu tarafından yenilip pisliği ile atılmasına bağlı. Ağacın tohumu ancak o zaman filizlenebilir hale gelir.


—Yani bu kuş olmazsa ardıç ağacı üreyemiyor, öyle mi?

Evet, aynen öyledir. Bunlar biri birine mahkûm sevdalılardı.


—Peki, sonra ne oldu, kuşlar mı azaldı?


Kuşlar azalmadı, hatta çoğaldılar bile. Ama şehirler büyüdükçe çöplükleri de büyüdü. Kuşlar ardıcın meyvelerini yemektense çöplükten beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler. Ardıç kuşu ağacını unuttu. Şimdi kentlerin kasabaların çöplüklerinde yaşıyorlar. Ardıç ağaçları ise kayboluyor gözümüzün önünden.


Elindeki kaşığı, diğerlerinin arasına yerleştirdi. Sepetine tekrar göz atıp çıkardığı maşayı bana doğru uzattı:

Bak bu ardıç. Çürümez, nemlenmez. Eskiden ölüleri gömdükten sonra mezarlara konulurdu. Çürümediği için mezar çökmezdi. Son yolculukta arkadaştı, insanlara. Şimdi kıymete bindi. Mezarlarda yumuşak ağaçları kullanıyorlar.


—Olsun, aynı işi gördükten sonra varsın dayanıksız olsun.


Şehirliler de hep senin gibi konuşuyor beyim. Herkes ardıç kuşu gibi zahmet çekmektense çöplükten kolay geçinmenin, kolay yaşamanın yolunu arıyor. Ardına bakmıyor. Çocuklarım ile kasabada yanımda kalmaktansa ardıç kuşu gibi şehirde daha kolay yaşandığını görüp uçup gittiler. Sorsan hallerinden çok memnunlar. Ama geride bıraktıklarını bilmiyor, görmüyorlar.


—Sonunda sen de gelmişsin işte şehre! Buradan medet umuyorsun.


Ama ben ardımda kalanların farkındayım. Şehirde emeğin hiç değeri yok. Her şey bol, kolay ve ucuz. Biraz paran olsun emek vermeden yaşayıp, geçip gitmek mümkün bu şehirde.

—Ne var bunda, şehirler hep böyle?


Sustu bir süre. Kafasını sağa sola sallayıp kendi kendine söylendi:


"
Sevgi yok beyim. Şehirde sevgi yok! İnsan emeğini sever. Ben bu kaşıkları tek tek elimde yapıyorum. Beğeninceye kadar uğraşıyorum. Kızımın evine katkım olsun diye satıyorum ve bu beni mutlu ediyor. Elimin emeğinin beğenilip bir yerlerde kullanıldığını bilmek hoşuma gidiyor. Şehir insanı ise emek vermediği için sevmesini de bilmiyor. Ardıç kuşu gibi yaşıyor, semiriyor, ürüyor ama geride kalan ardıç ağacının çektiği acıyı bilmiyor, görmüyor. Görse bile anlamıyor. "


Bir süre daha konuşmadan oturduk o bankta.

Ardıç ağacından yapılmış bir çift kaşık satın almak istedim. Sepetine göz atıp seçtiği kaşıkları gazete kâğıdına sarıp uzattı.

Söylediği fiyattan fazla para vermek istedim; ederinden fazlasını almadı.

Sepetin ipini omzuna atıp, kucakladı. Helâlleştik. Sıhhiyeye doğru ağır adımlarla yürüyerek şehrin kalabalığında gözden kayboldu.


(Bu öyküyü " Moral Haber'den aldım..)

............................................................................................


Doğada yerinden oynatılan her taş , yuvası bozulan her kuş , tarlalarımıza attığımız zehirli ilaçlar , ekolojik kirlenme , bitki ve hayvan türlerinin hızla yokoluşu , aslında bizim gelecekteki yaşam ortamımızı yok eden davranışlar değil mi ?

Keneler afet gibi sardı ortalığı ..Nedenleri konusunda rivayet muhtelif...Kimisi , geçen yıllarda kuş gribi kampanyaları ile panik yaratarak telef ettirilen tavuk ve benzerlerinin ortadan kalkmasıdır sebep dedi..Kimisi de tarlalalara atılan zehirli ilaçların kuş türü hayvanları öldürdüğü için kene populasyonunun patlama gösterdiğini söylüyor..

KKKA taşıyan kenelerin bir biyolojik silah denemesi olduğu da konuşuluyor..Dedik ya..Rivayet muhtelif...




İzmir Çatalkaya 'da ağaçlandırma çalışmaları yapılırken , dozerle yapılan toprak işlemesi sırasında , yılanların zarar görmesi nedeniyle ,ertesi yıl ağaçlandırma sahasında fare populasyonunda afet halinde bir artış meydana gelmişti..
Fareler kemirgen yaratıklardır bilirsiniz.. Ağaçlandırma sahasına dikilen fidanları kemirerek kurumalarına yol açmışlardı..Doğal düşmanları ortadan kalktığı için , zorunlu olarak zehirli ilaç kullanarak fare populasyonu azaltılabilmişti..
Yılanları kötü canlılar olarak algılamamışımdır hiç..Ama O yıldan bu yana daha da sempatik bulduğumu söylemeliyim.
Bitki ve hayvan hastalıklarına yol açan zararlıların son zamanlarda iyice artmasının nedeni ,bunların doğada bulunan doğal düşmanlarının yokolmasıdır.

"Arıları iyi izleyin " demiş Einstein..."Arıların kaybolması , dünyanın sonu demektir"

niye ,hiç düşündünüz mü?

Meyve ağaçlarımız, zeytin ,narenciye vs ağaçlarımız ve benzer bitkiler bol miktarda çiçek tutuyor ,ama çiçekler meyveye dönüşmüyor..

Çiftçi amca diyor ki "ne kadar çok çiçek vardı ...Hiç meyve tutmadı ağaçlar bu sene...."


Çoğu nedenini biliyor...Arıların kitlesel ölümlerinden kaynaklanıyor bu kısırlık....

Ne ilgisi mi var ?

İlgisi var tabii ki. Şöyle :

Bitkiler ayrı ayrı ağaçlarda ya da aynı ağaç üzerinde genellikle erkek ve dişi çiçekler oluşturur..

Meyvenin oluşması için ,erkek çiçekte üretilmiş çiçek tozlarının (polen ) , dişi çiçeğin pistil denilen üreme organına ulaştırılması gerekir...

Bunu genellikle uçucu canlılar , kuşlar çoğunlukla arılar , ve rüzgar sağlar...

Arıların ilaç ,ekolojik kirlilik ve diğer nedenlerle yitip gitmesi ,meyve ve tohum tutumunu ,gıda üretimini , ve özünde de bitkinin üremesini etkiler..

Bunun ne demek olduğunu anlatmaya gerek var mı ?

Öyküde bahsedilen ardıç kuşu ile ardıç ağacının ilişkisi ise çok ilginçtir.Kuşların badem ve bir çok ağaç tohumunun uygun yerlere ulaştırılıp çimlenmesindeki rolünü biliyoruz.Ardıç ağacının tohumu sert odunumsu bir kabuğa sahiptir.Toprağa düştüğünde , tohum bu sert kabuk nedeniyle çimlenemez.Ve bu tohumdan yeni bir bitki de meydana gelemez bu sebepten..

Ancak bu engelin giderilmesinde ardıç kuşunun hayati rolü vardır.Ardıç kuşu bu ağacın meyvesini severek yer.Taşlık ve sindirim sistemindeki öğütme işlemi sırasında ,ardıç kuşunun sindirim salgılarındaki maddeler , tohumun bu sert kabuğunu yumuşatır ve inceltir.. Dışkı ile kuşun vücudundan dışarı atılan tohum , toprağa ulaştığında artık ,çimlenmeye ve yeni bir ardıç ağacı meydana getirmeye hazırdır.

Toroslarda , doğada gördüğünüz o yüzlerce yıllık ardıç ağaçları işte bu şekilde dünyaya gelmişlerdir. Ardıç ağacının üremesi için arı kuşunun mutlaka devreye girmesi gerekir.Bunun başka bir yolu da yoktur.


Öte yandan , Toroslardaki sevgili ardıç ağacını terkederek kente akın eden , çöplükte kolay yaşamı seçen arı kuşu örneği , eminim ki günümüzün çarpık sosyal yapısına da çok etkileyici göndermeler yapıyor , ne dersiniz ?


........................................................................................

Tam üstte okuduğunuz yazıyı hazırlamıştım , gazetelere bir göz atmaktaydım ki Akşam gazetesindeki şu haber dikkatimi çekti...

Konuyu biraz daha detaylandıran bir haber :


ARILAR KAYBOLUNCA KIYAMET KOPAR MI ?




Son 3 yıldır kaybolan arılar, dünyanın bir numaralı gündem maddesi haline geldi. Şimdiye kadar dünyadaki balarılarının 4’te birinin ortadan yok olduğu tespit edildi.İlk başlarda küresel ısınma, kene ve tarım ilaçlarının üzerinde duran bilim adamları olayların gizemli bir virüs sonucunda yaşandığını ortaya koydu. ‘Kovan sönmesi sendromu’, “Dünyanın sonu yaklaştı mı?” sorusunu da beraberinde getiriyor.Çünkü, arılar 130 bin bitki türünün döllenmesini sağlıyor. Çiçekli bitkiler, döllenme sonucunda ürün veriyor.
Albert Einstein’ın “Arılar yok olduktan 4 yıl sonra da insanlık yok olacak” tezi de böylece gerçekleşecek. Şimdiden mahsullerde düşüş var. ABD’de salatalık üretimi yarı yarıya azaldı.Türkiye de tehlikede TÜRKİYE dünya balarısı nüfusunun yüzde 8’ine sahip. 2005’te Hatay’daki arılarda yüzde 52 oranında düşüş yaşandığı açıklanmıştı.Arı ölümleri devam ederse Türkiye’deki elma, vişne, fındık, kayısı ve ayçiceği gibi ürünlerin üretimi ciddi oranda düşecek.


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Biyoçeşitlilik Nedir?

Biyolojik çeşitlilik; canlıların genetik yapılarına bağlı olarak meydana getirdiği tür toplulukları arası ve türler içi farklılığın bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Farklı ekolojiler; milyonlarca yıllık evrim sürecinde farklı ırkları meydana getirmişlerdir...

Yine farklı ekolojilerde farklı canlılardan olusan farklılıklar bütünüde biyolojik çeşitlilik olarak adlandırılabilmektedir.

Biyoçeşitlilik Niçin Önemlidir?

İnsanlık evrim sürecinde,doğayı daima sosyo-ekonomik düzeyini yükseltmede birincil derecede bir kaynak olarak kullanmıştır. Kaynakların aşırı ve düzensiz olarak kullanımı sonucu ortaya çıkan sorunları ise başlangıçta gözardı etmiştir. Sorunlar önemini artırdığında ise gerekli önlemler alınmaya çalışılmıştır.

Bilindiği üzere doğada tüm işleyiş bir dişli sistemine uygun olarak calısır. Dişlilerden bir tanesindeki aksama bütünsel işleyişte hemen etkisini gösterir. Yağmur ormanlarının yokedilişi ,yağış düzeninde yani iklimsel dengenin bozulmasında, fabrika bacasından çıkan zararlı gazların ozon tabakasını inceltmesi , konuya en çarpıcı örneklerden ikisini oluşturur. Bilinçsiz şekilde buğday ekim alanlarında uygulanan zararlı mücadele ilaçları (DDT) kullanımı yılanların ölümüne , bunun sonucunda da farelerin aşırı artışı doğal dengelerin birbirleri ile ne ölçüde ilşkili olduğunu bize göstermektedir.

Yine bıldırcınların doğada süne ve kımıl gibi zararlılara karşı doğal bir koruma faktörü oldukları ilgili çevrelerce bilinmektedir. Bilinçsiz kullanılan bitki koruma ilaçları bıldırcınların yaşama alanlarını tahrip etmiş bunun doğal sonucu olarak da süne ve kımıl zararlılarının artışı buğday veriminde azalma ile kendini göstermiştir.

Biyolojik Çeşitliliği Nasıl Koruyabiliriz?

Biyolojik çeşitliliğin önemini kavrayan ülkeler çeşitli koruma yöntemleri geliştirmişlerdir. Konu üzerinde çok değişik resmi ve gönüllü kuruluşlar farklı açılardan sorunu çözmeye çalışmaktadırlar.

Nitekim konu üzerinde görüş birliğine varan 174 ülke 1992 yılında Rio'da dünya çapında ikinci büyük çevre toplantısını gerçekleştirmiştir.


Rio deklarasyonunda "Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinde" biyolojik kaynakların korunmasını öngören bir bölümde mevcuttur. Bu sözleşmeyi imzalayan ülkelere birtakım sorumluluklar düşmekte ve bunu gereklei yerine getirilmek zorundadır.

Buna karşın A.B.D. , biyolojik çeşitliliğin korunması sözleşmesine imza atmamıştır. Bu sözleşme üçüncü dünya ülkelerinin, geliştirilen yeni tohumluklar ve ilaçlar üzerinde hak iddialarını desteklemektedir.

Zaman içerisinde konunun ekonomik boyutu giderek genişlemektedir. Biyolojik çeşitliliğin korunmasında her ülke ekonomik koşulları dahilinde uluslararası kurum ve kuruluşlarla da işbirliği yaparak üstüne düşen görevleri yerine getirme durumundadır.

Konuya bilimsel açıdan yaklaşacak olursak gen kaynaklarını korumada başlıca üç yöntemin olduğu görülür. Bunlar sırasıyla şunlardır;

- Bütün Canlı Varlığın Korunması: Doğada geniş bir yayılma gösteren bitki ve hayvanlardan meydana gelen canlı varlığın bir bütün halinde korunmasıdır. Bu yöntemde kayıp hızı minimumdur. Bununla beraber insanlığın nüfus artış hızı ve sosyal gereksinimleri bu yöntemi zor uygulanabilir bir hale getirmektedir. Örneğin GAP bölgesindeki bitki ve hayvan çeşitliliğinin bu tür bir uygulama ile korunması mümkündür.


-In Situ Koruma: Bitkileri kendi doğal yetiştirme alanlarında (ormanlarda ve meralarda) korumayı esas alan bir yöntemdir. Korunması istenen genetik materyalin bulunduğu alan insan veya evcil hayvanlar tarafından hiçbir şekilde kullanılmadan koruma altına alınır. yaygın uygulama şekli Milli Parklar şeklindedir.


- Ex Situ Koruma: Korunması düşünülen belli bir bölgenin veya ülkenin genetik çeşitliliğini , özel bir çeşidi veya ırkı olabildiğince çok çeşitli materyaller toplayarak özel saklama koşullarında muhafaza etmek esastır. Bu yöntemin zorluğu teknik ve ekonomik açıdan gelişmiş bir seviye gerektirmesidir.

Biyolojik çeşitlilik niçin önemlidir? sorusunun ilk yanıtı yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere ekolojinin işleyişinin devamlılığı için önemli olacaktır.

Doğal olarak bunun dışında da birçok konuda yaşamsal ve ekonomik potansiyel olarak çok büyük öneme sahiptir. Biyolojik çeşitlilik tıp ve eczacılık tarihinde bitkilerden yapılan yapılan ilaçların ve özütlerin tarihi , insanlığın tarihi kadar eskidir.

Antibiyotiklerin babası sayılan penisilin, sıtmaya karşı kullanılan kinin, kansere etkili olan vinkristin ve vinblastin adlı ilaçların etkicil maddeleri doğadaki bitkilerden elde edilmişlerdir.

Daha sonraları bu maddeler sentetik yollarla labaratuvarlarda üretilerek insanlığın kullanımına sunulmuşlardır. Farmakologlar birkaç yıl öncesinde dahi reserpin ve reserpinbenzeri alkaloidlerinden elde edilen ürünlerin ilaç sanayindeki değerinin yüz milyonlarca dolar olarak ifade etmekteydiler.
Bitki türü olarak 250.000 değişik türün varlığı bilinmekle beraber henüz bunların sadece 5000 tanesinin ilaç sektöründe kullanıldığı bilinmektedir













(Kaynak: Daskiran, 2002)


Biyolojik çeşitliliğin önemi sadece bununla da kalmamaktadır. Özellikle tarım sektöründe yapılan her çalışma çeşitliliğe dayalıdır. Artan Dünya nüfusunu doyurmak gibi bir sorunu zorunda olduğumuz bilinmektedir.
Bu sorunu ise ancak birim alandan elde edilen verimin artırılması ile çözmemiz mümkündür. Artık bir dönüm topraktan on kilogram ürün elde etmenin sorunlar çözüm getirmesi olası değildir. Buna birde giderek azalan tarım topraklarının miktarı ve toprak kalitesindeki düşüşler eklendiğinde günümüz tarımcılarının biyolojik çeşitliliğe dayalı biyoteknolojik çalışmaları yapmaları kaçınılmaz olmaktadır.

Tüm bu olumsuzluklara insanoğlunun dengeli beslenme isteği de eklenirse sorun iyice karışık bir hal alacaktır.

Tüm bu gereksinmelere cevap olacak çalışmalar besin maddeleri üretiminde birim alandan maksimum verim almak için daha yüksek genetik kapasitede tür ve ırkların geliştirilmesi olacaktır.
Genetikte temel prensiplerden biri, canlının veriminin genetik potansiyeli ile sınırlı olduğudur. Canlıya uygun ortam sağlandığında göstereceği en üst verim seviyesi genetik kapasitenin izin verdiği düzeyde olacaktır.
İşte bu düzey yakalandıktan sonra yine de yeterli görülmüyorsa daha yüksek verimli varyetelerden üstün verimli genleri transfer etme gereği vardır. Bunun içinde temel kural transfer edilecek genlere sahip bireylerin varolmasıdır. Böyle bir durum ise ancak çaşitliliğin oldukça geniş bir variyasyon gösterdiği canlı populasyonlarında sözkonusudur.

İstediğimiz özelliğin yeni geliştirilen bir varyetede bulunmasını istediğimiz durumlarda da çözüm yine istenen özelliğin transferi ile mümkündür.
Tüm bu gereksinmelerin karşılanabilmesi ise, ancak farklı genetik yapıya sahip bireylerin bulunduğu, biyolojik çaşitliliğin var olduğu populasyonların varlığı ile mümkündür.
Yine A.B.D. Tarım Bakanlığı'nın raporunda Türkiye'den gelen buğday genlerinin A.B.D. buğday üretimine katkısının yılda 50 milyon doları bulduğu belirtilmektedir.
Benzer örnek 1970'de A.B.D.'de mısır ekiminde de yaşanmıştır. Bir çeşit pas hastalığı mısır tarlalarındaki ürünün %15'ni yok ederek yaklaşık ülke ekonomisine 2 milyar dolarlık bir zarar vermiştir. Bunun çözümüde uzmanlar tarafından Meksika'da bulunan yerel bir mısır çeşidinden gen transferi yapılarak bulunmuştur.

Öyleyse biyolojik çeşitlilik insanlık için yaşamsal öneminin yanısıra ekonomik, ekolojik ve estetik açıdan oldukça büyük önem arzetmektedir diyebiliriz. Konunun önemini kavrayan ülkeler gerekli önlemleri almış olup bu önlemleri daha da artırma veya etkinleştirme yollarını araştırmaktadırlar.

Türkiye'nin Biyolojik Çeşitlilik Açısından Durumu

Türkiye'nin biyolojik çeşitlilik açısından sahip olduğu zenginlik gerek bitki gerek hayvan tür ve ırkları açısından diğer ülkelerle kıyaslanmayacak kadar fazladır.

Bilindiği üzere Anadolu'nun en eski uygarlıklara ev sahipliği yapması, doğal kaynaklar açısından (madenler, su kaynakları, turizm vb.) zenginliğinin yanısıra biyolojik çeşitlilik açısından da zengin bir alan olmasına olanak sağlamaktadır.

Davis adlı araştırıcı, Türkiye Florası adlı eserinde 902 bitki türünden %20'sinin endemik olduğunu (bölgeye özgü) , bu oranının varyeteler düzeyinde %24 'e çıktığını belirtmektedir. Ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin endemik bitkilerce zengin olduğu ve Türkiye'nin 3000 den fazla endemik türe sahip olduğunu bildirmiştir.

Anadolu'da bulunan 9000 türden 3000 'nin endemik olmasına karşılık tüm Britanya'da 2000 çeşit bitkinin varlığı dikkate alınırsa ülkemizin bu konudaki zenginliği açıkça görülecektir.

Bunlara ek olarak tüm Avrupa'da 500 kadar kuş türü ve 125 sürüngen türü mevcuttur. Türkiye'de ise 413 kuş türü ve 93 sürüngen türü mevcuttur.

Ülkemizin böyle bir zenginliğe sahip olmasının sağlayacağı avantajları yeterince kullanamaması ise başlı başına bir sorundur.

Bir başka araştırmada ülkemize özgü elma çeşidi sayısı 100'ü, armut çeşidi sayısı ise 600'ü geçmektedir.

Yine tarla bitkilerinin birçoğuda ülkemize özgü olma niteliği taşımaktadırlar.

Bitkisel gen kaynakları yanısıra tüm dünya'da tanınan Ankara Keçisi, Ankara Kedisi, Ankara Tavşanı ve Kangal Köpeği günümüzün en popüler canlıları arasında yer almaktadırlar.

Ankara keçisinin 1960 yıllarda 6 milyon baş olan sayısı 400 bin baş seviyesine gerilemiştir.
Tüm dünyada tekstil sanayinde birinci sırada tiftik üreticisi olan Türkiye bu sektörde etkisini yitirmiş ve Güney Afrika ve A.B.D. nin ardından haketmediği bir duruma düşmüştür.

Bu arada ülkemizin ihtiyacı olan tiftik elyafı ithal edilmeye başlanmış, üretici bu yetiştirme kolundan vazgeçmiştir.

Benzer durum biraz daha iyi bir biçimde Kangal Çoban Köpeği için söz konusudur. Kangal köpeğine ait mevcut durum ve öneriler ilgili başlık altnda detaylı bir biçimde anlatılmıştır.

Ankaradan adını alan Ankara Tavşanı ise artık yok olmuştur. Buna karşılık Fransa'da yetştirilmesi ve ıslah çalışmaları devam etmektdir. Türkiye'de ise bazı araştırma kurumlarının yetiştirme faaliyetleri için başlangıç materyalleri ancak ithalatla karşılanmaktadır.

Ülkemizin sıkıntılı bir süreçten geçtiği şu günlerde sahip olduğu varlıkları korumak korurken bu kaynakları nasıl ülke ekonomisine kaznadırılacağı yolunda çalışmalarda bulunmak ülkemize hizmet etmenin en önemli yollarından birini oluşturmaktadır.

http://irfandaskiran.8m.com/custom_2.html


BENZER KONULAR :


BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK- (Prof Dr.Kani IŞIK )

BİYOÇEŞİTLİLİK ,ÖNEMİ VE KORUNMASI


Devamı İçin Tıklayınız...>>

BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK ------ Prof. Dr. Kani IŞIK

Profesör Kani IŞIK'ın BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK konu çalışmasını TEMA Kütüphanesinden sunuyoruz:
...... ...... . . . ... . ..... .. . .. .......
1. GİRİŞ--Önce yerimizi bilelim. Biz neredeyiz?
Geliniz; oturduğumuz yerde küçük bir hayal kurup, büyük bir gerçeği görelim. Bir an için kendimizi bir astronot yerine koyalım. Az sonra bir uzay aracıyla, yer ötesine bir seyahata çıkacağız. Aracımızın uyarı ışıkları “mükemmel” işaretleri veriyor. Sistemin her parçası görevini yapıyor. Sistem sağlam. Üç, iki, bir... Uzaya fırlatılıyoruz. Yerküresinden hızla ayrılıyoruz. Uzaklaştıkça, önce doğduğumuz kentin, sonra da yaşadığımız ülkenin yerini seçmeye çalışıyoruz. Uzaklaştıkça, onlar küçülüyor ve gözden kayboluyor.
Kıtaları zor ayırdediyorsunuz. Sonra, bakış açınız genişliyor. Uzayın
derinliklerinde Güneş Sistemi’ndeki gezegenleri görüyorsunuz. İşte Mars. Venüs taa orada.

ay yolculuğuna çıkmadan önce olduğu gibi sadece köyümüzün, kentimizin, ülkemizin
bulunduğu yer olarak bakmıyoruz. Oraya, tüm insanların ve tüm canlıların yaşadığı doğa ana
olarak bakıyoruz. Yaklaştıkça onu daha çok seviyoruz. Tüm canlılar, tüm biyolojik çeşitlilik,
bu küreyi dıştan çevreleyen ve biyosfer adı verilen çok ince bir tabakanın içine sıkışmış
durumda



Canlıların yaşam alanı.
Canlıların büyük bölümü, yeryüzünü dıştan saran ve
biyosfer adı verilen tabakanın sadece 127 m. kalınlığında olan bir bölümde
yaşayabiliyorlar.
Çevrenizi dikkatle inceleyince göreceksiniz: topraktaki canlıların büyük bir bölümü,
toprak yüzeyinde ve toprak yüzeyinden itibaren yaklaşık 40 cm. kadar olan bir derinlik
tabakasında yaşarlar. Toprağın daha derinlerine indikçe, oralarda yaşayan canlı sayısı gittikçe
azalır. Yapılan araştırmalar, toprak yüzeyinden itibaren en fazla yaklaşık 10 metre derinliğe
kadar canlı bulunabildiğini göstermiştir. Deniz ve göllerde de canlıların büyük bir bölümü,
derinlerde değil, su yüzeyine yakın, yine 10 metre kalınlığındaki bir tabaka içinde
yaşamaktadır.
Aynı şekilde, canlıların büyük bir bölümü de toprak yüzeyinde ve toprak yüzeyinden
itibaren yaklaşık 117 metre yüksekliğe kadar yaşarlar (En uzun boylu ağaç, U.S.A’da
Kaliforniya eyaletinde yetişen sahil sekoyası türüne ait bir bireydir ve boyu 117 metredir.).
Bundan daha yükseklerde geçici olarak yaşayan kuş, bakteri, virüs vb. canlı ve canlı
dokularına rastlanabilir. Ancak onların sayısı hem çok azdır; hem de onlar geçici olarak ve
bazı hava akımları etkisiyle oralarda bulunurlar.
Yukarıdaki iki paragrafta belirtilen bilgileri özetlersek, yeryüzündeki canlıların büyük
bir bölümü toprak yüzeyinden 10 metre derinlik ile yine toprak yüzeyinden 117 metre
yükseklik arasında kalan 127 metre kalınlığındaki bir tabaka içinde yaşamaktadır. Yerküresini
çepeçevre kuşatan bu tabakaya biyosfer adı verilir.
Yüz metre çapı olan kocaman bir karpuz düşününüz. Bu karpuzun en dışında 1mm
kalınlığında ince bir yeşil tabaka vardır. Ufak bir tırnak darbesiyle bu tabakayı kaldırırsanız,
hemen altından beyaz bir tabaka çıkar. Daha içerlere giderseniz kıpkırmızı bir tabaka ile

karşılaşırsınız. İşte yerküresi de, 100 metre çapında kocaman bir karpuz misali, yalnızca en
dışındaki 1 mm kalınlığındaki bir tabakada canlı barındırabilmektedir. Yani, yerküresi çapının
yalnızca yüz binde biri kadar bir kalınlıkta yaşam vardır (Yani, 127 m/12700 km=1/100.000).
Başka bir deyişle, bizim koca dünya dediğimiz ve uçsuz bucaksız sandığımız yerküresinin
kalınlığının sadece yüz binde biri kadar bir kalınlık, canlıların yaşayabilmesi için uygun. Geri
kalan kısım, canlıların işine yaramıyor. Biraz derinlere gidince anaç kayalara, daha da
derinlere gidince kıpkırmızı, fokur fokur yanıp kaynayan mağma tabakasına rastlıyorsunuz.
Biyosfer tabakasında, değişik habitatlar var; milyonlarca çeşit canlı türü var. Üstelik,
bu ince film yüzeyinin %70’i sularla, bir bölümü çöllerle, diğer bir bölümü de buzullarla
kaplı. Geri kalan küçücük mekanı, milyonlarca çeşit canlı, birbirine bağımlı olarak birlikte
paylaşmakta. Onlardan biri de biziz: İnsan türü. Diğer canlılar arasına sadece yüz bin yıl
kadar önce geldik. Onların çoğu, bizden çok daha önceleri oradaydılar... Hepsi farklı farklı,
hepsi çeşit, çeşit.


Neden Çeşitlilik?

Toplumların hem kültürel hem de ekonomik gelişim süreci içinde, çeşitlilik, insan
yaşamında önemli bir yere sahip olmuştur. Avcılık ve toplayıcılıkla geçinen ilkel toplumlarda,
kabilenin avcı üyeleri, günlerce süren avcılık seferlerine çıkarlardı. Her avcılık seferinden
sonra, önceden avlamayı düşündükleri belirli av hayvanları ile değil, avlayabildikleri çeşitli av
hayvanları ile geri gelirlerdi. Toplayıcı üyeler, istedikleri yabani sebze ve meyvelerle değil,
ormanda, vadide, dere kenarlarında bulabildikleri yabani meyve, yumru, soğan, filiz ve
yapraklarla geri dönerlerdi. İlkel bir toplum bile olsalar çeşitlilik, onların yaşamlarının önemli
bir parçası olmuştur.
Hayvancılıkla geçinen göçebe toplumlarında, toplum üyeleri, tek bir hayvan türüne
bağlı kalmamışlardır. Geçimlerini sağlamak için değişik evcil hayvanları, değişik sayı ve
oranlarda yetiştirmişler; değişik zamanlarda, onlardan değişik ürünler almışlardır. Göçebe
toplumları, bütün yıl boyunca tek bir ekosisteme bağlı kalmamışlar; yılın değişik
mevsimlerine bağlı olarak, değişik doğal ortamlara göç etmişler, bir yerden başka bir yere
taşınmışlardır. Göçebe toplumlarının yaşamlarında çeşitlilik önemli bir yer tutmuştur.
Yerleşik düzene geçen ve çiftçilikle geçinen toplumlar, yaptıkları tarımsal
uygulamalarda tek bir tarım ürününe bağımlı kalmamışlardır. Ortalama bir çiftçi, tarlasında
tek bir bitki türünü değil, küçük ölçekte de olsa, değişik türleri yan yana, bir arada
yetiştirmiştir. Onlardan biri ürün vermezse, ötekinden ürün alma şansına sahip olmuştur.
Modern büyük çiftlikler, yalnızca tek bir ürünü değil, işletmesinin bütünlüğü içinde değişik
ürünleri yetiştirmeyi tercih etmektedir. Çiftçi ürün veren çeşit çeşit canlıyı, yan yana veya bir
arada yetiştirmekle, garantiyi çeşitlilikte bulmaktadır.
Sermaye piyasasında bir yatırımcı, sermayesini tek bir işletme şekline ya da tek bir fona
yatırmamaktadır. Sermayedar, parasının hepsini tehlikeye atmamak için bir kısmını farklı
dövizlere, bir kısmını da değişik fonlara yatırmaktadır. Borsada, tek bir hisse senedini almayı
değil, farklı hisse senetlerinden değişik oranlarda pay almayı daha emniyetli bulmaktadır.
Sermaye sahibi, parası için güveni, yatırımlarını çeşit çeşit alanlara yaparak, çeşitlilikte
bulmaktadır.
Tek bir bireyi ele alırsak, çeşitli yetenekleri olan, bu yeteneklerini değişik etkinlikler
içinde değerlendiren, farklı dilleri konuşup, farklı kültürleri anlayabilen bir insan, buna benzer
çeşitli özellikleri taşımayan başka bir insana göre, genelde daha başarılı ve daha uyumlu
olmaktadır. Çeşitlilik kişiye güç, güven ve seçenekler sunmaktadır.
Özet olarak belirtilirse, ister kültürel, ister ekonomik, isterse ekolojik boyutuyla olsun,
çeşitlilik bir sisteme direnç ve istikrar sağlayan, tat ve çeşni katan, ona renk ve güzellik veren,
sisteme güç ve canlılık kazandıran dinamik bir özelliktir. Biyolojik çeşitlilik ya da kısaca
biyoçeşitlilik de, çevremizdeki ekolojik sistemlere ve çevre sağlığına, aynı olumlu değerleri
kazandırmaktadır.

2. BİYOÇEŞİTLİLİK NEDİR?

Biyoçeşitlilik, bir bölgedeki genlerin, türlerin, ekosistemlerin ve ekolojik olayların
oluşturduğu bir bütündür. Başka bir deyişle biyoçeşitlilik, bir bölgedeki genlerin, bu genleri
taşıyan türlerin, bu türleri barındıran ekosistemlerin ve bunları birbirine bağlayan olayların
(süreçlerin) tamamını kapsar. Bu durumda bir ekosistemdeki biyoçeşitlilik, dört ana bölümden
oluşmaktadır:
1) Genetik çeşitlilik,
2) Tür çeşitliliği,
3) Ekosistem çeşitliliği,
4) Ekolojik olaylar (prosesler) çeşitliliği.
Birçok kişi, biyolojik çeşitlilik deyince yalnızca tür çeşitliliğini anlamaktadır. Oysa
biyoçeşitliliğin boyutları içinde, türleri içinde barındıran ekosistem çeşitliliği ile, türlerin
içinde yer alan genetik çeşitlilik de vardır. Ayrıca, bunların kendileri ve birbirleri arasındaki
sonsuz çeşitteki ekolojik olaylar dizisi, biyoçeşitliliğin gözle görünmeyen, fakat sistem
açısından çok önemli olan “işlevsel boyutunu” meydana getirmektedir.
Sadece tür çeşitliliğini dikkate alan ve bu yüzden sınırlı bir kapsama indirgenmiş olan
biyoçeşitlilik kavramı, canlı kaynakların sürdürülebilirlik ilkesi açısından eksik bir kavram
olur. Örneğin bir botanik bahçesini ya da bir hayvanat bahçesini insan eliyle yapılmış ve her
biri kendi içinde binlerce türü barındırabilen birer yapay ekosistem olarak düşünebiliriz. Eğer,
bir ekosistemde yaşayan canlıların kendi aralarında ve ayrıca canlılar ile cansızlar
arasında, durmadan süregelen çeşitli doğal etkileşimler yoksa, oradaki canlıların nesli,
bir kaç kuşak içinde yok olmaya mahkumdur. Nitekim, botanik ya da hayvanat
bahçelerindeki birlerce tür, tek bir türe, yani onlara bakan insan türüne bağımlıdır. Bu türler,
insan türünün bakımına bağlı olarak orada, ancak bireysel yaşamlarını sürdürebilmektedir.
Ayrıca, eğer bir tür içinde genetik çeşitlilik yoksa, o tür bir kaç nesil içinde yok
olacaktır. Bir tür içindeki genlerin çeşitliliği, özellikle omurgalı hayvanlarda ve çiçekli
bitkilerde o türün neslinin sürdürülebilmesi açısından, biyolojik çeşitliliğin kaçınılmaz bir
parçası olmaktadır.

Sistem Nedir?

Biyoçeşitliliğin parçalarından biri olan ekosistem çeşitliliğine geçmeden önce, sistem
kavramını kısaca görelim. Aslında bu kavram, bize hiç de yabancı değildir. İlkokul


çağlarından beri, sindirim sistemi, dolaşım sistemi, boşaltım sistemi gibi, vücudumuzda yer
alan değişik sistemler hakkında, değişik boyutlarda bilgi ediniriz. Günlük yaşamımızda
“Sistem çalışmıyor!”, “Sistem durdu!”, “Sistemin parçaları aşınmış!” gibi deyimleri sık sık
kullanırız. Bir makinenin, bir fabrikanın, ya da toplumdaki düzenin iyi işleyip işlemediği
hakkında, değerlendirmeler yaparken “Sistem iyi!” ya da “Sistem bozuk” gibi sözcükler
kullanırız. Öyleyse, nedir bu sistem denilen şey?
Sistem, birbirine bağımlı değişik parçalardan oluşan, parçaları arasında bir eşgüdüm ve
işbirliği bulunan, bu işbirliğinde her parçanın belirli bir işlevi olan ve belirli bir görevi yerine
getiren bir bütündür.
Bir sistemin parçaları arasında, uzun süreli etkileşimlere, deneyimlere ve evrimleşmeye
dayalı, vazgeçilmez bir düzen ve uyum vardır. Sistemin işlemesi için, sistemdeki parçaların
katkı dereceleri farklı olabilir. Fakat uzun süreli evrimleşmeye bağlı olarak, her parçanın,
sistemin etkin ve düzgün çalışabilmesi için belirli bir görevi ve işlevi bulunur.
Sistemin parçaları, kendilerine düşen görevleri her zaman aynı anda değil de, farklı
zamanlarda ve farklı koşullarda yerine getirebilirler. Örneğin, arabanızın krikosu, sadece
arabanızın lastiği patladığı zaman kullanılır. Ama, hedefinize doğru yüzlerce km. yol alırken,
sistem içinde onun hiç bir görevi olmadığını düşünebilirsiniz. İnsan vücudundaki bağışıklık
sistemi, hastalık yapabilen mikroplar saldırdığı zaman devreye girer; daha önce hiç bir işlev
yapmazken, o özel durumda, belki de hayatınızı kurtaran bir işlevi yerine getirirler. Tarım
ekosistemindeki yılanların, tarla ve çalılıklarda ne derece önemli bir görev yaptıklarını, tarla
farelerinin istilası oluncaya kadar göremezsiniz.
Sistemin parçalarından herhangi biri bozulursa, ya da sistem dışına çıkarılırsa, sistem
verimli çalışamaz. Çok geçmeden sistem bozulur ve durur. Sistemin bütünü durunca, geri
kalan sağlam parçalar kendi başlarına sistemi çalıştıramazlar. Sistem, yok olmaya
mahkumdur. Örneğin, sindirim sisteminizde pankreasın salgıladığı insülin hormonu
ayarlanamazsa, önce şeker hastalığına yakalanırsınız. Onun sonucunda, diğer organlarınız ne
kadar sağlam olursa olsun, vücut değişik işlevsel bozukluklar sergiler. Arabanızın buji
başlığını yerinden çıkarıp başka bir yere takarsanız, sistem çalışmaz.
Bu temel kurallar, her düzeydeki sistem için geçerlidir. Ayrıca bu kurallar, bir sistemin
içindeki her alt sistem ya da her parça için de geçerlidir. Bozulan ekosistemlerin bir parçası
olan insan türü, bu temel kurallardan muaf değildir.

3. BİYOÇEŞİTLİLİĞİN BİLEŞENLERİ

3.1. Ekosistem Çeşitliliği

Ekosistem, kısaca doğa parçası demektir. Parçanın sınırları amaca göre değişebilir.
Örneğin, yerküresi gezegeninin bütünü bir ekosistem olarak ele alınabildiği gibi, onun bir
kıtası, bir kıtadaki bir bölge, bir bölgedeki akarsu havzası, bir denizin herhangi bir kesiti, bir
kent, bir köy, bir çiftlik, bir havuz, hatta bir evin içindeki küçük bir akvaryum da birer
ekosistem olarak ele alınabilir. Bunların bir bölümü oldukça doğal, bir bölümü de insan
etmeni tarafından değişik derecelerde değiştirilmiş yapay ekosistemlerdir (Şekil 2).

Şekil 2. Ekosistem çeşitleri.




Ekosistemler, ister tüm yerküresi kadar büyük, isterse bir akvaryum kadar küçük
olsun, adı üstünde, bir sistemdir. Her ekosistem, yukarda açıklandığı gibi bir sistem özelliği
gösterir. Her sistemde olduğu gibi, ekosistemin de belirli parçaları vardır. Bu parçaların bir
bölümü canlı, diğer bir bölümü de cansız varlıklardır



Canlıların da bir bölümü üretici, bir bölümü tüketicidir. Mantarlar hariç, bitki türleri
genel olarak üreticidir. Hayvan türleri ekosistemin tüketici parçalarıdır. Mikroorganizmalar
ise, ekosistemde boylarından büyük işler yaparlar. Onlar, ayrıştırıcıdır. Bitki ve hayvan atık
ve artıklarını ayrıştırarak, ekosisteme geri kazandırırlar. Atık ve artık maddeleri, ekosistemde,
üreticiler tarafından tekrar kullanılabilecek hale getirirler. Ayrıştırıcılar olmasaydı, bir
hesaba göre tüm yeryüzü 100 m kalınlığında bir çöp tabakasıyla kaplı olurdu.

Şekil 3. Ekosistemin unsurları.

3.1.1. Ekosistem Çeşitliliği Nasıl Ortaya Çıkar?

Ekosistem çeşitliliği biyoçeşitliliğin birinci öğesidir. Ekosistem çeşitliliği, ilgili
ekosistemi oluşturan çeşitli parçaların, yer ve zaman içinde gösterdikleri değişimlere bağlı
olarak, onların bir fonksiyonu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, yeryüzü üzerinde

değişik ekosistem tipleri vardır





Yine bu etkenlere bağlı olarak, bir ekosistem içinde
farklı habitat çeşitliliği görülür. Örneğin, yükseltinin düşük ve iklimin yağışlı olduğu
bölgelerde deniz, göl veya akarsu gibi sulak ekosistemler hakimdir. Uygun iklim ve uygun

Doğal Ekosistem Yapay Ekosistem


toprak koşullarının egemen olduğu ortamlarda orman ekosistemlerini görürsünüz.
Ormanlarla kaplı olan sağlıklı bir ekosistem, bitki örtüsü tahrip edildiği taktirde oradaki
toprakların erozyon yoluyla kaybolması ile, zaman içinde önce bozkır, sonra da çöl
ekosistemi haline dönüşebilir. Yağışın, suyun ve üretici konumundaki bitki örtüsünün yeterli
ölçüde bulunmadığı ortamlarda çöl ekosistemi egemen olur.
Yeryüzü ekosistemleri içinde en çeşitli, en dengeli, en düzenli, en istikrarlı ve en
sağlıklı ekosistemler orman ekosistemleridir. Orman ekosistemleri kendi kendine yeterli ve
bağımsız ekosistemlerdir. Orada yaşayan üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar arasında bir
denge vardır. Kent ekosistemleri ise, tek bir türün, yani insan türünün, çevresindeki doğal ve
yarı doğal haldeki başka ekosistemlere bağımlı olarak yaşayabileceği şekilde
düzenlenmişlerdir. Bu açıdan bakınca kentler, yeryüzü üzerindeki en istikrarsız
ekosistemlerdir. Nitekim, kent ekosistemine olan girdi ve çıktıların yolu kapatılırsa, ya da
kentler savaşlarda olduğu gibi kuşatılırsa, tamamen dışarıdaki başka ekosistemlere bağımlı
olan bu ekosistemler, kısa zamanda çökecek ve düşecektir.

Şekil 4.Ekosistemi oluşturan parçaların etkinliğine bağlı olarak ortaya çıkan çeşitli
ekosistem tiplerine örnekler.

3.1.2. Ekosistemin Görevi Nedir?

Her sistem belirli bir görevi yerine getirir demiştik. Bir TV aletinin görevi, görüntüleri
yansıtmak; bir arabanın görevi insanları belirli uzaklıklara taşımak; bir solunum sisteminin
görevi vücuttaki hava alış-verişini sağlamak olduğuna göre, acaba bir ekosistemin görevi
nedir? Ekosistemin ana görevi, o sistemde doğal olarak yaşayan canlı türlerinin nesillerinin
sürdürülmesidir. Belirli bir ekosistemin içinde, o sistemin özelliklerine bağlı olarak, belirli
canlı türleri yaşar. Bu nedenle, Sibirya’da başka, Arabistan’da başka türler bulunur. Tuz
gölünde başka, Beyşehir gölünde başka canlı türleri vardır. Bir ekosistemin görevi, kendi
içindeki çeşitliliği devam ettirmek ve oradaki türlerin nesillerinin sürdürülmesini sağlamaktır.
Ancak, son 50 yılda insan nüfusunun büyük bir hızla artması ve teknolojinin hızla gelişmesi,
bir çok ekosistemin doğal yapısının hızla değişmesine yol açmıştır. Ekosistemin doğal canlı
ve cansız ögelerinin değişmesi ve bozulması (toprak erozyonu, bitki örtüsünün kaldırılması,
su kaynaklarının azalması, yok edilmesi vb.) ekosistemin görevini yerine getiremez hale
gelmesine yol açmıştır. Ekosistemin doğal dengesinin bozulması söz konusu ekosistemlerde
pek çok canlı türünün yok olmasına neden olmuş ve olmaktadır. Bir hesaba göre, yeryüzü
ekosisteminde günde 150 türün nesli tükenmektedir. Nesli tükenebilecek türler arasında ne
yazık ki insan türü de bulunmaktadır. İnsan türü zekasını, aletlerini ve teknolojisini olumlu
yönlerde kullanırsa, kendi neslinin tükenme süresini geciktirmede katkı sağlayabilir.

3.1. 3. Ekolojik Denge Nedir?

Ekosistemin parçaları (ister bir bitki türü, ister iklim, isterse toprak olsun) on binlerce ve
hatta milyonlarca yıllık bir zaman süreci içinde evrimleşerek ortaya çıkmışlardır. Uzun
zaman içindeki bu evrimleşmeye bağlı olarak canlı ve cansız parçalar arasında dengeli bir
düzen ve çok ince ayarlanmış bir uyum vardır. Her bir parça birbirleriyle, değişik derecelerde
ilişkilidir. Ekosistemin sağlıklı işlemesi için, sistem içinde her bir parçanın ayrı bir işlevi ve
görevi vardır. Parçalar bu görevlerini farklı zamanlarda ve farklı koşullarda yerine
getirebilirler. Ekosistemin parçalarından herhangi biri bozulursa veya o parça sistemden
çıkarılırsa, ekosistem verimli çalışamaz zamanla bozulur ve önceki görevini yapamaz hale
gelir.


Nijerya’daki bir bölgede, mısır tarlalarına zarar veriyor
diye gergedanları, sürek avı ile ortadan kaldırdılar. Bunun sonucunda birkaç yıl arka arkaya
tarlalarda bol mısır oldu. Ancak akarsu ve göllerde balık nesli birden bire tükendi. Neden?
Nijerya’da bir bölgede, ekosistemdeki gergedanların avlanarak sistemden çıkarılması
bölge halkına çok pahalıya mal oldu. Sonra, gergedanları tekrar geriye getirmek için
çok çaba harcadılar.

3.2. Tür Çeşitliliği

“Tür çeşitliliği”, biyoçeşitliliğin ikinci öğesidir . Türler, on bin, yüz bin hatta
milyonlarca yıllık bir evrimsel geçmişe bağlı olarak ortaya çıkarlar. Her türün kendi grubuna
ait genleri vardır. Türün bireyleri, bu genlerin kontrolü altında, belirli ortak dış özellikler, iç
özellikler ve davranış özellikleri sergilerler. Her tür, birçok iç ve dış özellikleriyle ve bazı
davranışlarıyla diğer türlerden ayrılır.
Örneğin, insan türünü (Homo sapiens), diğer türlerden
ayıran en önemli özellik, insanın gelişmiş beyin özellikleri ve buna paralel olarak düşünme ve
çözüm üretme yetenekleridir. Köpek türünü (Canis familiaris), kurt (Canis lupus) türünden
ayıran en belirgin özellik, köpeğin kendisini besleyen insana karşı daha dost ve sadık
davranışlarıdır.
Her türün kendine has, ortak bir gen havuzu vardır. Türler, sahip oldukları bu genetik
mirası, ancak kendi grubuna ait birey üyeleriyle, kuşaktan kuşağa aktaracak şekilde
paylaşırlar. Evrimsel köken olarak birbirlerine yakın türler arasında da, nadiren belirli ölçüde
gen alışverişi olabilir. Çünkü, iki farklı tür, evrimsel olarak birbirine ne kadar yakınsa, ortak
genleri o kadar fazla olur. Aynı şekilde iki birey, ne kadar yakın akraba ise, ortak genleri de o
kadar çoktur. Eğer iki birey, tek bir yumurtadan gelişmiş ikizler ise, taşıdıkları genlerin
benzerlik oranı yüzde yüzdür. Bu bakımdan tek yumurta ikizleri, kalıtsal olan bütün
özellikleri bakımından tıpatıp birbirlerine benzerler. Bireylerin ve türlerin birbirlerine olan
akrabalık dereceleri uzaklaştıkça, genetik benzerlikleri azalır. Genetik benzerlikleri azaldıkça
da, birçok özellikleri bakımından birbirlerinden farklı olurlar.

3.2.1. Yeryüzü Ekosisteminde Kaç Adet Tür Vardır?

Yeryüzü ekosistemi üzerinde yaşayan ve tanımı yapılabilmiş tür sayısı yaklaşık 1.6
milyon kadardır. Toplam tür sayısı kesin olarak bilinmemektedir. Bazı araştırıcılar tüm
yeryüzünde yaklaşık on milyon kadar, bazıları da yüz milyon kadar farklı canlı türü
bulunduğunu tahmin etmektedirler
Yeryüzündeki mevcut türler arasında tür sayısı bakımından en büyük grup böcekler, en
küçük grup da omurgalılar grubudur. Burada, dikkate değer bir konu şudur: Virüsler,
bakteriler ve böcekler, biyotik potansiyeli en yüksek olan gruplardır. Bir çok bakteri ve böcek
türü, bu özellikleriyle, çevredeki hızlı değişime paralel olarak, kuşaktan kuşağa hızlı uyum
esnekliği gösterebilmekte; böylece hızla evrimleşerek yeni ırklar ve türler oluşabilmektedir.
Pestisitlere her yıl yeni direnç göstererek ortaya çıkan bakteriler ve böcekler, evrimleşmenin,
kısa süre içinde görülebilen kanıtlarıdır.
Omurgalılar ise üreme potansiyeli en düşük olan türler arasındadır. Çevredeki ani
ekosistem ve habitat değişmelerine en duyarlı türler, omurgalı grubundaki türlerdir. Düşük
üreme potansiyeline paralel olarak uyum esneklikleri de düşük olduğundan, bugün nesli
tükenen türler arasında, omurgalılar ön sırada yer almaktadır. Balıklar, sürüngenler, kuşlar ve
memeliler, nesilleri gittikçe azalan bu grup içindedir. İnsan türü de, omurgalı türlerden biridir.
Yerküresi ekosistemi içinde bu kadar çok sayıda tür bulunmasını, belirli bir görevi olan
bir sistemde bu kadar çok sayıda parça bulunmasına benzetebiliriz.

Biyoçeşitlliğin ikinci ögesi olan tür çeşitlerinin yerküresi ekosistemindeki toplam
sayısı (1996 verilerine göre).

* Tür sayısı ve populasyon büyüklüğü gittikce azalan grup,
** Tür sayısı ve populasyon büyüklüğü gittikçe çoğalan grup
Kaynak: Turak, A. 1997 Bilim ve Teknik, 350(1). s:86
Sistem yaklaşımı içinde, aşağıda birkaç örneği verilen soruları sormakta ve her biri
üzerinde biraz düşünmekte yarar vardır.
· Ekosistem içindeki bu kadar çok sayıdaki türlerin her birinin adları, görevleri ve işlevleri
acaba nedir?
· Bu kadar çok çeşitteki parçaların her birinin yapıları ve özellikleri nedir? Bu parçalar
nasıl çalışmaktadır? Birbirleriyle ve çevreleriyle ne gibi ilişkileri bulunmaktadır?
· Adını, işlevini ve yapısını bilmediğimiz, ama milyonlarca yıldan beri sistemin içinde
görev yapan, üstelik hiç bir şekilde tekrar aynen yapılamayan bir parçayı, sistemden söküp
çıkarmanın, bu ekosistemde yaşamakta olan bize ve bizden sonraki kuşaklara maliyeti ne
olmaktadır? Bilimsel araştırmalarla, bu ve benzeri soruların cevapları bulundukça, biyolojik
çeşitliliğin faydaları daha çok açıklığa kavuşacaktır.


Canlı Grubu Tanımlanmış Tür
Sayısı

Tahmin Edilen Tür
Sayısı

Virüsler 5.000 500 bin
Bakteriler 4.000** 400 bin - 3 milyon**
Mantarlar 70.000 1 - 1.5 milyon
Protozoa 40.000 100 - 200 bin
Yosunlar 40.000 200 bin - 10 milyon
Kara Bitkileri 250.000 300 - 500 bin
Omurgalılar 45.000* 50 bin*
Yuvarlak Kurtlar 15.000 500 bin - 1 milyon
Yumuşakçalar 70.000 200 bin
Kabuklular 40.000 150 bin
Örümcek ve Akarlar 75.000 750 bin - 1 milyon
Böcekler 950.000** 8 - 100 milyon**
TOPLAM 1.604.000 12 - 18 milyon

3.1.3. Nesil Tükenmesi Nedir?

Türler değişmez değildir. Belirli koşullar olursa, çevredeki değişmelere paralel olarak
binlerce yıl gibi uzun zaman içinde, bir tür, “damla damla” biriken değişimlere uğrayabilir.
Genetik yapıdaki küçük mutasyonların katkısıyla oluşan bu “damla damla” değişimler
birikerek, binlerce yıl geçtikten sonra - birçok yeni özellikleriyle daha öncekinden farklı olanyeni
bir türün ortaya çıkmasına yol açabilir. Ancak, ekosistemin ve ekosistemdeki bazı
parçaların değişme hızı, türün değişme hızından daha büyük olursa, o zaman tür, yeni
ekosisteme uyum sağlayamaz. Daha önce yaşamakta olduğu ekosisteme benzer bir
ekosistem kalmamış ise, artık o türün nesli önce azalır, bozulur ve sonra da yok olup
gider.
Bu nedenle, geçmişteki milyonlarca yıl içinde, çeşitli jeolojik devirler boyunca pek çok
tür ortaya çıkmış, pek çok türün de nesli yok olup gitmiştir. Yeryüzünde hayatın başladığı
günden, bugüne kadar geçen zaman içinde, yaklaşık yüz milyon adet canlı türünün neslinin
tükendiği tahmin edilmektedir. Ünlü genetik bilimci G.G. Simpson’a göre, “Nesil tükenme
olayı genel bir olay, ama neslini devam ettirebilme ise istisnai bir durumdur”. Eldeki
mevcut kanıtlara dayanılarak ortaya konulan bu görüşler, nesil tükenme olayının doğal bir
olay olduğunu, bir türün neslinin er ya da geç tükenmesinin kaçınılmaz olduğunu
belirtmektedir. Öyleyse neden kaygı duyuyoruz?
Unutulmamalıdır ki yukarıdaki nesil tükenme olayları, doğal yollarla (zaman içinde
iklim değişmeleri, türler arası rekabet, büyük göktaşlarının dünya ile çarpışması vb.
yüzünden) olmuştur. Bu yolla, bir ekosistemdeki kazanç ve kayıplar eşit olmakta, nesli
tükenen türler ile yeni ortaya çıkan türler arasında bir denge sağlanabilmektedir. Oysa, insan
etmeni yüzünden ortaya çıkan nesil tükenmesi, doğal yolla olan nesil tükenmesinden çok
farklıdır. Son iki yüz yıllık zaman dilimi içinde nesli tükenen türlerin sayısının, insan türü
ortaya çıkmadan önceki son iki yüz milyon yıllık zaman diliminden kat kat fazla olduğu
tahmin edilmektedir. Buna hiç şaşmamak gerekir. Çünkü, insan türü doğada yeni bir girdi,
yeni bir etmendir. İnsanın, ayrı bir tür olarak sadece yüz bin yıllık bir evrimsel geçmişi vardır.
İnsan türü, diğer türlerden farklı olarak zekaya, alet yapma ve bu aletleri kullanabilme
yeteneklerine sahiptir. İnsan, önceleri zekası ve sopasıyla, daha sonra ateşi ve okuyla,
çağımızda da değişik makineleri ve kimyasallarıyla, biyoçeşitliliği yok eden önemli bir etken
olmuştur. İnsanın doğayı değiştirme hızı, canlı türlerinin kendilerini genetik olarak değiştirip
yeni çevreye uyum sağlayabilme hızından çok fazla olmuştur. Neticede, birçok canlı türünün
nesli tükenmiş, birçoğu da tükenme tehlikesiyle yüz yüze gelmiş bulunmaktadır. Yerküresi,
böyle amansız bir tür ile, daha önce hiç karşı karşıya gelmemiştir.

3.3. Gen Çeşitliliği

“Gen çeşitliliği”, biyoçeşitliliğin üçüncü öğesidir. Gen, kalıtsal maddedir; kısaca DNA
olarak yazılan deoksiribo-nükleik-asittir. Nispeten büyük, uzun, çift sarmal yapılı
moleküllerdir. DNA’nın yapısına giren daha küçük moleküllerin diziliş şekline bağlı olarak,
sonsuz yapı ve çeşitte gen olabilir. Genler, bir türün bireyleri arasında, üreme hücreleri
aracılığıyla nesilden nesile, değişmeden aktarılır.
DNA molekülleri, yani genler, virüs ve bakterilerden insana kadar, tüm canlılarda
bulunur. Her canlı türünün kendine özgü, birlerce çeşit geni vardır. Örneğin, hakkında en çok
12
bilgi sahibi olduğumuz bir tür olan insan türünde birbirinden farklı 80,000 kadar gen olduğu
tahmin edilmektedir.
Genler, türlerin kimliğini belirler. O nedenle, bir ateş böceğinin genlerinden sadece ateş
böceği, bir Uludağ göknarı ağacının genlerinden de sadece Uludağ göknarı bitkisi ortaya
çıkar. Her bireyin “alın yazısı”, aslında alnında değil, o bireyin taşıdığı genlerde yazılıdır.
Kendisini meydana getiren ilk zigot hücresinde hangi genler varsa, birey, o genlerde bulunan
bilgilerin kodlanmış şekliyle ortaya çıkar. Canlının yetiştiği çevre ise, o kodlanmış bilgileri
normal koşullarda değiştiremez, onlara ancak yön verebilir.
Her türün, diğer türlerden ayıran kendine özgü genleri olduğu gibi, bir tür içindeki her
bireyin de sadece kendine özgü bazı genleri ve gen dizilimleri vardır. Bu “kendine özgü”
genlere ve gen dizilimlerine dayanarak, bir türü başka bir türden, bir ırkı başka bir ırktan, bir
aileyi başka bir aileden, ve nihayet bir bireyi de başka bir bireyden kolayca ayırabilirsiniz. O
nedenle, gazetelerde, sık sık şu şekilde başlıklar görürsünüz: “Suç yerinde bulunan kuru kan
damlasına bakılarak, katil, DNA testleriyle teşhis edildi”. “Spermlerdeki DNA testi, tecavüz
zanlısının suçsuz olduğunu kanıtladı.”, “Evladından alınan dokular üzerinde yapılan DNA
testiyle, iskeletin, maktula ait olduğu ispatlandı” gibi.

3.3.1. Tür İçi Genetik Çeşitlilik Nedir?

Türü oluşturan bireylerin, aynı türe ait olmanın gereği olarak ortak genlere sahip
olmaları yanında, bazı özellikleri bakımından farklı genlere sahip olmaları, tür içi genetik
çeşitliliği oluşturur. Örneğin, amatör bir bahçıvan, aynı asma türü (Vitis vinifera = üzüm
bitkisi) içinde, erken meyve veren ırklar ya da bireyler yanında, geç meyve veren bireylerin
de olmasını arzu eder. Böylece, daha geniş bir zaman diliminde meyve elde etme şansına
sahip olur. Çünkü erken ya da geç meyve verme olayı, farklı genler tarafından kontrol
edilmektedir. Aynı şekilde buğday üreticisi, bir yörede soğuklara dayanıklı kışlık buğday
isterken, başka bir yörede de kuraklığa nispeten dayanıklı yazlık buğdayı tercih eder. Buna
benzer örnekler çoğaltılabilir. Tür içinde genetik çeşitliliğin olması, ya da türün genetik
tabanının geniş olması, o türün değişik koşullara uyum esnekliğini artırarak neslinin
sürmesine yardımcı olur. Türün genetik tabanı geniş olunca, örneğin belirli bir hastalıktan
bazı bireyler etkilenirken, diğer bazı bireyler bundan hiç etkilenmezler. Böylece, türün bazı
bireyleri elenip yok olsa bile, diğer bireyleri nesillerini sürdürmeye devam ederler.
Evcilleştirilme süreci geçirmiş bitki ve hayvan türlerinin tür içi genetik çeşitliliği kasten
azaltılmış, onların genetik tabanı belirli bir yöne doğru daraltılmıştır. Örneğin, ticari ölçekte
çalışan bir çiftçi, aynı anda olgunlaşan ve aynı büyüklükte olan domatesleri tercih edecek,
böylece onları aynı anda hasat edip pazara gönderecektir. Ticari üretim, üzüm, buğday,
karpuz için de tekdüzeliği arzu edecektir. Bu nedenle, kültüre alınmış bitki türlerinin genetik
tabanı bilinçli olarak daraltılmıştır. Bu daraltma işlemi sırasında, damızlık olarak, sadece
istenilen özellikleri gösteren bireyler seçilmiş; tersi özelliği gösteren bireyler elenip atılmıştır.
Elenip atılan bireylerde bulunan pek çok faydalı gen, bu arada yok olup gitmiştir. Bu
nedenle, evcil ırklar, hastalıklara karşı genellikle dayanıksız olurlar. Onları, bu hastalıklardan
korumak için, bu gün, onların yabani atalarına başvurulmaktadır. Hastalıklara dayanıklılığı
sağlayan bazı genler, yabani atalardan getirilip, değişik yollarla evcil akrabalarına
aktarılabilmektedir. Böylece, evcil türlerin gen havuzu zenginleştirilmekte, genetik tabanı
genişletilmekte, ve diğer istenilen özelliklerine ek olarak hastalıklara dayanıklılıkları da
sağlanmaktadır. İşte bu nedenle, yabani türler ve onların yayılma alanları korunmalı ve
sürdürülmelidir. Yabani canlı türleri, istenildiği zaman kendilerinden gidilip gen alınabilen
yedek gen deposu gibidir. Doğal ekosistemler barındırdıkları tür ve gen çeşitliliği ile birer
genetik kaynak deposu olarak hizmet etmektedir.


3.3.2. Gen Mühendisliği Nedir?

Bilim ve teknolojideki gelişmelerle, arzu edilen ya da “üstün” özellikleri kontrol eden
genler, artık bir canlı türünden sökülüp, bir yedek parça gibi, başka bir canlı türüne
takılabilmektedir. Örneğin, ateş böceği (Lampyris noctiluca) türü, ışık saçmaya yol açan
genlere ve karın altında ışık yayan bir organa sahiptir. Ateş böcekleri üzerindeki araştırmalar,
bu ışığın yayılış mekanizmasını açıklamıştır. Buradan hareketle, ateş yayılmasına yol açan
genler belirlenmiş; bu genler ateş böceği yumurtalarından izole edilerek, tütün bitkisinin bir
hücresine aktarılmıştır. Şimdi, laboratuarlarda, etrafına ışık yayan tütün bitkisi
yetiştirilebilmektedir. İlerdeki yıllarda, bu genleri çam türlerine de aktarıp, kendiliğinden
yanıp sönen Noel ağaçları yapılması düşünülmektedir .
Güney Amerika’da And Dağları’nda, Peru sınırları içinde küçük bir derede
Pseudoplearonectes americanus adı verilen endemik küçük bir balık türü yaşar. Bu balık
soğuklara çok dayanıklıdır. Kanındaki bir hormon, antifriz görevi yapmaktadır. Bu hormonu
üreten gen izole edilmiş ve patates bitkisine aktarılmıştır. Şimdi, And Dağları’nın yüksek ve
soğuk bölgelerindeki arazilerde soğuklara dayanıklı olan bu transgenik patatesler
yetiştirilmekte ve bu olay oradaki insanların aç kalmasını önlemektedir.
Gen mühendisliği yoluyla farklı türler arasında gen nakli yapılarak, yepyeni
özellikler gösteren transgenik türler elde edilmektedir.
Genetik mühendisliğine başka bir örnek, insülin hormonu üretimiyle ilgilidir. Bazı
insanlar, pankreastaki bir bozukluk nedeniyle yeteri düzeyde insülin üretememekte, bu
nedenle kandaki şeker düzeyi ayarlanamamakta ve bu kişiler şeker hastalığına
yakalanmaktadır. Bu çeşit hastalara, dışardan insülin verilmesi gerekir. Fakat, mevcut
tekniklerle bu hormonu elde etmek çok zor ve çok pahalıdır. Bu nedenle kolayca insülin
üretebilen bir kaynağa ihtiyaç vardır. İşte, Tilapia cinsine ait bir balık türü burada
imdadımıza yetişmektedir. Bu balık türü, diğer canlılardan farklı olarak iki pankreasa sahiptir.
Pankreaslardan biri, bir pankreasın yaptığı normal işlevleri yaparken, bir tanesi de sadece
insülin üretmektedir. Bu özelliği nedeniyle, Tilapia balığı üzerinde yoğun araştırmalar
yapılmakta ve bu canlıda insülin üretimini sağlayan genler izole edilmeye ve farelere
aktarılmaya çalışılmaktadır. En son amaç ise, bu faydalı geni ya da genleri insana aktararak
şeker hastalığına engel olmaktır.
Gen kaynaklarının kullanılması ile ilgili örnekler çoğaltılabilir. Kanser hastalığının
tedavisinde kullanılan taxol maddesi, Taxus brevifolia (porsuk) denilen ve Kuzey Amerika’da
yetişen bir bitkiden elde edilmektedir. Değişik hastalıkların tedavi edilebilmesi amacıyla,
bugün, binlerce bitki ve hayvan türünden çıkarılan on binlerce çeşit kimyasal madde üzerinde
araştırmalar sürdürülmektedir. ABD Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) bu konudaki öncü
kuruluşlardan biridir.
Görüldüğü gibi, yerküresinin herhangi bir köşesinde, ne olduğu ve nasıl yaşadığı
bilinmeyen bir canlı türü, başka hiç bir canlı türünde bulunmayan bazı özellikleriyle, çok
önemli bir genetik kaynak olmaktadır. Önümüzdeki yüzyılda, biyoteknoloji ve gen
mühendisliğindeki gelişmeler ilerledikçe, gen çeşitliliği, biyolojik çeşitliliğin önemli bir
parçası olmaya devam edecektir.

3.4. Ekolojik Olaylar (Proses) Çeşitliliği

Proses çeşitliliği, biyoçeşitliliğin işlevsel öğesidir. Proses çeşitliliği, yukarda adı geçen
ve yapısal özellikte olan üç çeşitliliğin evrimsel bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Prosesler,
ekosistemin canlı ve cansız ögelerini birbirine bağlayarak, biyolojik çeşitliliğin bileşenleri
arasındaki karşılıklı dengeyi ve düzeni sağlamaktadır.
Bir ekosistemde yaşayan canlıların hem kendi aralarında, hem de canlılar ile cansızlar
arasında, durmadan süregelen çeşitli etkileşimler vardır. Bu etkileşim ve ilişkilerden en çok
bilinenler avcı-av, parazitlik, simbiyozluk şeklinde olan ilişkilerdir. Ayrıca yuva yeri seçimi,
yuva materyali seçimi, üreme ortamı olarak kullanılmaları vb. bakımlardan canlılar ile cansız
çevre arasında sayısız ilişkiler bulunmaktadır. Bu ilişkiler, ekoloji dilinde “prosesler”, günlük
dilde “olaylar ve işlevler” olarak adlandırılır. Bu çeşit proseslerden en özelleşmiş ve ilginç
olan bir tanesi, Ithomia cinsine ait bir böcek türü (B) ile Eupatorium cinsine ait bir çiçekli
bitki türü (Ç) arasında, “birlikte evrim” sonucu ortaya çıkmıştır. B türünün erkek bireyleri,
üreme mevsiminde seks feromonlarını (türün kendi dişi böceklerini cezbeden bir
biyokimyasal madde) üretebilmek için Ç türünün çiçeklerindeki bal özü ile beslenmesi
gerekmektedir. Bal özündeki çok özel bir kimyasal madde, böceğin kendi vücudunda
hammadde olarak kullanılarak, o böcek türüne özgü seks feromonu üretilebilmektedir. Eğer,
Ç türü ortamdan yok olursa, B türünün erkekleri feromon üretemeyecek, bu yüzden dişi
bireyleri cezbedemeyecek, çiftleşme gerçekleşemeyecek; sonuç olarak da B türünün nesli bir
kuşak sonra tükenecektir. Bu örnekte de görüldüğü gibi, prosesler, ekosistemin canlı ve cansız
ögelerini birbirine bağlamakta; biyoçeşitliliğin değişik alt-bölümlerinin karşılıklı denge içinde
sürmesini sağlamaktadır. Böylece, proses çeşitliliği biyolojik çeşitliliğin kaçınılmaz bir
parçası olmaktadır.
Bir ekosistemde değişik çeşit ve boyutlarda proses çeşitliliği yoksa, o ekosistemde
sürekli ve istikrarlı bir biyolojik çeşitlilik sağlanamaz. Proses çeşitliliği, zaman ve zemine
göre en hızlı değişen işlevler demeti olarak biyolojik çeşitliliğin en karmaşık bir öğesidir.
Proses çeşitliğinin anlaşılıp tanımlanması, davranış bilimlerinden fiziki bilimlere kadar
değişen geniş bir bilimsel tabanda, disiplinler arası çalışmaları gerektirmektedir.

4. BİYOÇEŞİTLİLİK VE ZAMAN KAVRAMI

İnsanoğlunun biyolojik çeşitlilik konusundaki en büyük zaaf ve yanılgılarından birisi,
zaman boyutunu yeteri düzeyde dikkate almaması, alamamasıdır. Örneğin, bir çobanın zaman
boyutu, çoğu kez “bir gün” sonrası ile sınırlıdır. O, bütün planlarını, bir gün sonra
hayvanlarını nerede otlayacağı, onlardan sağdığı sütleri nasıl değerlendireceği, hayvanlarını
gece kurtlara karşı nasıl koruyacağı üzerinde yapar. Bir çiftçinin zaman boyutu “bir mevsim”
sonrası ile sınırlıdır. O, bütün planlarını, bir mevsim sonra tarlasından ne kadar ürün
kaldıracağı, sonra o tarlaya ne ekeceği, onları nasıl hasat edeceği üzerinde ayarlar. Bir memur,
bütün planlarını “bir aylık” süreye göre yapmaya alışmıştır. Bir politikacının zaman boyutu,
“dört veya beş yıllık” seçim dönemi ile sınırlıdır. Politikacı, bütün planlarını, dört yıl sonra
gelecek seçimleri yeniden nasıl kazanacağı hesabıyla yapar. Bir kent plancısı, kentin
planlarını 40 ya da 50 yıllık zaman dilimine göre yapar. Bir inşaat mühendisi, yaptığı eserin
cinsine göre (konut, köprü, baraj...), kendine 50, 100 ya da 200 yıllık zaman boyutu belirler.
Bir orman mühendisi, ormanda belirli bir ağaç türünü dikerken, bir “kesim yaşı” sonrasını
(40- 150 yıl) düşünür. Diğer meslekler için, benzer yönde zaman boyutları ortaya konulabilir.
Ancak, yukarda belirtilen ve farklı mesleklerin ileriye yönelik amaç sürecini kapsayan
zaman boyutlarından hepsi de, biyolojik çeşitliliğin amaçlarının gerektirdiği zaman boyutu
yanında çok çok kısa kalmaktadır. Çünkü, çevremizdeki biyolojik çeşitliliğin elemanları,
binlerce, on binlerce, yüz binlerce hatta milyonlarca yıllık bir zaman süreci içinde ortaya
çıkmışlardır. Yaşamaları gereken zaman süreci de yine on binlerce ya da yüz binlerce yıl ile
ölçülmelidir. Örneğin, 40 cm kalınlığında toprak, (oluşurken başka yere taşınmadığı
varsayılırsa) ancak 20 bin yılda ortaya çıkmaktadır. İnsan türü, iki ayağı üzerine kalkmaya,
alet yapmaya ve kullanmaya bundan bir milyon yıl kadar önce başlamıştır. Bugünkü insana
benzeyen ilk insan 70 bin yıl kadar önce ortaya çıkmıştır. Bugünkü evcil hayvanların yabani
atalarından ayrılarak bugünkü uysal ve verimli hale gelmeleri 8-10 bin yıl öncesine
dayanmaktadır. Çünkü insan türü, hayvanları evcilleştirmeye 8-10 bin yıl önce, bitkileri de
ekip biçmeye 7-8 bin yıl önce başlamıştır.
Odunsu çiçekli bitkiler ve böcekler, 50 milyon yıl önce ortaya çıkıp, birlikte
evrimleşmişlerdir. Çevremizdeki otsu çiçekli bitkilerin çoğu, son bir milyon yıl içinde ortaya
çıkıp, çeşitlenmişler, serpilmişlerdir... Bu liste, daha eski yıllara doğru uzatılabilir. Ancak, yüz
binlerce hatta milyonlarca yıllık bir geçmişten gelen bu türler ve onların yaşadığı
ekosistemler, gelecek yüz binlerce ve milyonlarca yıl boyunca devam etme hakkına sahiptir.
Bu konu, hem bilimsel, hem etik ve hem de dini açıdan onaylanan ve desteklenen bir olgudur.
Türler, yaşam ortamlarıyla (habitatlarıyla) birlikte evrimleşmişler; yaşam ortamlarıyla birlikte
nesillerini devam ettirme hakkına sahiptirler.
Son yıllarda gelişip yayılan çevre bilinci, insanoğluna, çevremizde canlılarla ilgili
olaylara, ağır ağır da olsa, binlerce yıllık zaman boyutuyla bakmayı öğretmektedir. Ne var ki,
hala pek çok insan, kendi doğduğu günü evrenin başlangıcı, kendi ömrünün sonunu da
kainatın sonu olarak görmekte; olaylara kısa bir zaman boyutu içinde bakmaktadır. Pek çok
insan, kendisini ve kendi yaptığı işi, “kendi dünyasının merkezi” olarak görmekte; tüm diğer
varlıklara, bu dar açılı merkezden bakmaktadır. Oysa jeolojik ve biyolojik gerçekler bunu
inkar etmektedir. Her insan, artık gittikçe küçülen Dünyamızda, uzayın derinliklerinden
yeryüzüne doğru bakarmış gibi, geniş ufuklu bir açıyla ve geniş bir zaman boyutuyla bakmak
zorundadır. Birçok canlı türünün neslinin hızla tükendiği bu yeni çağda, insanoğlu, geçmişini
ve geleceğini sadece bir “birey”, sadece bir “ulus” olarak değil, artık, bir “tür” bilinciyle
değerlendirmek, adımlarını ona göre atmak zorundadır.
Memeli hayvan türleri ile çiçekli bitkilerin atalarının yaygınlaşmaya başladığı 70
milyon yıldan beri, yeryüzünde muhteşem bir “biyolojik çeşitlilik oyunu” oynanmaktadır.
Yerküresi ekosistemi bu oyunun sahnesini, ekosistemdeki cansız varlıklar da sahnenin
dekorunu oluşturmaktadır. Sahnedeki her bir canlı türü de bu oyunda rol alan oyunculardır.
Her türün sahnede ayrı bir rolü ve ayrı bir etkinliği vardır. Geçmişteki milyonlarca yıl
boyunca oyunun pek çok perdesi açılıp kapanmıştır. Her perdede başka başka canlı türleri
başrolleri paylaşmışlardır. Öyle görülüyor ki, sadece son 7000 yıldan (yerleşik tarım
toplumuna geçişe denk düşen günlerden) beri, oyunun son perdesi oynanmaktadır. Örneğin,
150 milyon yıl önce başrollerde dinazorlar oynarken, bugün aynı rolü insan türü almıştır.
Dinazorların egemenliği 70 milyon yıl sürmüş, sonra da yok olup gitmişlerdi. Biz ise sadece
70 bin yıl önce ortaya çıktık. Yedi bin yıl önce çiftçiliğe başladık. Yedi yüzyıl önce
imparatorluk kurduk. Yetmiş yıl önce de endüstri çağına adım attık.Çevremizdeki
habitat ve ekosistem çeşitliliği bu hızla değişmeye devam ederse, acaba insan türü 70 ya da
700 veya 7000 yıl daha neslini sürdürebilecek mi?
Bu zaman dilimleri, jeolojik zaman dilimi ile karşılaştırılsa, ancak saniyelerle ifade
edilebilecek boyutlarda, çok çok küçük olan zaman dilimleridir. Örneğin, “hızlı çekim” ile 70
yıllık insan ömrü bir saniye içine sığdırılsaydı, yeryüzü ekosisteminde memelilerin ilk ataları
ortaya çıktığı zamandan beri oynanan “biyoçeşitlilik”oyunu, 277 saatten beri devam ediyor
olacaktı. Bu oyunda ilk insan (Homo sapiens), oyunun sahnesine sadece 16 dakika önce
girmiştir. Osmanlı Devleti on saniye önce kurulmuş, sanayi devrimi yarım saniye kadar önce
başlamıştır. İki yüz yetmiş yedi saat önce başlayıp yarım saniye öncesine kadar çevresi ile
uyumlu ve barış içinde süregelen muhteşem oyun, son yarım saniye içinde, insan türünün
oynadığı hırçın ve kural dışı rol ile, biyoçeşitlilik aleyhine, hızla ilerlemektedir. Sahnenin
tabanı oyulmuş; oradan “toprak ana” ayağımızın altından akıp gitmektedir. Sahnenin çatısı
delinmiş, oradan “kutsal sema” tepemizin üstünden radyasyon yaymaktadır. İnsan türü,
biyoçeşitlilik oyununda son bir saniyede oynadığı bu hırçın rol ile, 277 saatten beri doğal akışı
içinde süregelen bu muhteşem oyunun bundan sonraki seyrini birdenbire ve tamamen
değiştirmektedir. Ne yazık ki, oyunu değiştirmede etkin rol alan bir çok insan, “hızlı çekimi”
ve onun “saniyelerini” görememekte, algılayamamaktadır. Bu gidişle oyun, sahnenin çökmesi
ile bitecek; ve bu yüzden birçok güzel rol oynanamayacak, birçok güzel oyuncu
oynayamayacaktır. İnsan türü, aklını ve aletlerini biyoçeşitlilik oyununu bozmak için değil,
oyunun bozulan sahnelerini düzeltmek ve bozulan sistemi daha düzenli sürdürebilmek için
kullanmak zorundadır.

5. TÜRKİYE’DE BİYOÇEŞİTLİLİĞE KISA BAKIŞ

Türkiye palmiye kaplı sahillerinden buzul kaplı dağlarına, derin vadi tabanlarından yüce
dağ doruklarına, verimli alüviyal ovalarından kıraç ve kayalık yamaçlarına kadar değişen
çeşitli ekosistemleri içine almaktadır. Bu arazi mozaiğinde yaşayan ve çoğu endemik olan
binlerce bitki ve hayvan türü, bu türlerin farklı ırkları, farklı gen havuzları ve farklı evrimsel
birimleri bulunmaktadır. Bunlara paralel olarak, ülkemizde, değişik türlerin nitelik ve nicelik
bakımından farklı karışımlarıyla oluşan çok çeşitli canlı birliği tipleri ve habitat mozaikleri
yer almaktadır. Bunlardan başka, canlı birliğinin üyeleri olan türlerin, birbirleri ve cansız
çevreleri arasında pek çeşitli biyolojik olaylar ve etkileşimler dizini, ekolojik işlevler,
milyonlarca yıldan beri, değişik boyutları ve etkinlikleriyle sürüp gelmektedir. Bütün bunlar
bir araya gelince, Türkiye’de, aynı derecede muhteşem boyutlu zengin bir biyolojik çeşitlilik
ortaya çıkmaktadır.

Anadolu kendi başına

Kültüre alınmış pek çok bitki türü ile, evcilleştirilmiş pek çok hayvan türünün yabani
ataları Türkiye’de doğal olarak yetişmektedir. Bu bakımdan Türkiye, Dünyadaki sekiz büyük
gen merkezinden biri olarak bilinir. Türkiye’de yaklaşık 3000 tanesi endemik olan 9000’den
fazla bitki türü, tahminen 192 içsu balık türü, 18 amfibi türü, 83 sürüngen türü, en az 426 kuş
türü ve 120 memeli hayvan türü bulunmaktadır. Bu sayılara omurgasızlar dahil edilmemiştir.
Hep birlikte Türkiye ekonomisinin temel çarkları olan tıp, eczacılık, tarım, ormancılık,
hayvancılık, balıkçılık ve turizm, temel hammadde kaynağı olarak bu doğal kaynaklarımıza
ve bu biyolojik çeşitliliğe bağımlıdır.
Ekonomiye olan doğrudan katkıları yanında, biyolojik çeşitlilik, çevrenin sağlıklı
olmasını sağlayan bu ekolojik hizmetlerin bazıları şunlardır: Doğadaki oksijen ve
karbondioksit döngüsünün ve besin zincirinin devamlılığının sağlanması, böcek ve zararlı
hayvanların biyolojik kontrolü, bitki çiçeklerinin tozlaşması ve meyve tutması, su ve toprak
korunması, su ve mineral döngüsünün sağlanması, doğal geri dönüşüm ve atıkların ayrışması
gibi pek çok ekolojik hizmetleri de yerine getirmektedir.
Bu kadar çok çeşitlilikteki genetik kaynaklar, türler, ekosistemler ve bunlar arasındaki
karmaşık olaylar dizini, biyolojik çeşitliliği oluşturmaktadır. Bunların her biri ülkemizin
refahı, dengeli ve sürekli kalkınması için, vazgeçilemez değeri olan canlı doğal
kaynaklarımızdır.
Bütün bu üstün değerlerine ve yararlarına rağmen, bu canlı doğal kaynaklarımız ve
zengin biyolojik çeşitliliğimiz, bu topraklarda doğup gelişen değişik uygarlıkların da olumsuz
etkisiyle son bir dakika kırk saniyeden beri (pardon, son 7000 yıldan beri) talihsiz bir sürecin
kıskacına girmiş bulunmaktadır. Bu sürece kısaca BAY süreci diyebiliriz: BAY süreci içinde
Türkiye’nin biyoçeşitliliği önce Bozulma, sonra Azalma, en sonunda da Yok olma olayları
ile karşı karşıya bulunmaktadır. BAY sürecinin başlıca nedenleri arasında toprak erozyonu,
hızlı insan-nüfus-artışı ve (yaklaşık % 2,5) düzensiz ve savurgan kaynak kullanma
alışkanlıklarımız bulunmaktadır. Doğal kaynaklarımızın ve biyoçeşitliliğin bu hovardaca
kullanımı, bu talihsiz gidiş, zaman geçirilmeden ve hızla durdurulmalıdır.

6. SONUÇ

Biyoçeşitlilik, geçmişteki milyonlarca yıllık gelişmenin kolektif bir ürünü olarak ortaya
çıkmıştır. Kaybolan türler ve genetik kaynaklar, zaman ve mekan içinde aynen tekrar ortaya
çıkarılamamaktadır. Bir yöre veya bölgedeki biyoçeşitlilik, kendine has özellikleri
bozulmadan, sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir yaşama ilkelerine uygun olarak
korunmalı, araştırılmalı, akılcı bir şekilde işletilmeli ve kullanılmalıdır. Küresel düzeyde
ekosistem, canlı türleri tarafından ortaya konulan muhteşem Biyoçeşitlilik oyunu için büyük
bir sahnedir. Bu sahnenin parçaları, oyunun perdeleri, oyuncuların isimleri ve rolleri henüz
tam olarak bilinmemektedir. Üstelik, biyoçeşitlilik amaçlarına ulaşabilmek için sadece türleri
tanımlamış olmak yeterli değildir. Biyoçeşitliliğin amaçlarına tam olarak ulaşabilmek için, bir
ekosistemin genetik, tür, ekosistem çeşitliliğine ek olarak, işlevsel çeşitliliğinin de araştırılıp
açıklanması gerekmektedir.
İnsanoğlunun doğayı değiştirme hızı, canlı türlerinin kendilerini genetik olarak
değiştirip değişen doğaya uyum sağlayabilme hızından çok çok fazla olmuş ve olmaktadır.

Sonuç olarak, birçok canlı türünün nesli tükenmiş, birçoğu da tükenme tehlikesiyle yüzyüze
gelmiş bulunmaktadır. Yerküresi, böyle amansız bir tür ile, daha önce hiç karşı karşıya
gelmemiştir. Her insan, artık gittikçe küçülen Dünyamızda, uzayın derinliklerinden yeryüzüne
doğru bakarmış gibi, geniş ufuklu bir açıyla ve geniş bir zaman boyutuyla bakmak zorundadır.
Birçok canlı türünün neslinin hızla tükendiği bu yeni çağda, insanoğlu, geçmişini ve
geleceğini sadece bir birey olarak, sadece bir ulus olarak değil, artık, bir tür bilinciyle
değerlendirmek, adımlarını ona göre atmak zorundadır.

Prof.Dr Kani IŞIK
TEMA

BENZER KONULAR

BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK NEDİR ?

BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK , ÖNEMİ VE KORUNMASI


Devamı İçin Tıklayınız...>>
 
Clicky Web Analytics